ATABEKLİKLER
Atabeklikler tarihi Selçuklu Devletleri tarihi açısından önemli bir yer tutar. Atabeklik siyasî bir yapı olarak İslam dünyasına Selçuklular zamanında girmiştir. Atabeklik Türklere ait bir kavramdır. Kelime olarak Ata ve beg kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Kelimenin iki anlamı vardır. Bunlardan birincisi büyük, saygın kişi, ikinci anlamı ise Ata’nın mirası’dır. Görev tanımı için de atabek; babanın şehzade için görevlendirdiği kişidir. Selçuklularda bu tabir ilk kez Melikşah döneminde ilk kez hükümdar tarafından kullanılmıştır. Hükümdar, veziri olan Nizamül Mülk’ü atabek tayin etmiştir. Bu durum zamanla gelenek haline gelmiştir. Çünkü Selçukluların hüküm sürdüğü topraklar düzen olarak alışık olmadıkları bir tarzda idi. Halkın durumunu iyi bilen yöneticilere ihtiyaç duyulması bu kavramı doğurmuştu. Zamanla merkezî yapı zayıfladıkça atabekler bağımsız olarak hareket etmeye ve bir siyasî hareket oluşturmaya muvaffak olmuşlardır. Bu şekilde de tarih sahnesine çıkmışlardır. Atabeklerin Türk tarihine büyük hizmetleri olmuştur. Onlar, büyük bir boşluğu doldurmuş-lardır. İlk olarak Suriye bölgesinde ortaya çıkmışlardır.
DIMAŞK ATABEKLİĞİ (TUĞTEKİNLER)1104-1154
Yarım asır Suriye’nin kaderine hâkim olmuştur. Merkezi Dımaşk, bugünkü Şam’dır. Bunun dışında Hama, Hıms, Tedmür, Ba’albek şehirlerinde egemen olmuştur. Ayrıca Taberiyye bölgesinde sınır kaleleri vardır. Bu atabeklik Dımaşk’ı İslam öncüsü olarak haçlı ordularından korumuştur. Atabekliğin kurucusu olan Zahirüddin Tuğtekin 1128 yılına kadar beyliği yönetmiştir. Bu şahıs Melikşah döneminin emirlerindendi ve bu dönemde Melik Tutuş’a katılarak Suriye’de görev aldı. Tutuş onu, oğullarından Dukak’ın atabekliğine tayin etti. Tutuş’un ölümüne kadar bu durum devam etti. Onun ölümünden sonra Suriye melikliği Halep ve Dımaşk olmak üzere ikiye bölündü. Dımaşk melikliğini Dukak üstlendi. Tuğtekin yine onun yardımcısı ve atabeki olarak kaldı. Halep’te ise Dukak’ın kardeşi Rıdvan hüküm sürdü. İki kardeşin aralarında zaman zaman mücadeleler oldu. Bu mücadelelerde devletin zarar görmemesi için Tuğtekin büyük çaba sarf etti. Bu arada Tuğtekin, Dukak’ın annesi ile evlendi. Böylece Tuğtekin büyük bir güç ve nüfuz kazandı. Bu zamanda iki önemli olay meydana geldi. Bunlardan birisi, dünya tarihinin eksenini değiştiren Haçlı Seferleri idi. Bu haçlı orduları Suriye’ye kadar ilerlemişti. Dımaşk melikliği ve atabek Tuğtekin haçlılara karşı savaşmış, ancak koordineli hareket etmedikleri için başarılı olamamışlardır. Haçlılar Haziran 1098’de Antakya’yı ele geçirmişlerdir. Aynı yıl Urfa’ya da sahip olmuşlardır. Buna karşın Musul valisi Kürboğa haçlılara karşı harekete geçse de; o da başarılı olamadı. Bundan sonra haçlılar Suriye’ye gelip sahil şeridini takip ettiler. Suriye’den Kudüs’e doğru hareket ederken bazı şehir ve kaleleri ele geçirdiler. 1099 yılında Kudüs’e vardıklarında şehri ele geçirip Müslümanları katlettiler. Kudüs o sırada Fatımîlerin elindeydi fakat sebebi bilinmez bir şekilde kente yardım göndermedi. Kudüs’te kurulan krallık iki asır yaşadı. Bu durum Avrupa’nın da tarihini etkiledi. Bundan sonra kurulan prenslikler de Kudüs Haçlı Krallığı’na bağlandı. Böylece yeni bir dönem başlamış oldu. 1104’ten sonra atabekliğe dönüş başladı. Dımaşk melikliği atabeklik oldu. Bu zamanda Selçuklularda taht kavgaları başladı. Bu durum haçlılara büyük bir fırsat verdi. Haçlılar bölgede daha da köklü yerleşim sağladılar. Kısa süre sonra Müslümanlara saldırmaya başladılar. Bu hengâme arasında Dukak vefat etti ve Tuğtekin yönetimi tamamen ele geçirdi.(1104) Tuğtekin 1128 yılına kadar yönetime devam etti. Başarılı ve adil bir yönetici oldu. Onun zamanında Dımaşk, Suriye’nin en büyük merkezi halindeydi. İlk olarak Kudüs krallığı ile olan sorunlara el atan Tuğtekin, 1104-1105 yıllarında Kudüs Krallığı ordularıyla çarpıştı. Onların bölgede daha da ilerlemesine engel oldu. Suriye’nin güvenliği ile yakinen ilgilendi. Ülkenin Mısır, Hicaz, Yemen bölgelerine giden yerleri ve yolları da düşünerek buraların da güvenliğini sağlamaya çalıştı. Kudüs Krallığını geri püskürtmesi Tuğtekin’i güçlendirdi. Ancak buna rağmen haçlılar durmayıp Trablus kentine doğru harekete geçtiler. Burası da Fatımîlerin egemenliğindeydi. Bu nedenle yardım gelmesi zor gibi gözüküyordu. Trablus hâkimi bu durumu fark ederek 1107’de Tuğtekin’den yardım istedi. Selçuklu güçlerinin yardıma gelmemesi Trablus’un da haçlıların eline geçmesine neden oldu. Böylece haçlılar bir adım daha ilerlemiş oldular. 1107’den sonraki dönemde Haçlılar gerek Kudüs üzerinden gerekse Antakya ve Halep üzerinden saldırıya geçip Suriye’yi tehdit etmiştir. Dımaşk atabekliğinin ve Selçukluların direnmelerine rağmen haçlı ilerlemesi durmadı. 1109-1110 yılları arasında Suriye’deki Trablus ve Sayda haçlıların eline geçti. Buna karşı halifenin de devreye girmesiyle Muhammed Tapar Musul valisini Suriye’ye gönderdi. Musul valisinin idaresinde toplanan Selçuklu kuvvetleri ve Dımaşk hâkimi Tuğtekin orduya katılmış ve haçlılara karşı 1109-1113 arasında üç kez sefer yapılmıştır. İlk seferde Urfa’yı kuşatmışlar ancak bir sonuç alamamışlardır. Ertesi sene Antakya üzerine bir sefer yapılmıştır. Amaç, oradan Kudüs’e geçmektir fakat bu sefer de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Haçlıların ilerleyişinin devam etmesi üzerine üçüncü sefere çıkılmış, bu sefer kısmen başarıya ulaşmıştır. Dımaşk’ın güneyinde haçlı birlikleri mağlup edilmiştir. Ancak geri çekilen haçlılar takip edilmediği için tam bir başarı sağlanamamıştır. Bu seferle komutanlar Muhammed Tapar’a kendilerini affettirmişlerdir. Bu esnada Musul valisi Mevdut Dımaşk’ta iken saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmiştir. Bu olay Hasan Sabbah’ın önem kazanmasını sağlamıştır. Çünkü Mevdut’un ölümüne sebep olan ve suçu Tuğtekin’e yıkan Hasan Sabbah ve adamlarıdır. Bunlara Batınîler de denir.
