Yeniçağ Avrupa Tarihi
YENİÇAĞ AVRUPA TARİHİ
 
 
REFORM
        Bireyin ve sistemin din ve tanrı algısını düzeltmesi anlamına gelmektedir. Bu durum Ortaçağ Avrupa'sının kabul edemeyeceği bir durum olduğiçin kanlı mücadeleler gündeme gelmiştir. Bugün bile reform birçok tartışmalara neden olurken, kalıplaşmış bir Avrupa'da tanımak imkansız gibi gözükmektedir.
        Hümanizm sayesinde Avrupa'nın kaynaklarına ulaşılması ve serbest düşüncenin oluşması..
        Islahat Fikri, matbâa sayesinde ortaya çıkan fikirler reformun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
336 Konsülünde ortaya çıkan hritiyan ayrışması ve Katoliklik mezhebinin baskınlığı, reforma karşı çıkmıştır. Uzun dönemler boyunca kilise sahip olduğu gücü kendisi için kullanmış, dini kendine alet etmiştir. Burada kişiye zulüm gözlenmektedir. Bu zamanda papalık,bütün hükümdarlar güçlerden daha üst bir pozisyondaydı.(Kilisenin reforma ihtiyaç duyması ortaçağda da gündeme gelmiştir)
        Hristiyanlığın kaynaklarına inilmesi reformun en önemli sebeplerindendir. Reform denilince, Erasmus ve Luther Rönesan döneminde olduğu gibi ön plana çıkmışlardır. Almanya ve Hollanda da Erasmusçuluk fikri derin tartışmlara neden olmuştur.
        Luther, papalığın yaptıklarına karşı bir duruş sergilemiş ve düşüncelerini özgürce ifade etmiştir. Kilise duvarına astığı 95 Maddelik bildiriyle insanlara bazı gerçekeleri göstermeye çalışmıştır. Cennetten yer alma konusunda büyük düşüş yaşanmıştır. Luther bu görüşleriyl Almanya'da milli bir kahraman olarak görülmüştür. Luther'in incili Almancaya çevirisi onun en önemli eseridir. Lutherciliğin esaslarını araştırmıştır.
        Augsburg diyeti ile ptotestan şehirler kendi güçlerinin farkına varmışlar, fikirlerini açık ve net biçimde ifade etmişlerdir. Bu nedenle 1530 Konsülü oldukça önem arz etmektedir. Bu konsülden sonra Almanya da bir iç savaş başlamış ve 25 yıl sürmüştür. Almanya bu iç savaştan büyük zarar görmüştür. 1555'te toplanan mecliste Augsburg anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Katolikler, Protestanları tanımışlardır. Prenslerin istedikleri mezhebi kabul edebilecekleri kararı alınmıştır. Prensin mezhebini kabul etmeyen halk başka bölgeye taşınabilirdi. Reform hareketi Almanya'dan başka bölgelere de taşınmıştır. İsviçre'de zwingli isimli bir rahip önderliğinde başlamıştır. Dini bir ıslahat düşüncesi ile taraftar toplamış, hükümet bu taraftarları kararlarından caydıramamıştır. Zwingli, papalığın otoritesini reddetmiş, rahiplerin evlenmesini istemiş, ayrıca toplumsal savaşa son verilmesini istemiştir. 1531'de Zwingli yaptığı mücadelede ölmüş, kendisinden sonra fikirlerini Calvin devam ettirmiştir. Fransa'da reform, Luther'den daha önce gözlenmektedir. Çünkü halk kilise baskısından bıkmıştır. La Faure Fransaola bu harekete öncülük etmiştir. İman ile kurtuluşa erişme düşüncesi vardır. ;Dini ibadet kilise için değil tanrı için yapılır görüşünü benimsemişlerdir. Bu tanım aslında reformun en öz ifadesidir.
        Fransa kralı bu harekete sıcak bakmamış ve reformcularla devletin arası açılmıştır. La Faure bu durumdan endişe edip ülkeyi terk etmiştir.
        Calvin bu dönemde Luther'den oldukça etkilenmiştir. Fakat devletin takibine maruz kalan Calvin, İsviçre'ye kaçmak zorunda kalmıştır. Calvin'in fikirleri, Luther ve La Faure'nin fikirlerine benzemektedir. Calvin'i takip edenlerin evleri basılmış, işlerine ambargo konulmuş fakat fikirlerinden caydıramamışlardır. Bu kardeş kavgasına son vermek için 1598'de Nant Fermanı ilan edilmiştir. Bu fermanla Calvinist hareket kabul edilmiştir.
        İngiltere'de ise bu hareketin öncülüğünü Viclif yapmış, papazların yaşamlarının hatalı olduğunu bildirmiştir. Yengesiyle evlenebilmek için bir kilise kurmuştur. Bu hareket büyük tepki alsa da karşılarındaki hakim güce karşı duramamıştır.
        Dinin çok serbest kullanılması bazı Protestanları Katolikliğe döndürmüş, bu karışıklık kraliçe Elizabeth zamanında bastırılabilmiş, uzlaşma yoluna gidilmiştir.
        Belçika ve Hollanda da ise Calvinizm çerçevesinde reform şekillenmiştir. Orta ve Doğu Avrupa’da Luthercilik yayılmıştır. Bu bölgede öne çıkan bir isim yoktur.
        Bu hareketlere karşı Katolik kilisesi -Cizvit Tarikatı- kurarak engellemeye çalışmıştır. Katolikler kendi içlerinde bir düzeltmeye gitmişlerdir. Bir konsül toplayarak yeni kararlar almışlardır.
        Bu dönemde halka katolikliği anlatıp din adamları yetiştirmek için din okulları açılmıştır. Bu arada Cizvit tarikatı baskı kurarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu tarikat geri kalmış bölgeleri katolikliğe bağlama işine girişmiştir.
        Reform Avrupa'da büyük olaylara sebep olmuş, mezhep birliği parçalanmış, Avrupa'nın sosyal çehresi değişmiş, katolik kilisesinden ayrılan ülkelerde topraklar gasp edilmiş, büyük yağmalama olayları yaşanmış… Yani reform, tam amacına ulaşamamıştır. Bunların sonucunda Katolik Kilisesi kendi içerisinde bir reform yapmıştır.
                                                  
COĞRAFİ KEŞİFLER
         Bazı kültürlerin bilimi, bazı kültürlerin başlangıcına neden olmuştur. Keşifler iktisadî nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’yı köşeye sıkıştırmış gibi algılanması bu keşiflerin sebeplerinden biri sayılabilir. Bu keşifler büyük birer cesaret örneğidir. Coğrafi keşiflerin büyük çaplı olmasında, pusulanın icat edilmesi büyük rol oynamıştır. Kıyıya yakın yerlerden gitmek zorunda kalmamışlardır. Asıl amaç, Hindistan’a giden yeni bir yol bulmaktır. Yeni bir kültüre ulaşmanın yanı sıra gemi tekniğinin ilerlemesi önemlidir. Eskisine göre daha süratli ve dayanıklı “karavela” isimli gemiler yapılmıştır. Bilinmezliğin içinde ne olduğunu öğrenmek, cesaret istediği için, coğrafi keşifleri bu açıdan incelemek önemlidir. Konuyla ilgili olarak, Portekizler ve İspanyollar ön plana çıkmışlardır. Denizcilik faaliyetleriyle Portekizliler önemli adımlar atmışlar, denizcilik okulu açmışlardır. Bunu yaparken Afrika kıyılarına Portekiz kültürünü götürme amacı gütmüşlerdir. Uzun süren hazırlık döneminden sonra, ilk hareket hüsrana uğrasa da, teşvikler sayesinde başarıya ulaşılmıştır. II. Henry zamanında da aynı çalışmalara devam edilmiş, Ümit Burnu dolaşılmıştır. İspanyollar da denizci bir millet olarak batıya doğru gidip Hindistan’a ulaşmayı amaçlamışlar ve Amerika kıt’asını keşfetmişlerdir.
          Karavela cinsinden 3 gemi ve tayfa feolarik edilerek Colomb’un emrine verilmiş, yolculuk 2.5 ay sürmüş ve Bahama Küba adalarına ulaşılmıştır. 6 aydan fazla süren seyahatten sonra ülkesine dönmüş, bu seyahat herkesi memnun etmiştir. Daha sonra Labrador ve çevresi keşfedilmiş ve İspanyollar Güney Amerika’yı sömürmeye başlamıştır. Bu keşifler fiyat devrimini ortaya çıkarmıştır. Avrupa’nın iç ekonomisinde malların fiyatlarını büyültmüştür.
           Diğer bir sonuç, Amerikan tarım ürünlerinin Asya ve Avrupa’ya getirilmesidir.
           Başka bir sonuçta, hastalıkların çoğalmasıdır. Yeni hastalıklar da ortaya çıkmıştır.
           Avrupa’nın bilgisi ve keşif yeteneği ispatlanmış ve gelişmiştir. Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. Bu sınıf rönesans ve reformun çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Bunların sayesinde mimarî alanda önemli gelişmeler olmuş, Avrupa’nın çehresi değişmiştir.
           ABD’nin kurulması ve devletin ortaya çıkmasının temeli, keşiften sonra Amerika kıtasına olan göçlerin etkisidir. Göçler en çok İngiltere’den yapılmış, aralarında Fransız grupları da barındırmışlardır. Göçteki temel etken ekonomidir. Gelen gruplar koloni kurmuşlar ve sayıları kısa zamanda artıp gelişmiştir. İngiliz sistemi Amerika’ya yansımıştır.
           İngiltere kralı ve lordların yerine valilik ve konsey meclisi oluşturmuşlar ve anayasa hazırlanmış, insan haklarını uygulamış ve yeni bir devletin temelleri bu şekilde atılmıştır. 7 Yıl savaşlarının getirdiği mali sıkıntılardan dolayı İngiltere yeni vergiler ortaya çıkarmıştır. Koloniler bu vergilerden oldukça etkilenmiştir. Vergi, kolonileri rahatsız etmiştir. Halk rızaları olmadan alınan bu karara itiraz edince kanun geri çekilmiştir. Bu durum Amerika’daki İngilizlerin ne kadar güçlü olduklarının farkına varmalarına neden olmuştur. İngiltere bunu bir prestij meselesi haline getirmiştir. Ardından farklı ürünlere yeni vergiler konmuş, Amerika yeni tepkisini İngiliz mallarına boykot uygulayarak göstermiştir. Kral bunu şahsi bir mesele olarak görmüştür. Bu nedenle ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Gerginliğin artması, İngiliz mallarının denize dökülmesi savaş ilanı kabul edildi. 1774’te Baston Limanı Kanunu çıkarılıyor. İngiltere intikamını almak için bu limanı ticaretten men etmiştir. Buna halkın tepkisi sert olmuştur. İngiltere’ye karşı alınacak tedbirler için Amerika’da bir kongre toplanmış ve İngiltere’ye karşı mücadele kararı alıyor. İngiltere asker yoluyla olayı çözmeye çalışmıştır. İngiliz askeri ile Amerika halkı çatışmıştır. Toplanan 2. kongrede Amerikan ordusunun kurulması kararı alınmıştır. Bağımsızlık eylemleri artınca bağımsızlık demeci 1776’da kabul edilmiştir. Bu durum Fransız İhtilalini de tetiklemiştir. Bu demeç insan özgürlüklerinden haklarından bahsedip, devletin görevlilerinin ne olduğunu bildirmektedir. Bu demeç bağımsız ABD’nin kurulmasını simgeler.
          Bu gelişmelerden sonra İngiltere mücadeleyi kaybetmiş, Amerika’ya teslim olmuştur. Fransa ve İspanya ABD’yi desteklemiştir. Böylece 7 yıl savaşlarında Fransa İngiltere’den intikamını almıştır. Fransa’da gelen yeni vergiler de bu zamanda ihtilalin patlak vermesine neden olmuştur. İngiltere ve Fransa’nın mâli bunalımı ABD’yi kârlı çıkarmıştır. Yapılan ittifakla Fransa ABD’yi tanımıştır. Yapılan ittifak İngiltere’ye rest çekme konusunda önemlidir. Amaç İngiltere’nin zayıflatılıp Cebelitarık’tan atılmasıdır.
          Daha sonra İngiltere ile ABD arasında 1783’te barış anlaşması imzalanmış ve sınırlar belirlenmiştir. İngiltere’nin Cebelitarık’tan atılması düşüncesi gerçekleşmemiştir. 1787’de ilk ABD federâl anayasası kabul edilmiştir. 1789 ocağında başkanlık seçimleri yapılmıştır. Ve Washington ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Ardından ABD genişlemeye başlamış ve bazı topraklar satın alınmıştır. Florida, Tevas gibi yerler bunlara örnektir. Alaska ABD’nin son büyük toprak kazancıdır. Ruslardan 1867’de satın alınmıştır.
                                                               