Mevdut Dımaşk’ta öldüğü için Tuğtekin suçlanmıştır. Bu durum Muhammed Tapar’ı rahatsız etmiştir ve Tuğtekin’e bir ders verme ihtiyacı duymuştur. (Mevdut’un yerine komutan Porsuk görevlendirilmiştir.) Porsuk, Dımaşk seferine hazırlanırken önemli bir olay gerçekleşmiş, Halep hakimi Melik Rıdvan’da hayatını kaybetmiştir. Onun ölümü ile Halep’te haçlı tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu yüzden seferin hedefi Tuğtekin iken bir anda Halep olmuştur. 1114-1115 yılları arasında mücadele Halep’te yoğun bir hal almıştır. Burada Selçuklu kuvvetleri Halep önüne geldiği zaman o sırada Halep’i kontrol eden Rıdvan’ın veziri Lülü kenti teslim etmedi. Bununla da yetinmeyip Haçlılardan ve Tuğtekin’den yardım istedi. Karşılıklı ittifaklar oluşturuldu. Tuğtekin, Mardin Artukluları ve Antakya Prensliği ile anlaştı ve Selçuklulara karşı çıktı. Taraflar Hama-Hıms kentleri arasında çatışmalara girdiler. Ancak her iki tarafta kesin bir sonuç alamadı. Bunun üzerine Selçuklu ordusu 1115 yılında bölgeden geri çekildi. Böylece Suriye’deki mevcut denge bozulmamış oldu. Fakat Dımaşk atabekliği için Kudüs krallığı güneyden harekete geçti. Kuzeyden de Antakya ve Trablus haçlıları Şam arazisini zorlardılar. Bu tarihe kadar haçlılar Fatımilerle ilgileniyordu fakat artık güneye yönelmişlerdi. Bu sıkışık durumda Tuğtekin, Muhammed Tapar’dan destek alma zorunluluğu hissetti. Bunun için Bağdat’a gitti. Burada Tuğtekin iyi karşılandı, itibar gördü ve bağlılığını bildirdi. Fermanlarla ve hilatlarla Dımaşk’a geri geldi, Şam’daki hâkimiyetini de güçlendirmiş oldu. Geri döndükten sonra Kudüs Haçlıları ile de bir ateşkes imzaladı. Bu şekilde yaklaşık dört yıl sakin bir dönem geçirildi. Bu esnada da Dımaşk’ın imar faaliyetleri ile ilgilenildi. Kıymetli eserler ortaya kondu, ticaret canlandırıldı. 1118 yılında Kudüs kralı ve Muhammed Tapar öldü. Bölgedeki dengeler bu nedenle yeniden bozuldu. Kudüs kralının ölümü Müslümanlar için son derece hayırlı oldu. Çünkü kral Mısır seferine çıkmaktaydı. Onun ölümü Müslümanları rahatlattı. Tuğtekin bu dönemde ülkesini korumak için bazı tedbirler aldı ve güneydeki baskıdan da kurtulunca kuzeye yöneldi. Antakya haçlılarına ve Trablus haçlılarına seferler düzenleyerek bazı yerleri ele geçirdi. Bunların içerisinde Esarib çok önemli bir kazanım olmuştu. Bu kazanım ile Antakya prensliğini de bölgede mağlup etmiş oldu. Ancak bu seferler yine de haçlıları durduramadı. 1124’te harekete geçen Kudüs krallığı Sur kentini ele geçirdi. Tuğtekin ve Suriye’deki Müslüman güçler haçlıları ancak Dımaşk önlerinde durdurabildi. Sur şehrinin kaybından sonra Askalan hariç hiçbir sahil kenti kalmamış, hepsi haçlıların eline geçmişti. 1126’da Tuğtekin Kudüs kralıyla son kez savaştı. Yapılan Suffer Savaşı’nda haçlılar üstün geldi. Bu sıkıntılı ortam içinde Tuğtekin 1128 yılı başlarında vefat etti.