WESFELYA ANLAŞMASI
          30 Yıl savaşlarını bitiriyor. Wesfelya barışı kendi içerisinde bir sürü barışı barındırıyor. Bu anlaşma ile Ogsburg anlaşmasının hükümleri yenileniyor. Calvenizm Roma Germen’de kabul ediliyor. Kuzey Roma Germen’deki küçük prensliklerin her biri ayrı siyasal birimler haline dönüşüyor. İmparatorların vergi toplaması üye devletlerin onayına dönüşüyor. Bir nevi federasyonluk haline geliyor.   
          Hollanda, İsviçre bağımsız oluyor. Hollanda ile İsviçre arasındaki savaş son buluyor. Fransa Hollanda’ya doğru genişlemiş, Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olma durumuna gelmiştir. Kuzey Roma Germen İmparatorluğunun kutsallığı kalmamış ve imparatorluk olma durumunu dahî yitirmiştir.
 
                Bu bölümde nüfus, refah düzeyi, fiyatlar,  kurumlar, sivi l yaşam ve adetler ele alınmaktadır. Bu konunun anlaşılabilmesi için öncelikle siyasî tarihin tanımını yapmak uygun olacaktır. Siyasî tarih devletin tarihi,ekonomik ve düşünsel tarih ise farklı bir grubun tarihidir. Modern dönemde tüm uygar uluslar bu gruba dahildir. Siyasî tarihte çarpıcı paralellikler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra uygar halkların toplumsal gelişim ve kültür alanında son dönemde geçirdikleri evrim neredeyse birbirinin aynıdır. Ancak ulusal bilincin artması, kilise-nin bölünmesi modern dillerin ve edebiyatın yükselişi merkezden uzaklaştırıcı etkenler olsa da tüm bunları bir araya getiren yeni etkenlerin gelişimi dağılma eğilimine baskın çıkmıştır.
            XVI. yüzyıl ekonomik ve sosyal koşullarını değerlendirirken Batı Avrupa’yı bir bütün olarak düşünmek  doğru  olacaktır. O dönemde günümüzdeki ülkeler arasındaki önemli farklı-lıklardan  biri nüfustur. Bu güne kadar bir alan içindeki insan sayısında meydana gelen iniş ve çıkışların nedenlerini açıklayan belli bir formül bulunamamıştır. Avrupa’da yaşayanların sayı-sı Luther zamanından bu yana dört katına çıkarken, bölgenin servetinin miktarı da çok daha büyük  bir  oranda  artış  göstermiştir. Bu durum barış dönemlerinde çok daha hızlı bir gelişim göstermiştir.  Ortaya çıkan tabloda da son 400 yıllık değişimlerden birinin yoksulluktan refaha doğru  olduğu  vurgulanmaktadır.  Kesin olan bir durum var ki; o da fiyatlarda muazzam bir değişikliğe  gidildiğidir.  Bunun nedeni iletişimin çok düşük düzeyde oluşu ve gelişmemiş tarım yöntemlerine bağlı olarak bereketli yıllarla kıtlık yıllarının birbirini izlemesiydi. Çeşitli nedenlerden dolayı düşünsel açıdan XX. yüzyıl ne kadar demokratik ise XVI. yüzyıl o kadar monarşikti.  Bu dönemde eski zamanlara ait âdetler canlanmış, kralların tanrısal vasıflarla donatıldığı klasik dönemlerden kalan monarşi miras alınmıştı.
            Feodalizmin ayrıcalıklarının zayıflaması, rahiplerle soyluları tamamen ortadan kaldır-masa da konumlarının değişmesine neden oldu. Ortaçağ’da kast sisteminin parçalanmasının bir belirtisi de insanların işleri veya mesleklerini kapsayan iki mesleğin doğrudan soyluların egemenliğine, diğer bağımsız işlerin neredeyse tamamının zengin orta sınıfın çocuklarının tekeline geçtiği doğrudur. Yine de insanlara yükselme şansı tanıyan yeni kanalların bulunması önemlidir.  Din adamları Ortaçağ sistemiyle, modern düzen arasında tam ortada yer alıyordu. O dönemin din adamları, değersiz olarak görüldükleri dönemlerde bile kaynaklarda yer işgal ediyorlardı.  Dönemde çeşitli yenilikler de meydana geldi. Bu dönemde en önemli besin maddesi patates oldu. Yemekler baharatlarla zenginleştiriliyordu. Daktilo, tükenmez kalem ve dolma  kalemin  yerine  tüy kalemler kullanılıyordu. Posta ücretleri pahalıydı ve henüz telefon ve telgraf icat edilmemişti. Ayrıca banyo yapma alışkanlığı da haftada bir kezdi. O dönem bir şiddet çağıydı. Her yerde cinayete şahit olmak mümkündü.
 
 
                                                       
         KAPİTALİST DEVRİM
 
            Bu bölümde  paranın gücünün yükselişi ve para iktidarının yükselişi konuları ele alın-maktadır. Reforma paralel olarak reformdan daha derin ve kalıcı sonuçlara yol açan, bir de ekonomik devrim yaşanmıştır. Hem reform hem de ekonomik devrim çağın belirleyici ruhunu ortaya koyuyordu. Devrimle birlikte; zenginliğin üretimi ve paylaştırılmasında bir yöntem olarak, özel girişim ve rekabet ortak çabanın yerini almıştı. Reformu veya ekonomik devrimi bir  diğerinin doğrudan ve yalın bir nedeni olarak görmek hatalı bir yaklaşımdır. Bunlar karşı-lıklı bir etkileşim içindedir. Dönemi yaşayanlar kapitalizmin yükselişinin özellikle de kötü et-kilerini fark etmişlerdi ve çoğunlukla yanlış bir saptama ile bunları reforma yüklemişlerdi. Ticaretin yeni hükümdarları ise bir yandan kiliseyi yağmalarken bir yandan da protestanlık maskesi  altına  gizleniyorlardı.  Bu iki hareket başka tarihsel güçler gibi düşüncede kolayca ayırt edilebilirken eylemde genellikle ayrılmaz biçimde iç içeydi.
            Kapitalist  devrimin  ortaya  çıkışı, değerli madenlerin üretimindeki artış gibi durumlar tamamen mekanik bir gelişme ile açıklanabilir. Değerli madenlerin artışının bir sonucu olarak fiyatların yükselmesi imalatı hareketlendirmiş, tüccar ve girişimciyi ilk kez bu kadar hareket-lendirmişti. Ticaretle Ortaçağ yöntemleri ve modern yöntemler arasındaki var oluş mücadelesi Almaya’da olduğu kadar başka  hiçbir ülkede açık bir şekilde gerçekleşmedi. Kuzey Almanya yeni koşullara uyum sağlayamamış olmanın sıkıntısını yaşarken, güneyde tüm imparatorluk-lardan haraç toplayabilen yeni bir güç yükseliyordu. Ticarette önündeki tüm engelleri aşarak zaferin coşkusuna kapılan kapitalistler fethedecek yeni alanlar aramaya girişip imalata el attı-lar. Kapitalizm; her fırsatta kötüye  kullandığı birikmiş zenginliğin sağladığı güçle değil var olma mücadelesinde modern toplumda ayakta kalmaya daha uygun bir sistem yaratması saye-sinde kazanan taraf oldu. Bu sistem; teknik geişimleri destekliyor, bireysel çabayı teşvik ediyor, tasarruf ve yatırıma büyük öncelik veriyor, başlangıçta pahalı görünen ancak kazandıklarıyla karşılığını veren donanımları kullanarak üretimi ucuzlatıyor, toptan üretim ve dağıtımda çok büyük tasarruf sağlıyordu. Kapitalistler ticaretten sağladığı servetin ardından tarım alanına yöneldiler. Burada gerçekleştirdikleri dönüşüm ile ticaretin yaşamın her alanına yayılması sürecinde son adımı atmış oldular. Yeni kapitalist derebeyleri hem toprağı hem de parlamentoyu ele geçrir geçirmez birinin kazancını artırmak için diğerini kullandılar.
            Modern dönemin mutlak hükümdarı paradır. Ortaçağ’da para kendi üstüne düşeni feodal hizmetle veya benzer şekiller ödeyen serfin umrunda değildi. Para soylular tarafından şeytanın en güçlü silahı olarak görülüp nefretle karşılanırdı. Ancak bugün para görmezden gelinip küçümsenemeyecek kadar güçlü nefret edilemeyecek kadar arzulanır bir hale geldi. Bu dönemdeki emekçi sınıf, parayla aynı güçteydi. Sayıları kapitalistlerden kat kat fazla olmasına rağmen her bakımdan onlardan gerideydi. Emekçi sınıftan birisi zengin olduğu takdirde, gücünü eski yoldaşlarına karşı kullanırlardı. XVI. yüzyıl toplumsal mücadeleleri hem Ortaçağ hem de modern döneme ait nitelikler taşır. Almanya’daki Köylüler Savaşı, İspanya’daki ayaklanma işçilerin kendileri için daha iyi ücret ve yaşam koşulları talep etmesinden dolayı çıkmıştır.
            Çalışan sınıfın sıkıntısının başlıca nedeni fiyatların artmasıydı. Ücretler daima daha yavaş yükselmiştir. Daha sonra yapılan kanunlarla işçi-işveren hakları düzenlenmiştir. Ortaçağ’da yoksullara merhamet gösterilmezdi. Bu dehşet verici durumlar karşısında Ortaçağ’ın hayrseverlik yöntemleri tamamen işlemez hale geldi. Devlet, bir girişimde bulunmak zorunda kaldı.
 