BÖRİ TEKİN (1128-1132)
Babasının sağlığında idarî görevlerde bulunmuştur. Burada yeteneklerini geliştirip tecrübe kazanmıştır. Atabek olunca bu hünerlerini devleti savunma konusunda kullanmıştır. Bu zamanda Dımaşk Atabekliğinde Kudüs Krallığı ve Bâtıniler olmak üzere iki büyük tehdit gündeme gelmiştir. Böri Tekin öncelikle Bâtıniler ile mücadele etmiştir. Dımaşklıların yardımıyla kentteki Bâtıni gücünü kırmayı başarmıştır. Kent Bâtınilerden temizlenmiş ancak Kudüs haçlıları kente güçlü bir şekilde yaklaşmıştır. Böri Tekin bunlarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Haçlılar sınır kalelerini ele geçirip Dımaşk’ı kuşatma altına almışlardır. Böri Tekin çevredeki Müslüman kuvvetlerden de yardım alarak haçlılarla mücadeleye girdi. Haçlıların gücünü ve azmini kırmayı başardı. Bir süre sonra haçlılar kuşatmayı bırakıp geri dönmek zorunda kaldılar. Bu şekilde Dımaşk bu iki büyük tehlikeyi büyük bedeller ödemeden atlatabildi. Ancak bu defa da İmadüddin Zengi tehlikesi baş gösterdi. Zengi; Tapar’ın komutanlarındandı. 1127’de Musul’da atabeklik devletini kurdu ve kısa sürede güçlendi. Irak ve Musul’dan sonra Güneydoğu Anadolu bölgesi civarında otorite kurmak için mücadele etti. Ardından Halep yöresinde etkinlik göstererek burayı ele geçirdi. Zengi, yetenekli ve hırslı bir komutan idi. Bunun yanı sıra gaddar ve güvenilmezdi. İmadüddin Zengi 1130 yılından itibaren Dımaşk atabekliğine göz dikip burayı ele geçirme politikası başlattı. Önce Hama ve Hıms üzerine yürüdü. Hama’yı zapt etti ve Hıms’ı kuşattı. Bu arada Böri Tekin’de kendisine karşı bir kuvvet göndermişti. İmadüddin Zengi gerek bu kuvvetlerin yaklaşması, gerekse kış ayının yaklaşmasıyla kuşatmayı kaldırıp Musul’a geri döndü. Böri Tekin bundan faydalanıp Hama çevresindeki bazı yerleri geri alabilmiştir. Ancak tehlike geçmemiş ve ertesi yıl Zengi’nin daha büyük bir kuvvetle bölgeye geleceği tahmin edilmiştir. Bunun için tedbirler alınmış, bir taraftan da Bâtıni meselesi ile ilgilenilmiştir. Bütün tedbirlere rağmen 1131 yılında Bâtıniler suikast yapmayı başarmış ve Böri Tekin’i yaralamışlardır. Bu yaralanmadan sonra Böri Tekin uzun süre yaşamamış ve vefat etmiştir.
İSMAİL DÖNEMİ (1132-1135)
Babası Böri Tekin’in ölümünden sonra atabek olan İsmail’in kısa süren taht dönemi oldukça hareketli geçmiştir. İlk olarak İsmail, kardeşinin isyanını bastırdıktan sonra haçlılara karşı harekete geçip Banyas kentini geri aldı. Ardından kuzeye yöneldi ve Hama’yı almayı başardı. Bu başarılarda bölgenin genel siyasetinin rolü elbette büyüktü. Bu sıralarda Zengi, halife ile savaşmaktaydı. Kudüs Krallığı da Fatımilerle mücadele ediyordu. İsmail bu ortamı fırsat bilmişti. 1134’te durum değişti, Kudüs Krallığı yeniden saldırıya geçerek Havran’ı geri aldı. İsmail gene de bu taarruza karşı ayakta durabildi, askerî yönden az da olsa başarı gösterebildi. Kudüs Krallığının daha da ilerlemesini engelleyebildi. İsmail vehimli bir insandı ve her zaman öldürüleceği korkusu vardı. Bu durum yanlış kararlar almasına neden oldu. Ailesine de bu yüzden şiddet uyguladı. Netice olarak kendisine bir suikast gerçekleştirildi. Av partisi esnasında gerçekleştirilen bu suikast sonucunda yaralandı. Bundan sonra daha da şiddetli hareket ederek kardeşini öldürttü. Durumun kontrolden çıkması üzerine annesi Zümrüt Hatun kontrolü ele aldı ve İsmail 1135 yılında öldürüldü. İsmail öldürülmeden önce Zengi’ye mektup yazarak Dımaşk’a gelmesini istemişti. Geldiği takdirde kenti ona teslim edeceğini beyan etmişti. Bu durum İsmail’in öldürülmesinde etkili oldu.
MAHMUD BEY DÖNEMİ (1135-1139)
İsmail’den sonra kardeşi Mahmud Bey atabek olmuştur. Bu dönem de karışıklık içinde geçmiştir. Mahmud’un karşılaştığı ilk sorun İmadüddin Zengi saldırısı olmuştur. Muineddin Öner bu zamanda yönetimin dizginlerini ele almıştır. Bu sayede yaşanan buhranlı dönem daha hafif atlatılabilmiştir. Buna rağmen Zengi kenti kuşatmıştır. Bu dönemde Dımaşk’ta Zengi taraftarları da bulunmaktadır. Bu sıkışık durumda Dımaşk atabekliği Kudüs haçlılarından yardım isteyip ittifak anlaşması yapmak istedi. Kudüs haçlıları bu isteğe olumlu yaklaşıp Dımaşk’a yardımcı kuvvet gönderdiği gibi Antakya prensliğine de emir vererek onların Halep yöresine saldırmalarını sağladı. Bu durumda Zengi geri çekilmek zorunda kaldı. Dımaşk atabekliği bu esnada Zengi’nin hakimiyetini tanıdı. Bundan sonra Zengi, 1116-1137 yılları içinde kuzeyde taarruzlarda bulundu. Hama ve Hıms’ı ele geçirmeye çalıştı. Zaman zaman da haçlılarla mücadele etti. Dımaşk atabeki Mahmud, Zengi ile bir anlaşma yaptı ve Zümrüd Hatun’u Zengi ile evlendirdi. Kendisi de Zengi’nin kızını aldı. Çeyiz olarak Zengi Hıms şehrini almayı başardı. Amacına ulaştıktan sonra da Zümrüd Hatun’u boşadı. Buna karşı Mahmud harekete geçemedi. Çünkü güneyde Kudüs krallığı yeniden saldırılarına başlamıştı. Mahmud, iktidarının son dönemlerinde bu gibi olaylarla mücadele etti. 1139 yılında da suikast sonucu öldürüldü. Mahmud’un öldürülmesi bir saray darbesidir. Bu sırada Dımaşk sarayına yeni katılmış olan Muineddin Üner eskiden Hıms hâkimliği yapmış, Mahmud döneminin sonunda Dımaşk’ta devlet hizmetine girmiştir. Mahmud’un annesi Üner’e karşı idi. Mahmud’un ölmesi güçler dengesinin değişmesine ve Üner’in güçlenmesine neden olmuştur. Mahmud’dan sonra Cemaleddin Muhammed tahta geçmiştir. (1139-1140)
CEMALEDDİN MUHAMMED DÖNEMİ
Bu dönemde iktidar Üner’in eline geçmişti. Safvet-ül mülk İmadeddin Zengi’yi Dımaşk’a çağırmış, Zengi bu daveti kabul etmiş ve Suriye’ye gelmiştir. Önce Ba’albek’i kuşatıp kenti ele geçirmiştir. Bu sayede bölgede güç kazanmıştır. Ba’albek’ten sonra Dımaşk önlerine gelen Zengi burada şiddetli çarpışmalarda bulunmuştur. Bu sıkıntılı ortamda Dımaşk atabeki Muhammed’e elçi gönderip teslim olmasını, Suriye’de istediği bir kenti kendisine vereceğini söylemiştir. Muhammed bu fikre sıcak baksa da komutanlar ve halk bunu kabul etmeyip direnişe devam etmişlerdir. Bunun üzerine halk direnişini gören Zengi kuşatmayı kaldırıp Haleb’e geri çekilmiştir. Bir süre sonra Muhammed 1140’ta vefat etmiştir. Yerine ise Üner’in desteklediği Mücireddin Abak (1140-1154) geçmiştir. Üner bu sayede Dımaşk’ta sözü geçen tek isim olmuştur.