 
                                       BELLİ BAŞLI DÜŞÜNCE AKIMLARI
 
            Bu bölümde teoloji ve klasik bilimler, tarih, siyasal teori, bilim ve  felsefe konuları yer almaktadır. Siyasî ve ekonomik olaylar belli bir çerçeve oluşturmakla birlikte bu çalışmanın en ilginç ve en zengin konusu entellektüel başarılardır. XVI. yüzyıl bu bakımdan en parıltılı dönemlerden birisiydi. Bu dönemde kendinden öncekileri gölgede bırakan bilimsel eserler üretilmiş, sanat ve edebiyatta bol sayıda eşsiz yapıt ortaya çıkmıştı. Kutsal kitap İncil metni üzerine harcanan çaba düşünüldüğünde aydınlığa kavuşan noktaların son derece yetersiz olduğu bir gerçektir. Metni pek çok yönden bilimsel olmayan dogmatik bir yaklaşımla değil, kendi dogmalarına destek bulma amacıyla okuyorlardı. Yeni dogmalar eski dogmalara ve ön yargılara karşı daima sert bir mücadele içinde olmalıydı. Ancak Luther’in Kitab-ı Mukaddes’in bölümlerine ilişkin kesin yargıları genellikle basit bir dogmatik kaygının çok daha ötesindeydi. Luther, çağın en donanımlı akademisyeni olmasının yanı sıra pek çok durumda kendisini doğru yöne sevk eden güçlü, sezgilere sahipti. Ayrıca Luther, dramatik dokundurmalar, yüksek bir hitabet tekniği ve şiirselliği kullanarak Almanca Kitab-ı Mukaddes’e ruh ve sıcaklık kazandırmıştır. Luther İncil’i kendi düşünceleri doğrultusunda fazlasıyla yönlendirmiştir. Protestan ülkelerinde en yoğun biçimiyle gözlenen bu incil hayranlığı onu geniş kitlelere yaydı. İncil hristiyan ülkelerin hepsinde belki tarihin her döneminde en çok okunan kitap olmuştur. Ancak XVI. yüzyılda okuruna yeni keşfedilmiş olmasının hazzını da sundu. Taç giyme töreninde İncil isteyen II.Edvard taç giyme töreninde İncil’i tutkuyla öpen Elizabeth bu dönemin ideal örnekleriydi. Tüm protestan kiliselerinin hemfikir olduğu tek nokta İncil’in yüceliği ve eksiksizliği idi. İncil imanın biricik temeli ve tüm bilgeliğin tek kaynağıydı. Doğaldır ki yeni bir dinsel otorite kaynağının böyle özgür hale gelmesi gözle görülür sonuçlar doğurdu. İncil’in ve ibranice şiirler okunmasının binlerce kişiyi daha iyi daha bilgili ve daha mutlu ettiği ahlak standartlarının yükseldiği ve hatta onların arındığı doğrudur. Ancak aynı neden ya ahlaken etkisiz ya da açıkça kötü olan başka bazı sonuçlara da yol açtı. O dönemde dikkat çeken başlıca sonuç, yeni mezheplerin türemesi idi. Luther’in de yakındığı gibi kitabı herkes kendi kafasına göre yorumluyordu.
            İncil gibi klasikler de bilimin ilerlemesine bir ölçüde engel oluyordu. Bunun nedeni yalnızca insanın ilgisini doğal bilimlerden saptırmaları değildi. Doğal bilimlerle ilgilenmeye zaman bulamayan insanlar filozofların sözlerini yegane gerçek saymaya başlamıştı. Verili bir dönemin ilginç olaylarının ve ruh halinin incelenmesinde o dönemin tarihinden daha iyi bir ölçüt az bulunur. İncelediğimiz dönemde tarih biliminde iki büyük okul veya akım bulunuyordu. Rönesansta doğmuş, hümanist tarih ve reformun ürünü olan kilise tarihi. Hümanist tarihçiler insan düşüncesi ve eyleminden etkilenen çok büyük br alanı, dini tamamen göz ardı etmişlerdi. Bu alandaki konuları işlemek üzere yeni bir branş olan kilise tarihi ortaya çıktı. Aslında o dönemde önemli ama ihmal edilmiş olan din fenomeninin akılcı yollarla açıklanmasına değil, dini uyuşmazlıklarda her iki tarafın diğerine karşı kullanabilece-ği silahlara dönüştürülebilecek malzemeye ihtiyaç vardı. Böylesine pratik bir hedefin doğal sonucu olarak tarih, taraflı bir bakış açısı ile inceleniyor ve belli bir amaca hizmet edecek şekilde yorumlanıyordu. Katolik ve protestanların birbirine kilise tarihinin görüş alanını kısıtlamış, bunların hristiyanlık dışındaki tüm dinlerde olduğu kadar bu dindeki tüm tarikat ve septisizme karşı duydukları ortak nefret ise onu daha da yoksullaştırmıştır. Hakikat peygam-berler çağındaki kaynağından zayıf ve belirsiz bir dizi tanıklıkla tarih yazarlarının dönemine zor ulaşabiliyordu. Daha fazla bilgi, yavaş yavaşta olsa daha adil yargılar ve daha derin insanî kaygıları beraberinde getirdi. Bu anlamda yazarlar arasındaki kişisel farklar çok fazlaydı.