Üner’in Döneminde Yaşanan Belli Başlı Olaylar: 1140 yılı içerisinde Zengi Dımaşk’a saldırmıştır. Bu ortamda Dımaşk atabekliği, Kudüs Krallığı ile Zengi’ye karşı iş birliği yapmıştır. Bu koruma karşılığında Kudüs Krallığına belli bir miktar haraç ödenmiştir. Buna rağmen Zengi baskısını sürdürmüş, haçlılara meydan okumuştur. Kudüs Krallığı ise Zengi ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır. Zengi 1140 yılı ortalarından itibaren Dımaşk bölgesini terk etmiştir. Bu durumda atabeklik rahat bir nefes almıştır. 5 yıl kadar sakin bir dönem yaşanmıştır. Ancak bu sakinlik gelecek dönemdeki karışıklığın bir habercisi gibiydi. Bölgedeki etkinlik bu dönemde Urfa ve Antakya’da yoğunlaşmıştı. Zengi’nin üç hedefi vardı. Bu hedefler Urfa, Antakya ve Dımaşk’a sahip olmaktı. Urfa ve Antakya hıristiyanların elindeydi. Bu nedenle önce Urfa’yı hedef olarak seçmişti. Bu sırada Urfa’nın Ermenilerle arası açıktı. Zengi bu fırsatı değerlendirmeyi düşünüyordu. Antakya’da buna benzer bir durumun içindeydi. Bu sıkıştırmalar sonucu 1144’te Urfa Türklerin eline geçti. Bu durum Avrupa’da büyük bir etki yarattı ve hıristiyanların kuzey Suriye’deki etkinliğine büyük bir darbe vurmuştur. Antakya’nın konumu Urfa’nın alınmasıyla Avrupa açısından güç bir duruma düşmüştür. Urfa’nın Türklere geçmesi Dımaşk ile Kudüs krallığı arasında gerginliğe neden olmuştur. Urfa’nın alınması Zengi’ye büyük bir prestij sağlamıştır. Zengi, bu sayede Müslümanların koruyuculuğunu üstlenmiştir. Daha sonra Zengi Antakya’ya saldırıda bulunmuştur. Ancak bu saldırıya karşı Avrupa hemen tepki göstermemiştir. Bizans’ta bu zamanda kuzey bölgesi ile meşguldü. Ortam Zengi için gayet uygundu. Öncelikle Caber Kalesini geçirmek istiyordu. Buranın ele geçirilmesi Zengi’nin ordu güvenliği açısından oldukça önemliydi. Ancak Caber kuşatması sırasında Zengi hayatını kaybetti. Bu beklenmedik durum güçler dengesini bir anda değiştirdi. Haçlılar bu durumdan istifade ederek Urfa’yı geri almak için bir sefer düzenlediler. Bu seferden Dımaşk atabekliği de etkilendi. Önce bu etki olumlu gibi gözükmekteydi. Çünkü Zengi’nin ölümü Dımaşk’ı rahatlatmıştı. Bölge Seyfeddin Gazi ve Nureddin Mahmud olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Nureddin Mahmud Dımaşk ile iyi ilişkiler kurmuştu. Bu ilişkiler akrabalık bağlarıyla güçlendirilmişti. Bu dönemde Ba’albek Dımaşk’a yeniden katılmıştı. Buna karşın Nureddin Mahmud herhangi bir tepki göstermemişti. 1147 yılında yeni bir iş birliği yapıldı. Dımaşk ile Nureddin Mahmud’un bu iş birliği ile Bursa’da haçlılar mağlup edildi. Bu ilişki 1149’a kadar devam etmiştir. Bu dönem zarfında Avrupa orduları Urfa’yı almak için yeni bir sefer düzenlemeyi düşündüler. Ancak Urfa değil Dımaşk kuşatıldı. Dımaşk, tarihinin en zor günlerini yaşadı. Kuşatma yaklaşık 6 ay sürdü. Haçlılara karşı kuzeyden Müslüman desteği geldi. Burada Üner’in tecrübesi Dımaşk’ı kurtardı. Üner rüşvetler vererek bu kuşatmayı sabote etti. Haçlılar kentin düşmeyeceğini anlayıp geri çekildiler. Alman ve Fransız kralları ülkelerine elleri boş döndüler. Bu olaydan birkaç ay sonra Üner vefat etti. Onun ölümüyle Dımaşk atabekliği fiilen sona erdi. Abak iktidarı ele geçirse de kimse onu dinlemedi. Kentteki milisler Abak’a karşı isyan ettiler. Abak, bu isyanları dahi bastıramadı. Bu karışıklıklar yüzünden Nureddin Mahmud Dımaşk’ın ele geçirilmesi gerektiğini düşündü ve 1150 yılında harekete geçti. Buna karşı Abak, Kudüs haçlılarına sığındı. Ancak bu sığınma sonucu değiştirmedi ve Dımaşk 1154 yılında Nureddin Mahmud’un eline geçti. 4 yıl süren kuşatmalar zamanında Nureddin Mahmud’un işini kolaylaştıran bir hadise olmuştur. 1152’de Askalan Kudüs’ün eline geçmiştir. Bu olay İslam dünyasında büyük bir üzüntü yaratmıştır. Bu üzüntü ile direnemeyen Dımaşk halkı Nureddin Mahmud’a teslim olmuştur. Abak’a Suriye’de bir belde tahsil edilmiş, böylece Dımaşk Atabekliği tarihe karışmıştır.
ZENGİLER-MUSUL ATABEKLİĞİ
Musul’da İmadeddin Zengi tarafından kurulmuştur. Zengi’de babası gibi gulam kökenlidir. Babası Aksungur Melikşah’ın önde gelen komutanlarındandı. 1085’ten 1098’e kadar Halep valiliği yapmıştır. Bu dönemde İmadeddin de babasının yanında yetişmiş, haçlıları tanıma fırsatı bulmuş ve Anadolu ile Suriye’nin genel yapısı hakkında bilgi sahibi olmuştur. Babasının ölümünden sonra genç bir yönetici olarak bilhassa Muhammed Tapar ve oğlu Mahmud döneminde Irak’ta yöneticilik yapmıştır. Sıkıntılı bir dönem olan 1110 ve 1120 yılları arasında haçlılar Suriye’de büyük bir üstünlük kurmuşlardı. Bunun yanı sıra Anadolu coğrafyasında da haçlı etkileri görülmekteydi. Halifelik bu dönemde Selçukluların aleyhine gelişme göstermiştir. Zengi böyle bir ortamda güçlü ve dengeci kişiliği ile takdir kazanmış, 1127 yılında Musul valiliği boşaldığı zaman bu önemli makam için düşünülmüş ve kabul görmüştür. Zengi gerçekten Müslümanlar tarafından aranan bir kişiydi. Valiliğe atanır atanmaz harekete geçti. Selçuklu hükümdarı Mahmud’da Zengi’ye bu dönemde büyük destek verdi. Zengi, Sencer’in de kısa zamanda itibarını kazandı. İlk olarak Suriye ve Urfa çevresini hedef aldı. 1127-1128 yılları arasında Harran, Nusaybin, Habur gibi merkezleri ele geçirdi. Böylece Urfa kontluğunu güneyden kuşatmış oldu. Bundan sonra Halep’i ele geçirdi ve Halep halkı bu durumu sevinçle karşıladı. Halep’in ele geçirilmesi haçlıları endişelendirdi. Endişelenen bir diğer güç de Dımaşk atabekliği idi. Zengi’nin hedefi Halep’ten sonra Dımaşk idi. Dımaşk atabeklerinden çok Dımaşk halkı direndiği için Zengi Dımaşk’ı alamamıştır. Buna rağmen Zengi 1130’da Dımaşk’ın sınır kenti Hama’yı ele geçirdi. Dımaşk’a da bu sayede hâkimiyetini kabul ettirdi. Zengi bu dönemde Artuklular ile sorun yaşadığı için Hıms’ı alamadı. Bu dönem Zengi için çok zor bir dönemdi. Bunun sebebi Irak Selçuklularındaki taht mücadelesi ve halifenin faaliyetleri idi. Halife; Mahmud’un ölümü ile güçlenip tüm Selçukluları Irak’tan atmaya başladı. 1332’ye kadar Zengi bu sıkıntılarla uğraştı. 1332’den sonra tekrar Güneydoğu Anadolu ve Suriye üzerinde faaliyetlerini yoğunlaştırdı. 1137’ye kadar bölgede haçlılar ve Dımaşk atabekleri ile sayısız savaş gerçekleşti. Bu savaşların çoğunda Zengi başarılı oldu. Haçlılardan Antakya’nın doğusundaki bazı bölgeler alındı. Antakya’nın düşmesi an meselesi idi. Bu olay üzerine Kudüs kralı el atmış ve duruma hâkim olmuştur. Aynı dönemde Dımaşk’a olan baskısını artıran Zengi 1135’ten sonra iki defa kuşatma yaptı. Dımaşklılar büyük bir tazminat ve Hıms’ı verip kesin bağlılıklarını bildirdiler. Dımaşk’a bu dönemde Zengi’ye karşı Kudüs kralı yardım etmiştir. 1137’de Zengi haçlılara karşı Antakya yakınlarında büyük bir zafer kazanmıştır. Bu başarı Zengi’ye büyük bir prestij sağlamıştır. Daha sonra Zengi zaman zaman faaliyetlerine devam etmiştir. Bu tarihten sonra Urfa üzerinde yoğunlaşmış, ayrıca Güneydoğu Anadolu’daki Türkmen beyleri üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Bundaki amaç Urfa’yı kuzeyden de kuşatmaktır. 1339 ve 1340 yıllarında Bizans tehdidi Zengi’nin karşısına çıkmıştır. Bizans imparatoru Halep’e kadar gelip kuşatma yapmıştır. Bu kuşatma Zengi için bir gözdağı olmuş ve imparator ile anlaşma yoluna gitmiştir. Bizans imparatorunu tanıyıp gücünü kabul ettiğini bildirmiştir. Bizans bölgeden çekildikten sonra da faaliyetlerine devam etmiştir. Hedef artık tamamen Urfa’dır. Zengi, 1143’e kadar Urfa üzerinde askerî etkinliklerde bulunmuştur. Urfa Kudüs’ten yardım alamadığı için büyük bir sıkıntıya düşmüştür. Nihayet 1144 yılında kuzeyden gelen sahte bir saldırı ile Urfa sıkıştırıldı. Bu saldırıda Artuklu baskısı ve Ermeni ayaklanması etkili olmuştur. Bu karışıklıklar sayesinde 1144’te Zengi Urfa’yı ele geçirmeyi başarmıştır. Bu fetih Türkler ve Müslümanlar için oldukça önemlidir. Bu fetih ile Zengi gücünü Avrupa’ya da ispat etmiştir. Urfa’nın düşmesi yeni bir haçlı seferini başlatmıştır. Zengi bu dönemde Selçuklular üzerinde de söz sahibi idi ancak Türkiye Selçuklularının Urfa’dan pay almaya çalışması Zengi’yi rahatsız etti. Ancak bu harekete göz yummak zorunda kaldı. Artık Zengi’nin hedefi Antakya idi. Urfa’yı aldıktan sonra Dımaşk’ı rahatsız etmeye devam etti. Ancak Dımaşk’ı almayı başaramadı. 1146’da yolu üzerinde bulunan Caber kalesini kuşattı. Kuşatma esnasında Zengi beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetti. Bu ölümden haçlılar büyük bir sevinç duydu.