            Düşüncenin rotasını çizen başlıca etken karşı karşıya kalınan yeni sorunlardı. İnsanlar Ortaçağ boyunca süren evrensel imparatorluk ve evrensel kilise düşlerinden uyanıp yine kendileri tarafından ancak tamamen tesadüfen yaratılmış yeni oluşumlarla karşı karşıya kalmışlardı. Bunlardan biri özü iktidar olan ve kendisini eşit veya daha üstün bir güçle karşı karşı geleceği noktaya dek genişleme ilkesi ile var olan ulus-devlet idi. Tarihte din de dahil olmak üzere başka hiçbir etken yurtseverlik adıyla kutsallaştırılan milli egoizmlerin çarpışma-sından doğacak kadar çok sayıda savaş üretmiştir. Devlet içindeki egemenliğin ayrıcalıklı gruplardan burjuvaziye geçmesiyle yeni bir teoriye ihtiyaç duyuldu. Bazı siyaset uzmanlarının krallığın kutsal hakları öğretisine bazıları ise katıksız cumhuriyetçiliğe götüren yol ayırımı, monarşi ve parlamentonun zenginlerle birlikte kazandığı zaferin sonucunda ortaya çıkmıştı. Az sayıda da olsalar tüm sınıflar için demokratik bir rejim öneren eşitlikçiler de mevcuttu. Üçüncü olarak da reform hareketi çok eski bir sorun olan kilise-devlet ilişkisinde yeni bir dönüm noktası oluşturdu. Bu üç fenomenden yola çıkarak bir araya getirilen varsayımlarla dönemin siyaset bilimcileri göz kamaştırıcı bir siyasal kuram oluşturdular. Reform hareketi başlangıçta duraksayarakta olsa kilise ile devletin birbirinden ayrılmasını gerçekleştirmeye girişti. Luthercilik mutlak monarşiyi desteklerken, Calvinizm cumhuriyetçi bir unsur içeriyor-du. Ancak her dönemde olduğu gibi o zamanda sosyalizm anarşizmden daha fazla taraftar buluyordu. Özellikle anabatistler malların ortak kullanımını savunuyor, hatta böyle bir fırsat çıktığında da uygulamaya girişiliyordu. Her ne kadar bunda başarı sağlayamadılarsa da onların eşitlikçi ruhunun demokrasiye katkısı unutulmamalıdır. XVI. yüzyıl biliminin başarısı insanların Eski Yunan’dan beri geniş ölçekte ilk kez doğaya Aristotales ve Physiologus gözünden bakmak yerine kendi gözleriyle bakmayı denemeleridir. Bu dönemde matematikte sembolizme gidilirken pusula icat edilmiş, Kopernik’in astroloji biliminde çığır açması dünyanın kendisinin bir mıknatıs olduğu takvimin düzenlenmesi vb. yenilikler dönemin bilime en büyük katkılarıdır. Felsefeye esas olarak günahlardan kurtulmak için daha bireysel ve daha az mekanik bir plan oluşturmak için kullandılar. Katoliklikten vaz geçmekle görüşle-rinde oluşan en büyük değişiklik ayinsel hiyerarşik sistemi reddederek yerine inancı hakim kılmaları sonucu ortaya çıkmıştı. Bu kurtarma yetkisini doğrudan tanrıya yükleyen ve din adamlarıyla ayinlerin ara buluculuğunu reddeden bir değişimdi. Protestanların çoğu fikirleri ise katolikliğin bir versiyonudur. Montagine insanın fikirlerinin onun mantığına değil nerede doğduğu ve nasıl yetiştiğine bağlı olarak belirleneceği düşüncesine döner. Görünüşte katolikliği sürdürmesinin nedeni diğer dinlerden aynı ölçüde şüphe duymasıdır. Ona göre hemen hemen tüm fikirler bir ölçüde geçerliydi. Çünkü insanlar akıl yürütmeye başladıkları zaman aynı olgulardan tamamen birbirine zıt sonuçlara varırlardı. Montagine öğretilerin çeşit-liliğini eksiksiz kavrayabilen ilk kişiydi. Ona göre olasılık da hakikat kadar anlaşılması güç bir şeydir. Bocan’a göre teoloji felsefenin baş düşmanlarındandı. Çünkü insanı bilimsel olarak hakikatin izini sürmekten alıkoyarak dogmaların boyunduruğuna sokuyordu. Bocan; “Her tür felsefede katıksız olsa da tüm çıkış yollarının kutsallık cehaleti ile kapatılmış olduğunu görebilirsiniz.” şeklinde yorum yapmıştır. Bilimsel görüşle uyum içinde bir felsefe için iki gereklilik vardı. Birincisi yeni bir bilgi teorisi, ikincisi yeni bir evrensel mutlak gerçeklik kavramıydı.
 
 
DÖNEMİN MİZACI
 
            Bu bölümde hoşgörü ve hoşgörüsüzlük, cadılık, eğitim, sanat ve kitaplar konuları ele alınmaktadır. Din, geçmişte kendi hoşgörüsüzlüğünü herkesten yüksek sesle eleştirdiğinden yaygın bir biçimde önde gelen zulüm aracı olarak görülmüştür. Oysa ki zorlu bir mücadeleden sonra en büyük özgürlük yanlızca din alanında kazanılmıştır. Dinler arası savaş XVI. ve XVII. yüzyılda oldu. Bu dönemde iktidarı ele geçiren hemen hemen tüm dinler ve devlet adamları aynı ölçüde hoşgörüsüz davrandılar. Katolik kilisesi daima herkesin vicdan özgürlü-ğüne sahip olması gerektiği düşüncesinin “çılgınlık” olduğunu savundu. Ancak protestanların katoliklerden daha özgürlükçü oldukları şeklindeki geleneksel ön yargıya inananlar yanılıyor-lardı. Luther’in güçten yoksun olduğu ilk yıllarına ait birkaç görkemli sözü bir yana bırakılır ise reform lideri arasında vicdan özgürlüğü lehine bir tavıra neredeyse rastlanmaz. Onlar da din adına ceza verme gücüne erişir erişmez bu gücü kullanmışlardı. Reformcuların hoşgörü-süzlüğü hakkında söylenenlerden sonra çelişki olduğu gözlense de modern vicdan özgürlüğü-nü ayrıcalıklı bir azınlıktan kitlelere yayan ikinci etken reformdu. Kısa bir süre rönesansın ihtişamlı kültürünü fanatizmin kara bulutlarıyla gölgelemişse de reform kendi hedefine zıt bir biçimde özgürlüğün ebeveynlerinden biri olacaktır. Pis bir bataklıkta büyüyen güzel çiçekler içinde en güzeli din savaşlarından doğan bu dinî özgürlük olmuştur. Adımlar ard arda atılma-ya başlandı. Öncelikle Lutherci ve katoliklerin uzun süredir çözülmeyen sorunları bir kenara bırakıldı. Ausburg Barışı ile bu iki mezhebe hoşgörü ilkesi uygulanmaya başlandı. Varşova Sözleşmesi soylulara mutlak dinsel özgürlük bahşetti. Şimdi de sıra batıl inançların en dehşet verici olanına, insanlığın en onurlu, en ilham verici ve en önemli uğraşı olan eğitime geldi. Bu dönemde çok sayıda istisnaî olsa da öğretmenlerin çoğu kaba saba kişilerdi. Öğretmenlik mesleği bir hizmetçilik olarak görülüp, aşağılanır ki çoğu öğretmen çirkin davranışların yanı sıra ahlaksız tavırlar sergiliyordu. Çocuklara küfür eder, onları döver ve alkol kullanırlardı. Luther sonunda uygar ülkelere herkes için parasız ve zorunlu eğitimi getiren büyük dalganın yükselmesine katlıda bulundu ve bir çok üniversite açıldı. Daha sonra da başa geçen krallarda okul açılmasını destekleyerek maddi kaynaklar sağlamaya başladılar.
            Güzele duyulan ilgi evrenseldi. Reformdan sonra dinî mimarîde iki ayrı üslup izlendi. Protestanlar aşırı sade, katolikler ise aşırı süslü bir tarz geliştirdiler. XVI. yüzyıl kitapların gerçekten önem kazandığı ilk asırdı. Kitap okuyanların sayısındaki artış, kuşkusuz dinsel çekişmelerle yakından ilgiliydi. Zira bugün bir siyasî kampanyanın gazete trajları üzerinde nasıl bir etkisi varsa dinsel münakaşaların da broşürlerin trajında benzer bir etkisi bulunuyor-du. Yeniçağ, Ortaçağ edebiyatına karşı tahamülsüzdü. Çoğu kişinin okumadığı Ortaçağ skolastik yazarları buna karşın yaygın olarak hicvediliyordu. Kendini beğenmişlik, ahlaksızlık ve din karşıtlığı ile suçlanan hümanistler de iyice gözden düşmüştü. Ancak bir çağın büyüklü-ğü bize olan uzaklığı ile değil kendi başarılarıyla şairlerinin ne düşler kurduğu ve güçlü insan-ların neler başardıklarıyla değerlendirirsek, XVI. yüzyıl önemini ancak o zaman kavrayabili-riz. Bu dönem bir deneyim çağıydı. Hazzı çocukça bir oburlukla seviyordu. Rebalais ve Titan ile Peru’nun altınları doğunun baharatları ve kumaşlarıyla mest oldu. İnsanlar ruhanî özgürlük uğruna Luther’in yanında yer almış, Macellan ile dünyayı dolaşmak ya da Bruno ile göklerin ölçüsünü almak uğruna canlarını vermişlerdi. Erasmus ile insanların İsa gibi olacağı bir zaman, Morela insanlığın adil olacağı bir yer düşledi. Michelangelo ile kaderin anlamı üzerine düşündü. Montagine ile günlük bilgelik depoladı. Bu çağda onun etinden ve kemiğinden en derindekini görebilen bir gözle insan yüreğini en iyi ifade edebilen bir dile sahip dünyanın en büyük şairlerinden biri doğdu. Kuşkusuz bu çağ, yoksul ve geri kalmış değildi. Aksine ulaş-tıklarıyla büyük, düşledikleriyle yüceydi. Bilgelik ve kahramanlıkla ışıkla, güzellikle ve hayat ile doluydu.
 
 
                                         REFORM HAKKINDA YORUMLAR
 
            Reform dönemini ele alan tarihçiler milli veya insaî ön yargıları, kullandıkları bilimsel yöntemler veya edebî başarıları gibi farklı ölçütlere göre sınıflandırılabilir. Dinsel ve politik yorumlar daha sonra da var olmayı sürdürseler de en gözde oldukları dönem XVI. ve XVII. yüzyıllardır.. Rasyonalist eleştiri XVIII. yüzyıla damgasını vurur ve XIX. yüzyıla ait bazı örneklerine de rastlanır. Liberal romantik ekol, Fransız devrimi ile ortaya çıkmış ve yaklaşık 1859 yılında ekonomistler ve Darwincilerin öne çıkmaya başladığı dönemde ikincil konuma düşmüştür. Reform sözcüğü gerçekte olup biteni tam olarak karşılamaz. Yalnızca dönemin liderlerinin yapmak istediği şeyi ifade eder. Yani bugünden baktığımızda reform; o dönemde yapılan bir şey değil, yapılmak istenen bir şeydir. Katolik tarih felsefesi ile protestanlarınki arasında bir mühürle bal mumu arasındaki ya da fotoğrafla negatifi arasındaki ilişkinin bir benzeri vardır. Birinde bastırılmış olan ötekinde belirgindir, birinde gölge olan ötekinde ışık halindedir. İkisinin de temelinde aynı seçilmiş halk, takdir-î ilahi’ye şeytanın müdahalesi teorileri vardır. Bousset hakikatin tek olduğunu, farklılık gösterenin hakikat olamayacağını, protestanlıkta ise neredeyse papaz sayısı kadar görüş olduğunu savunur. Protestanlığa karşı hristiyan bakış açısından bu denli etkili bir saldırı daha önce yapılmamıştır. Bousset, merkezî otoriteye sahip olmayan bir dinde belli bir hakikat yoktur demiştir. Baş kaldıranın kayıtsızlığa ateist fikirlere ve sivil aşamadaki kurulu düzenin tamamen yıkılmasına yol açacağı kesindir. Reformun başlıca sebepleri kilisenin inkar edilmez yozlaşması ve reformcuların kişisel husumetleridir. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru tarih bilimi esas olarak üç faktörün etkisi ile köklü bir değişime uğradı. Bu faktörler:
            1-) Fransız Devrimi ve 1789’dan sonra yaklaşık üç asır boyunca yaşanan demokrasi mücadelesi.
            2-) Romantik akım.
            3-) Bilimsel düşüncenin yükselişi.
Reforma ilişkin değerlendirmelerde bu etkenlere uygun bir biçimde değişime uğradılar ve XVIII. yüzyıl daha ziyade reform karşıtı olan yargıları tamamen tersine çevirdi. Özetle reformun özünün insanın doğası gereği özgür olmaya yazgılı olduğu ve Luther’in zamanından itibaren tüm tarihin insanın konumu gereği taşıdığı potansiyelin gerçekleşmesi olduğu söyle-niyordu. Protestanlığın çıkışının ekonomik yorumları içinde en parlak deneme çok dar bir alanda yazılmış olsa da M. Weber “kapitalizm ve calvinizm” i çağdaş düşüncenin parolası haline getirmiş olan eseriydi. Ve Carl Max’ın kapital adlı eseriyle yalnızca tarihi ilk kez proleteryanın balış açısıyla yorumlamakla kalmayıp, insanlığın gelişim sürecinde ekonomik aktörlerin son tahlilde daima belirleyici olduğunu dile getirmiştir. Max’ın teorisine göre devrimler ekonomik değişimin zorunlu sonuçları olarak gerçekleşir.
 