Vizeden Sonra
İmadüddin’in ölümü ile bölgede bir boşluk oluştu. Bölgedeki devletler İmadüddin’in ölümünü değerlendirmeyi düşündüler. Özellikle Dımaşk Atabekliği bundan memnuniyet duydu. Atabeklik Hama-Hıms sınırında bazı yerleri tekrar geri alma fırsatı buldu. Bu esnada Kudüs’teki ve Antakya’daki haçlılar da Halep’teki atabeklik topraklarına saldırılarda bulundular. Kuzeyden de Artuklular Nusaybin ve Dara bölgesinde faaliyetlere girişmişlerdi. Hıristiyanlar Urfa’yı geri almak için uğraştılar. Böyle bir ortamda İmadüddin’in atabeklik mirası iki kardeş arasında paylaşıldı. Bu kardeşlerden İmadüddin’in ikinci oğlu Seyfeddin Musul ve çevresini, diğer oğlu Nureddin Mahmud Halep ve çevresini ele geçirdi. Atabeklik unvanı Seyfeddin’de kaldı. Devletin bölüşülmesinden sonra iki kardeşte tehlikelere karşı birlikte hareket etmek zorunda idiler. Hıristiyanların Urfa’da çıkardığı isyan Nureddin tarafından kontrol altına alındı. Seyfeddin bundan dolayı Urfa’nın himayesinin Nureddin’de olmasını kabul etti. Böylece iki kardeş arasında güven duygusu daha da sağlamlaştı.
1147-1148 yılları arasında Seyfeddin, Mardin Artukluları ile mücadele etti. 1148’de II. Haçlı Seferi sırasında Dımaşk Atabekliği’nin yardımına koştu. Ertesi sene Antakya yakınlarında Haçlılara ağır bir darbe vurdu. Seyfeddin’in kardeşi ile yaptığı bu başarılı seferler ve birliktelikleri uzun sürmedi ve 1149 Kasım’ında Seyfeddin vefat etti. Onun ölümünden sonra atabekliğin Musul kolu eski güç ve itibarını kaybetti. Musul kolunun yerini Halep kolu aldı, böylece Nureddin Mahmud ön plana çıktı. Nureddin ölünceye kadar Musul kolunu da ihmal etmedi.
KUTBEDDİN MEVDUD DÖNEMİ (1149-1170)
1149 yılında Musul atabekliğinin başına geçmiştir. İktidarının ilk yıllarında iç mücadeleler yaşanmış ve sorun Nureddin Mahmud tarafından çözülmüştür. 1152’den sonra Irak Selçuklularının zayıflaması Musul’daki atabekliğin nüfuz alanını genişletmesine yardım etmiştir. Bu dönemde Musul, özellikle Doğu Anadolu’daki Türkmen beylerinin hamisi idi. Bilhassa Sökmenliler ve Ahlatşahlar ile Musul atabekliği arasında ittifak kurulmuştu. 1170’lere kadar bölge bu sayede huzurlu bir yaşam sürmüştü. Musul ve çevresi huzurlu olduğu gibi refah seviyesi de arttı. Önemli şahsiyetler bu dönemde bu ortamda yetişmişlerdir. 1160’ların başında da Gürcülere karşı mücadelede Musul atabekleri etkin rol oynamış, Doğu Anadolu beyliklerine destek olmuşlardır.
1164-1167 yılları arasında Musul kuvvetleri Suriye’de haçlılara karşı oldukça etkin mücadeleler içinde olmuşlar ve başarı kazanmışlardır. 12. yüzyıl sanatta, kültürde, seramikte, metal işçiliğinde başarılı olunmuş, Musul ekolü ortaya çıkmıştır. Bunlar, bütün dünya ülkelerine gönderilmiştir. Bu dönem Musul için son derece parlak bir dönemdir.
II. SEYFEDDİN GAZİ DÖNEMİ (1170-1180)
Mevdud’un 1170’de ölmesi üzerine yerine II. Seyfeddin Gazi geçmiştir. Ancak bu esnada saltanat mücadelesi de yaşanmıştır. Bu mücadele Nureddin Mahmud’un arabuluculuğu sayesinde son bulmuştur. Nureddin Mahmud çözümü şu şekilde sağlamıştır: Seyfeddin Gazi Musul hâkimi olurken diğer kardeşi II. İmadüddin’de Sincar hâkimi olmuştur. II. İmadüddin Sincar’da elli yıl sürecek olan bir atabeklik kurmuştur.
II. Seyfeddin ilk zamanlarında kardeşiyle mücadele ettikten sonra Nureddin’in ölümüyle beliren Selahaddin Eyyubi tehlikesi karşısında Suriye’ye müdahale etmek istemiştir. Ancak Selahaddin karşısında tutunamamıştır. Selahaddin önce Dımaşk’ı almış, ardından da Musul kuvvetlerini mağlup etmiş ve bu şekilde Musul atabekleri Suriye’den çekilmişlerdir. Ancak bunun yanı sıra geçici de olsa Urfa yöresini kontrol etmeyi başarmıştır. Selahaddin Eyyubi ölünceye kadar Fırat’ın doğusuna geçmeyi başaramamıştır.
Seyfeddin 1180 yılında vefat etmiştir. O, Selahaddin Eyyubi tehlikesini en iyi idrak eden bir lider olarak Doğu Anadolu’daki Türkmen beylerini birleştirmek için çalışmıştır. Bunun için Türkiye Selçuklularından da destek almaya çalışmıştır.
İZZEDDİN MESUD DÖNEMİ (1180-1193)
Bu dönem Musul atabekliği açısından çok parlak geçmedi. Selahaddin 1182’de Halep’i geçerek Musul’a yürüdü. Önce Urfa yöresini, ardından da Sincar bölgesini ele geçirdi. Sincar’daki Zengiler onun hâkimiyetini tanıdı. Musul sıkıntılı ortamdan kurtulabilmek için Doğu Anadolu Türkmen Beylerinden yardım istedi. II. Sökmen idaresindeki Türkmen kuvvetleri yardıma geldi. Mardin yakınlarında iki düşman kuvvet karşılaştı fakat savaş gerçekleşmedi. Selahaddin 1183 yılında Diyarbakır çevresindeki İnançoğlu beyliğine son verdi. Amid’i aldı. Bundan sonra 1183-1185 yılları arasında iki defa Musul’u kuşatsa da burayı alamadı. Fakat Musul, Selahaddin’in yüksek hâkimiyetini tanıdı. Eyyubiler 1195 yılına kadar Diyarbakır çevresinde faaliyetlerini artırdı. Bu sıkıntılı ortamda 1193 yılında İzzeddin Mesud vefat etti.
NUREDDİN ARSLANŞAH DÖNEMİ (1193-1210)
İzzeddin Mesud’un ölümünden sonra atabekliğin başına oğlu Nureddin Arslanşah geçti. Arslanşah son kudretli atabek oldu. Bu kudret eskiden olduğu gibi değildi. Bu dönemde Musul atabekleri kendi iç mücadelelerinin yanı sıra Eyyubiler ile de mücadele etmişlerdir. Arslanşah, Selahaddin Eyyubi’nin ölümünden faydalanarak Urfa yöresinde bazı beldeleri ele geçirmeye çalıştıysa da başarılı olamamıştır. İktidarının uzunca bir döneminde Sincar hâkimleri ve Erbil Atabekleri ile mücadele etti. Mücadeleler genellikle Nusaybin, Dara ve Telafer gibi bölgelerde gerçekleşti. Bu mücadeleler nedeniyle dışarı bölgelere de fetih hareketleri durmuştu. Bu esnada El-Cezire hâkimi Melik Adil Musul’dan bazı kazançlar elde etmiş, mevcut dengelerin bozulmasını engellemiştir. ,
1198 yılında Arslanşah Eyyubi hükümdarına karşı Mardin Artuklularının yardımına koşmuş, kuşatma altındaki Mardin’i kurtarmayı başarmıştır. Bunun üzerine Eyyubiler bölgeden geri çekilmiştir. 1201 yılında Arslanşah Melik Adil ile bir savaş daha yapmış, bu sayede bölgedeki otoritesini tesis etmeye çalışmıştır. Ancak şanssızlık sonucu Eyyubileri elinden kaçırmıştır. 1204 yılında Arslanşah etkinlik alanını artırarak Nusaybin’i almıştır. Fakat bu tarihte Eyyubiler Arslanşah’ı tekrar mağlup etmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Sincar atabekliği Musul’u alıp paylaşma teklifi ile Arslanşah’ın karşısına çıkmıştır. Arslanşah bu teklif üzerine kendisine müttefikler aramıştır. Bu müttefiklerden birisi Musul’da güçlenen Erbil atabeki Gökböri idi. Bunun dışında Artuklular, Türkiye Selçukluları da Arslanşah’ın yanında yer almışlardı. Mücadelede önceleri Adil üstünlük sağlamıştı. Daha sonra üstünlük karşı tarafa geçti. Neticede Abbasi halifesinin araya girmesiyle taraflar mevcut statünün korunması karşılığında anlaşma yaptılar. Ancak buna rağmen bölgede Eyyubilerin baskınlığı hissedildi. Melik Adil gücünü artırarak 1207 yılında Van Gölü havzasını ele geçirip Ahlatşahlara son verdi. Ayrıca Bitlis’te Eyyubilerin eline geçti. 13. yüzyılda beyliklerin çoğu ortadan kalkmıştı. Sadece Artuklular varlığını devam ettiriyordu. Musul’da bu durumdan olumsuz etkilendi ve bölgede Eyyubi otoritesi arttı. Bu ortamda Arslanşah 1210 yılında vefat etti. Aynı yıl Eyyubiler, Gürcülere karlı hareket etti. Gürcüler; Van, Ahlat ve Erciş’e kadar gelip pek çok yeri yağmaladı. Bunun üzerine Eyyubiler harekete geçti ve duruma el koydu.
II. İZZEDDİN MESUD DÖNEMİ (1211-1218)
Arslanşah’ın ölümünden sonra vasiyeti üzerine II. İzzeddin Mesud başa geçmişse de atabeklik vezir ve naib olarak Lu’lu’nun eline geçti. Bu dönemde Musul atabekliği şehzadeler arasında daha da parçalanmış idi. Sincar dışında Akr, Şuş, İmadiye, Hakkariye elden çıkmıştı.
1218 yılında II. İzzeddin Mesud vefat etmiştir. Onun dönemi ile ilgili en önemli olay Erbil atabekliğinin Musul üzerindeki nüfuzunu arttırmaya çalışmasıdır. Mesud’un naibi Lu’lu Musul’u gerek Eyyubilere gerekse Erbil atabekliğine karşı korumuştur. Ölümünden sonra da oğlu Mahmud son atabek olarak Musul tahtına çıkmıştır.
NASİRÜDDİN MAHMUD DÖNEMİ (1219-1233)
Bu dönemde Lu’lu’nun yine aktif olduğunu söylemek mümkündür. Yine bu dönemde Eyyubiler Musul üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Buna karşılık Sincar atabekleri Musul’u bir kez daha ele geçirmek istediler. Bunun için Erbil atabekliği ile iş birliği yaptılar. Bu iş birliği Lu’lu’yu ve atabek Mahmud’u korudu. Atabeklik varlığını 1233 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Musul üzerindeki halifelik de etkilendi. Mahmud 1233’te öldü. Bundan sonra yerine Zengilerden atabek atanmadı ve böylece Musul atabekliği son buldu. 1260 yılına kadar bölge müstakil olarak varlığını sürdürdü.
HALEP ATABEKLERİ DÖNEMİ (1146-1181)
Kurucusu Nureddin Mahmud’dur. Babaları İmadüddin’in ölümünden sonra kurulmuştur. İlk başlarda Halep ve çevresinde yaşamışlardır. Daha sonra Suriye ve Mısır’a yayılmışlardır. Nureddin Mahmud’un ilk atabeklik dönemi çok sıkıntılı geçmiştir. Bir taraftan Dımaşk atabekleri, diğer taraftan Kudüs ve Antakya haçlıları yönetimi zayıflatmaya çalışmışlardır. Nureddin bu zor durumdan, kardeşi Musul hâkimi Seyfeddin’in desteği ile kurtulmaya çalışmıştır. Yine kardeşinin desteği ile Urfa’yı kendi yönetimine dâhil etmiştir. Bu hâkimiyet için Türkiye Selçukluları ve Danişmentlilerle mücadele etmiştir. Bu esnada II. Haçlı Seferi yaşanmıştır. Bu haçlı seferinin amacı Nureddin’i ortadan kaldırmaktı fakat bir hesaplama hatası nedeniyle Dımaşk atabeklerine saldırıldı. Dımaşk atabekliği zayıflayınca Nureddin bu durumdan faydalandı ve yardıma koştu. Böylece Dımaşklıların sempatisini kazandı. Haçlıların çekilmesinden sonra da 1149 Haziran ayında Antakya haçlılarına karşı büyük bir zafer kazandı. Bu esnada Antakya hâkimi vefat etti. Bu durum Nureddin’in gücünü artırdı. Bu zafere İnnib Zaferi adı verilir. Bu zaferden sonra Nureddin Antakya’yı kuşattı fakat bir sonuç alamadı. Nureddin’in bundan sonraki en büyük hedefi Dımaşk olmuştur. Nureddin zaman zaman Musullular ve Emevilerle de sıkıntılar yaşamıştır. Bir süre Musul üzerinde etkili olmuştur. Dımaşk’ın zayıflaması, sınırları genişletme isteği ve Üner’in ölümü Nureddin’in önünü açtı. Bu dönemde Abak (1140-1154) denge politikası izliyordu. Nureddin 1150-1151 yıllarında iki defa kenti kuşattı. Fakat gerek Dımaşklıların direnmesi gerekse haçlıların saldırıları sonucu başarı sağlanamadı. Buna rağmen Dımaşklılara üstünlüğünü kabul ettirdi.
Bu dönemde Nureddin Türkiye Selçuklularından da çekiniyordu. Dönemin Selçuklu sultanı I. Mesud Halep çevresinde ve Orta Fırat bölgesinde hedeflerinin olduğunu hissettirmişti. Bu durum Nureddin’in hareketini zorlaştırmıştı. Bu mücadelelerinin ardından 1153 yılında önemli bir gelişme yaşandı. Müslümanların Suriye ve Filistin’deki son limanları Askalan Kudüs krallığının eline geçti. Bu durum büyük bir korku ve infiale yol açtı. Nureddin bu atmosferi değerlendirmek istedi. Aynı esnada Dımaşk atabekleri de Kudüs krallığına tam bağlılık anlaşması yapıyordu. Bu olay da Dımaşk halkını derinden etkilemişti. Halkın hayat şartları zorlaştığı için büyük tepkiler gösteriliyordu.
Nureddin artık son adımın atılması gerektiğini görerek 1154 Mart ayında harekete geçti ve kenti kuşattı. Bir aya yakın süren kuşatma sonucu Dımaşk Nureddin’in eline geçti. Bu sayede Nureddin Suriye’yi birleştirmiş oldu ve bölgenin hakimi oldu. Nureddin kenti ele geçirdikten sonra akılcı bir politika izleyerek Kudüs haçlılarıyla mütareke yaptı. Bundan sonra bölgede valilik sistemini tesis etti ve yönetime bu şekilde devam etti.
1158 yılına kadar bölgede önemli bir olay yaşanmadı. Yalnızca 1157 yılında Kudüs kralı ile bir sınır savaşı yapılmıştır. Burada Kudüs kralı yenilgiye uğratılsa da bir kazanç elde edilememiştir. Bu olaydan bir süre sonra Nureddin ağır bir hastalık geçirmiş, buna bağlı olarak idarede zayıflık yaşanmıştır. Haçlılar bu durumdan faydalanarak Şeyzer ve Harim bölgelerine bazı saldırılarda bulunmuşlardır fakat başarılı olamamışlardır. Bu dönemde Eyyubi ailesinin devlet içindeki önemi artmıştır. Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyubi ve amcası Şirkuh’un oldukça etkili oldukları gözlenmiştir. Necmeddin idarî görevlerde, Şirkuh ise askerî görevlerde ön plana çıkmıştır. 1158’den sonra bölgeye önemli bir güç olarak Bizans’ın müdahale ettiği görülmektedir. Bizans orduları 1158’de Çukurova’yı geçip Halep önlerine geldiler. Buna karşın Nureddin, Bizans’a bağlılığını bildirdi. Bölgedeki Ermeniler de cezalandırıldı. Antakya’nın iç idaresi haçlıların elinde olmasına rağmen şehir, Bizans’ın himayesi altına alınmıştı. Bizans bölgenin en büyük gücü olduğunu kısa sürede göstermişti. 1160’tan sonra bölge üzerinde Nureddin ve Kudüs krallığı büyük bir mücadeleye giriştiler. Çünkü bu sırada Mısır’da yönetim tamamen çökmüştü. Mısır’ın haçlıların eline geçme tehlikesi vardı. 162-1163 yıllarında haçlılar Mısır’a iki kez saldırdılar. Buna karşı Nureddin 1163 yılında Şirkuh’u Mısır’a gönderdi. Yanında Selahaddin Eyyubi’de vardı. Burada çeşitli mücadeleler yaşandı. 1164’te her iki taraf da Mısır’ı terk etti. 1166’da mücadele tekrar başladı. Bu savaşı Nureddin kazandı. Kudüs kralları mağlup edildi ve Mısır, Nureddin’e teslim oldu. Şirkuh, Mısır valisi ve halifenin veziri oldu. 1168’te Şirkuh vefat etti. Onun ölümünden sonra Selahaddin Eyyubi dönemi başladı. 1174’e kadar Selahaddin Eyyubi, Nureddin’in adına Mısır’ı yönetti. Bu esnada 1171 yılında halifelik kaldırıldı ve hutbe Abbasi halifesine geçti. Nureddin 1170’lerin başından ölümüne kadar Musul ve Anadolu işleriyle uğraştı. Anadolu’da Danişmentlileri destekledi. Musul üzerinde de hakimiyeti sağladı. Nureddin’in bu meşguliyetleri Selahaddin Eyyubi’nin bağımsızlığını kolaylaştırdı.
Nureddin 1173 yılında son seferini Mısır üzerine yapmayı düşündü. Ordusunu hazırladı ve Dımaşk’ta dinlenirken 1174 yılında vefat etti. Kendisi çok büyük bir şahsiyetti. Ölümü bölgedeki tüm dengeleri değiştirdi. |