SONUÇ:    Rönesans ve XVI. yüzyıl sosyal devrimi gibi reform da çevre ve yaşam biçiminde kendisinden önce gerçekleşen entellektüel ve ekonomik değişimlerinin işleyişinin bir sonucu-dur. Bilgi birikiminde bir yandan matbaanın icadı, bir yandan da XV. yüzyıl coğrafî ve tarihî keşiflerden kaynaklanan bir artış ve derinleşme yaşanıyordu ve bunun sonucu olarak doğanın kanunu fikri gölgelenmişti. Din insan yaşamında ayrı bir konu olmadığı gibi tüm teolojik tepkilerin de bilginin yayılmasına muhalif olduğunu düşünmek doğru değildir. Bir rasyonalistin dile getirdiği gibi, insanlığı tabulardan ve hurafelerden kurtaranlar genellikle din adamları olmuştur. Gerçekten de dindar bir çağda var olan dine karşı dinden esinlenmeden yapılan bir saldırının etkili olma şansı yoktur. Hz. Muhammed, Luther ile yapılan kıyaslama-larda da katoliklerin gözde örneği olmuştur. Gerçekten de islam; tek tanrıcılığı, imanı ve kaderi vurgulamasıyla reforma çok benziyordu. XVI. yüzyıldaki iki reform dahil, islamda da daha sonra gerçekleşen bazı reformlar da ona benzerlik gösterir. Dinsel devrimin çıkış nedeni-ni belirleyen temel kural bilimsel bilgideki ya da ahlak felsefesindeki önemli herhangi bir değişimin dinde bununla bağlantılı farklılaşmayı gerekli kıldığıdır. Luther ve takipçilerinin getirdiği büyük dinsel yeniliklerin hepsi dinî inancı Ortaçağ’ın son dönemi boyunca aşama aşama gelişmiş olan kısmen entelektüel, kısmen sosyal yeni kültüre göre yeniden düzenle-mekten ibaretti. İlk ve en önemli değişim ibadetle kurtuluşun yerine iman ile kurtuluşun getirilmesiydi. Reform harici olandan dahili olana doğru giden bu uzun sürenin bir evresiydi. Katolikliği yarı çoktanlı hale getirmiş olan melekler ve azizlerin hiyerarşisini ortadan kaldır-mak ve katıksız tek tanrıcılığı telkin etmek dönemin yaklaşımına uygundu ve çok sayıda paralellik kurulabilicek bir fenomendi. Reform iki yönüyle dönemin siyasî ve ekonomik değişiminin din alanındaki ifadesiydi. Reform özellikle de Töton halklarının artmakta olan milli bilinçlerinin bir yanısması ve yine buna karşı bir tepkiydi. Roma kilisesine baş kaldırı devlet kilisesinin ve aynı zamanda da Germen kültürünün çıkarınaydı. Reform kaçınılmaz olarak dev gücünü artırmıştı. Zira papanın azledilmesinden sonra ruhanî konularda nihaî yetki sivil yöneticilerin olmuştu. Protestanlık ise bu dünyayı katoliklerinkinden çok daha fazla önemseyen etik değerleriyle, kapitalist devrimle uyum içindeydi. Böylelikle insanlar yaşadığı-mız hayatın, evliliğin, çocukların, gündelik yaşantının, başarının ve zenginliğin etik değerler olabileceğinin farkına vardılar. Reformun zaferi tüccarların gücü ve paraları sayesinde gerçek-leşmişti. Buna karşılık onlar da hem kilisenin talanından hem de ayrıcalıklı sınıfın feshedilmiş olmasından kazanç sağlamışlardı.Rönesans ve modern düşüncesi ile kıyaslandığında reformun kendince çözdüğü iki sorunu vardı. Hatta tek otorite sorununu iki şekilde çözmüştü. Olayların mantığına göre rönesans, kültürlü bir azınlık için düşünme özgürlüğü sağlamış, reform ise sonunda kitleler için hoşgörüyü doğurmuştu. Reform yine mantığa uygun olarak büyük düşünürler ve bilim adamlarının felsefesinden korkup, nefret ettiği halde kitlelerin belli bir düzeye kadar eğitimini savunmuştur. Özetle reform tarihsel hayal gücüyle yargılanırsa temel-de gerici bir hareket olmadığı ortaya çıkar. Tüm yetersizlikleriyle reform esas olarak ileri doğru atılmış bir adımdı.
 
Bölümler
 


Bu sayfayı nasıl buldunuz?
kötü
orta
iyi

(Sonucu göster)


 
Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol