Eski Mezopotamya Tarihi
ESKİ MEZOPOTAMYA TARİHİ
 
Orta Asur Dönemi
            Asur’un yeniden tarih sahnesine çıkması Amarna çağında olmuştur. Bu dönemde Asur kralı Asur-ballit Asur devletinin yeniden güçlü olmasını sağlamıştır. Kendisi Arappa ve Nuzi kentlerini fethederek Hurri-Mitanni egemenliğini kırmış ve çağın güçlü devletleri arasına Asur şehrini sokmuştur. Orta Asur Krallığı daha sonraları hem Kuzey Suriye’de hem de Güney Mezopotamya’da önemli askerî seferler yapmıştır.
            I.Salmanassar (M.Ö 1274-1245) Huri-Mitanni üzerinde egemenlik kurduğu gibi Anadolu içlerine girerek buradaki Uruatri-Nairi beylikleriyle savaşmıştır. Salmanassar’dan sonra Asur kralı I.Tukulti-Ninurta Babil üzerinde büyük bir baskı kurduğu gibi kuzeyde Nairi beyliklerine karşı başarılı seferler düzenlemiştir. Asur bu dönemde dikkat edileceği üzere menfaatlerini daha çok kuzeyde ve kuzey Suriye’de arıyor idi. Güneyde ise Babil kralı Kaştilyaş tahtından olmuş, yerine Asurlu bir yönetici atanmıştır.
            I.Tukulti-Ninurta’nın saltanatının sonlarına doğru Ön Asya dünyasını alt-üst eden bir göç hareketine maruz kalmıştır. M.Ö XIII. Yüzyılın sonları ile XII. Yüzyılın başları arasında olmak üzere iki aşamada gerçekleşen bu harekete Ege Göçleri veya Deniz Kavimleri Göçü adı verilir. Bu göç neticesinde Anadolu’da ilk kez merkezî bir imparatorluk kuran ve yaklaşık 500 yıl hüküm süren Hititler yıkılmış, Huri-Mitanni Devleti ve Kas sülalesi tarih sahnesinden çekilmiştir. Hitit Devleti’nin yıkılmasından sonra Asur Devleti bölgede meydana gelen otorite boşluğunu dolduracağını zannediyordu. Ancak o da hiç beklemediği bir problemle karşılaştı. Bu problem Arami Göçleri idi. Ege göçlerinin sebep olduğu karışıklıklardan çöl sakinleri de yararlanmaya kalkmışlar ve kültür merkezine doğru akın etmeye başlamışlardır. Özellikle M.Ö XI. Yüzyıl ve X. Yüzyıllar tam manasıyla Arami asırları olmuştur.
            Orta Asur Dönemi’nin hatırı sayılır krallarından bir diğeri de I.Tiglat-Pileser’dir. Onun zamanında siyasal durumun Asur lehine geliştiği görülür. Kral bir yandan Arami devletleri, bir yandan da Uruatri kabilesiyle savaşmıştır. Bu mücadelelerden Asurlular bir sonuç alamamıştır. Aramiler bu dönemden sonra kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı kentlerde kontrolü ele geçirdiler. Tiglat-Pileser’in Aramilerle mücadelesinden başka Orta Anadolu’da Muşkiler ile mücadeleler yapmıştır. Tiglat-Pileser’in Yukarı Dicle bölgesine yaptığı seferler ve Dicle’nin kaynağını kapatması ve kazdırdığı yazıtları bu zor dönemin önemli başarılı gelişmelerindendir. Tiglat-Pileser’in ölümünden sonra Asur devletinde yine bir gerileme başlamıştır. Asıl nedenleri arasında Arami göçleriyle güneyde iktisadî kaynakların Elam Devleti’nin eline geçmesidir.
            Asurlular toplum düzenini sağlamak için kurallarını yazılı hale getirmişlerdir. (Orta Asur Kanunları) Zaman zaman saraydan fermanlar yayınlayarak kuralları halka hatırlatmış-lardır. Kurallarda en dikkate değer husus, kadın hakları ve aile düzenidir.
 
Yeni Asur Dönemi
            I.Tiglat Pileser’in ölümünden sonra Asur devleti yeniden bir gerileme dönemine girmiştir. Asur’un bu suskunluğu iki asır kadar devam etmiştir. Bu esnada Arami ve Geç Hitit şehir devletleri Anadolu ve Kuzey Suriye’de kuvvetli şehir devletleri kurdular. Geç Hitit şehir devletlerinin belli başlıları Orta Anadolu’da Tabal, Kilikya bölgesinde Que, Malatya civarında Meliddu, Adıyaman bölgesinde Kumuth, Maraş bölgesinde Gurgum, Islahiye bölgesinde Sam’al, Hatay bölgesinde Hatena memleketleridir. Arami devletleri ise Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesine yerleşmişlerdir. Bunlar; Kuzey Suriye’de Bit-Adini, Diyarbakır’da Bit-Zamani, Güney Habur’da Bit-Halupe, Mardin’de Bit-Bahiyane’dir. Bu arada Doğu Akdeniz kıyılarında Fenike şehir devletleri de güçlenmişlerdi. M.Ö X. yüzyılda Suriye’nin güney sahillerindeki Filistin’in durumu ise Tevrat’ta ve Asur kralının yıllıklarında görülür. Bu kaynaklar İsrailoğullarından ve onların devletlerinden bahseder. Buna göre İsrailoğulları 12 kabileden oluşmuşlardır. Bunlardan iki kabile ayrılarak başkenti Samaliye olmak üzere İsrail Devleti’ni kurmuşlardır. Diğer on kabile de başkenti Kudüs olan Yuda Devleti’ni kurmuşlardır. Bu tarihten az sonra ise M.Ö IX – VIII. yüzyılda Orta Anadolu’da Frigler ve Doğu Anadolu’da da Urartulular bir devlet kurmayı başardılar.
            Fakat M.Ö IX. yüzyılın başlarında kararlı ve güçlü kişilikli Asur krallarının başa geçmesiyle Asur devleti yeniden Ön Asya’da sahne almaya başladı ve güçlü bir imparatorluk temeli atıldı. Bu dönemin kralları atalarının icraatlarıyla övünürler. Onları kendilerine örnek alırlar. Böylece Yeni Asur Devleti zamanında başlatılan yeni bir yapılanmayla Asurlular arasında ilk defa olarak bir milliyetçilik kavramı ortaya çıkmıştır. Bu da onların bir fetih politikası izlemelerine neden olur. Yeni Asur Devleti krallarının getirdikleri bu yeni ruh Asur’u emperyalizme götürmüştür. Bu krallardan II.Asur-Nasir-pal Aramilerin elindeki Kuzey Suriye topraklarını ele geçirmiş ve Kalah adında yeni bir başkent kurmuştur. Oldukça zalim olan kral Asur’u milli bir devlet yapma yolunda en büyük adımları atmıştır.  Tarihte hiçbir kral onun kadar kan dökmemiştir. Onun halefi ve oğlu olan III.Salmanassar ise kuzeyde Nairi ve Uruatri devletleriyle savaşmış, doğuda Med’leri egemenlikleri altına almış, batıda Toroslara kadar ulaşmıştır. Ancak ömrünün son yıllarında Ninive’de bizzat kendi oğlunun başını çektiği bir isyan çıkmıştır. Bundan dolayı da Suriye ve Güneydoğu Anadolu elden çıkmıştır. Bu kayıplarda elbette giderek güçlenen Urartu devletinin payı büyüktür. Daha sonra Asur tahtında sırasıyla V.Şamşabat, III.Adad-Nirari ve IV.Salmanassar görülür. Bu krallar da Asur devletini ayakta tutabilmek için çaba sarf etmişlerdir. Birçok bölgede savaşıp yeni topraklar kazanmaya çalışmışlardır. Ancak bu yıllarda Urartu devleti gücünün zirvesinde olduğundan kalıcı başarılar elde edememişler ve kendilerine bağlı Arami ve Geç Hitit şehirlerinden birçoğu Urartu ile ittifak haline girmişlerdir.
 
Asur İmparatorluğunun Yıkılması
            Eski çağ dünyasına damga vuran özellikle Yeni Asur Dönemi olarak adlandırılan zamanı içinde güçlü ordusu ve zalim imparatorları ile Ön Asya dünyasında korku salan Asurlular, Asur şehrinde bir devlet kurmasından itibaren aralıklarla yaklaşık 1400 yıl kadar varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardır. Asurluların tarih sahnesinden silinmesi de en az yükselmeleri kadar hızlı olmuştur. Asur’un yıkılması bölge coğrafyasının siyasî yapılanmasında hiç şüphesiz büyük değişiklikler yaşanmasına ve yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Asur’un uzun yıllar boyunca Mısır, Babil, Elam ve Urartu gibi komşu bölgelerden yağmaladığı servet, şimdi bölgenin yeni galiplerine geçmişti. Bununla birlikte tarihin vermiş olduğu büyük kin ile Asur şehirleri düşmanları tarafından korkunç bir şekilde yağmalanmıştır. Asur şehrinin idare merkezleri olan başta Ninive, Asur, Nimrut gibi şehirler birer harabeye döndüler. Yağma ve tahribat o kadar korkunç olmuştu ki başkent Ninive’nin bir zamanlar bir dünya merkezi olduğuna dair hiçbir iz kalmamıştır. Asur şehri ise Ninive’ye nazaran biraz daha iyi korunmuştu. Fakat şehrin baş tanrısı Tanrı Asur, Babil’e götürülmüştü.
           Asur devletinin son kralı Asur-Banipal’in oğlu Sin-şar-işkun hakkında bir bilgi yoktur. Fakat kral ailesinden biri olan Asur-Uballit adında bir prens bu günkü Harran’da kendisini kral ilan ettiyse de Med ve Babil birlikleri bu yeni oluşumun bir güç haline gelmesini engellemişler ve Asurluların tarih sahnesinden silinmesini sağlamışlardır.(M.Ö612) Asur imparatorluğunun yıkılmasının çeşitli nedenleri vardır. Bunlar:
1. Ordunun Bozulması: Asur Devleti gücünü elbette ordusundan almaktaydı. Fakat ordu, özellikle Asar-Haddan zamanında Mısır ve Elam seferleriyle çok yıpranmıştı. Ordu zamanla milli karakterini kaybetmişti. III. Tiglat Pileser ve II. Sargon zamanında orduya yalnızca Asurlular alındı. Bu krallar zamanında Asur gücünün zirvesine erişmişti. Ancak artan fetihler yeni insan gücünü gerektiriyordu ve kölelikten kurtulmak isteyenler orduya katılıyordu. Kısaca zamanla Asur ordusu melez bir yapıya dönüşmekle kalmadı, savaşlar yalnızca yağmaya dönen hareketler olmaya başladı. Böylece Asur eski gücünü kaybedince yıkılmaya yüz tuttu.
 
2. Milli Birlikten Yoksun Olma: Asur imparatorluğunun geniş topraklarında çok sayıda farklı kökende halklar yaşamaktaydı. Bunların belli başlıları Mısırlılar, Elamlılar, Babilliler, Urartulular, Geç Hititler, Kaldeliler ve Aramiler sayılabilir. Bu kavimlerin her biri kendi dilleri ile konuşuyor, kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamaya çalışıyorlardı. Asur emperyalizminin silah zoru ile zulüm ve işkenceyle yıldırdığı bu kavimlerin hepsi büyük kin gütmekteydiler. Asur belgelerinden bize yansıdığı kadarıyla sürgünler, ölümle sonuçlanan işkenceler bu halkların en küçük fırsatta ayaklanmasına ve Asur’a karşı büyük bir nefret duyulmasına neden oluyordu. Kısaca Asur’da dil ve din birliğinin sağlanamaması imparator-luğun yıkılmasında büyük etken oldu.
 
3. Maliyenin Bozulması: Asur imparatorluğunun geniş topraklara sahip olması ve çok sayıda etnik gruplara hükmetmesi, buna karşın bunların sık sık isyan etmesi devleti iktisadî açıdan çok yıpratıyordu. Özellikle Mısır seferleri ve fethi, hazineyi derinden sarsmıştı. Asur Devleti de diğer eski çağ devletlerinde olduğu gibi, sefere çıkarak para ve malzeme temin etmek, bunlarla orduyu beslemek, sonra da ganimet elde etmek gibi aldatıcı dairenin içinde dönüp durmaktaydı. Dış ülkelerde koloni kurmak gibi metotlar Asur devletinin izlemiş olduğu askerî politikalar nedeniyle uygulanamamıştır. Ayrıca artan köleleri ve nüfusu besleyecek gerekli reformlar yapılmamıştır.
 
4. İdarî Sistemin Bozulması: Sarayda oluşan entrikalar ve idarî kadrolarda meydana gelen cinayetler Asur devletinin idaresinde büyük bir otorite boşluğu yaratmıştır. Sanherib’in oğlu Asar-Haddan tarafından öldürülmesi Asar-Haddan’ın annesinin idareye karışması, Babil’e veya başka yere gönderilen Asur prenslerinin isyan etmesi gibi olaylar idarî mekanizmayı derinden sarsmıştır.
 
5. Dış Sebepler: Bu sebeplere ek olarak gelişen dış tehditler elbette imparatorluğun yıkılmasında doğrudan etkili olmuşlardır. Bunların başında M.Ö 7. yüzyıl başında Anadolu’ya çarpan Kimmer ve arkasından gelen İskit dalgaları Asur’u da zor durumda bırakmıştır. Asur, Kimmer ve İskit saldırılarından uzak durmaya çalışırken güneyde Deniz-İli’nde yaşayan Arami asıllı kavimler sürekli isyan ediyordu. Diğer taraftan Asur ve Babil tabletlerinde barbarlar diye küçümsedikleri Medler canlı bir kuvvet olarak tarihteki yerlerini almaya başlamışlardı. Üstelik Medler büyük ölçüde teşkilatlanmalarını bitirmişler ve büyük bir güç haline gelmişlerdi. Bu gücün Babil’in eline geçmesi ve Asur’a saldırması imparatorluğun yıkılmasında son darbe oldu.
 
Asur Devleti’nin Anadolu Politikası
Yazılı belgelere göre Anadolu ile Mezopotamya arasındaki ilk siyasî münasebetler Akadlar zamanında başlamıştır. Akad kralı Sargon tüccarlarla Anadolu’ya seferler yapmıştır. Böylece ilk ilişkiler bu zamanda başlamıştır. Fakat Asur devleti Anadolu ile olan en canlı ilişkilerini Asur ticaret kolonileri zamanında yaşamıştır. Kayseri sınırları içinde olan Kültepe tabletlerinde bu ilişkilerden çokça bahsedilmiştir.
Asurlu Tüccarların Anadolu’ya Geliş Sebepleri: Anadolu, zengin bakır yataklarına sahipti ve hiç şüphesiz bunu üç asır önce Anadolu’ya seferler düzenleyen Akadlardan öğrenmişlerdi. Bu zamanda çok sayıda Asurlu tüccar Anadolu’nun yerli prensleriyle ve prensesleriyle anlaşmalar yaparak Karum veya Vabartum adı verilen ticarî merkezler kurmuşlar, burada Asur’dan getirilen malları pazarlamışlardır. Bunların içerisinde kumaş önemli bir yer tutmaktadır. Bu tabletlerin muhtevasından anlaşıldığına göre Asur devletinin Anadolu şehirleri üzerinde siyasî anlamda bir egemenliği söz konusu değildir. Fakat unutmamak lazımdır ki Asurlu tüccarlar şehir beylerine vergiler ödemişlerse de Anadolu’nun muhtelif zenginliklerini ucuz fiyattan satın almak ve yerli halkı borçlandırmak suretiyle Anadolu halkı üzerinde ticarî manada bir egemenlik kurmuştur.
Ancak Hitit kralı I. Şuppiluliuma Amarna çağının büyük devletlerinden biri olan Mitanni devletini ortadan kaldırdıktan sonra; Asur devleti, Anadolu için tekrar tehdit oluşturmaya başlamıştır. Çünkü Asur, Mitanni egemenliğinden kurtulduktan sonra hızla kendini toparlamış ve bu devletin Hititler tarafından yıkılmasından sonra da Hititler ile komşu olmuştur. Ancak asıl nokta Hitit-Mısır ilişkilerinin bozulması olmuştur. Asur belgelerinden öğrenildiğine göre Asur kralı I. Adad-Nirari Mitanni kralı Şatturara ile oğlu Vaşaşatta’yı mağlup etmiştir. Hitit kralı Muvattali Kadeş harbinin hazırlıklarıyla meşgul olduğu için Asur kralının bu saldırısına seyirci kalmıştır. Bu yıllarda III. Hattuşili Mısır’a dostluk elini uzatmış ve II. Ramses ile M.Ö 1280 yılında Kadeş Antlaşmasını yapmıştır. Fakat Hattuşili’nin saltanatının sonlarına doğru Asur kralı I. Salmanassar Hitit vassalı olan Mitanni devletine saldırdı. Böylece askerî manada Hititler ile Asur arasında bir çatışma çıktı. Bu çatışma IV. Tutalya zamanında daha da hızlandı. Asurlular Hititlere bağlı Kuzey Suriye bölgesindeki krallıklara saldırdılar. Asur kralı Tukulti-Ninurta’nın Fırat’ı geçerek 24bin Hititliyi esir aldığı bilinir. Sonuç olarak M.Ö ikinci bin yılın başlarında Anadolu’ya gelen Asurlular, M.Ö 13. yüzyıldan itibaren Anadolu üzerinde siyasal emeller beslemeye başlamışlardır. Özellikle IV. Tutalya döneminde Hitit devletinin birçok saldırıya maruz kaldığı dönemdir. Hitit devletinin karışıklık içine düştüğü bu dönem Asur için bulunmaz bir fırsattı. Ancak durum, Asur’un beklediği gibi olmadı. Çünkü M.Ö 13. yüzyılın sonlarında bütün Ön Asya’yı sarsan Kavimler Göçü başladı. Ege Göçleri de denilen bu göçler sonucunda Hitit, Mitanni ve Babil tarih sahnesinden çekildiler. Mısır devleti bu güçlerden kendisini en az zararla kurtarmaya çalışırken; Asur, coğrafî konumundan dolayı fazla zarar görmedi.
Hitit Devleti’nin Ege göçleri ile yıkılmasından sonra Asur Devleti Anadolu’ya hâkim olup Akdeniz ticaretinde söz sahibi olabilecekti. Fakat Asur Devleti, kolaylıkla gerçekleştirebileceğini sandığı bu amacını uygularken ummadığı bir sorunla karşılaştı. Bu sorun, Arami Göçleri idi. Arami göçlerinin karakteri Ege göçlerininki gibi yakıp yıkıcı bir akın şeklinde değil, tersine aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca devam etmesidir. Arami tehlikesi geçtikten sonra Asur, Anadolu üzerindeki emellerini yeniden gerçekleştirmeye koyuldu. Fakat Anadolu bu esnada Frig ve Urartu devletleri tarafından parsellenmişti. O devirlerde Asur’un askerî gücüne karşı koymak hemen hemen imkânsızdı. Ancak Asur orduları Urartu ordusuna değil, Urartu memleketinin coğrafî şartlarından çekiniyorlardı. Ancak buna rağmen iktidara gelen hemen her Asur kralı ilk seferini Urartu’ya gerçekleştirmiştir. Bunun sebebi; Urartu memleketinin her şeyden önce zengin demir yataklarına sahip olmasıdır. Demir madeninin kullanılmaya başlamasıyla birlikte tunç silahlar eski önemini yitirmeye başlamıştır. Bu nedenle demir madenine sahip olmak isteyen Asurlu yöneticiler Urartu memleketine sürekli olarak saldırılarda bulunmuşlardır. Bunun yanı sıra Urartu memleketinde son derece hızlı koşan iyi cins atların yetiştirilmesi de bu bölgeye düzenlenen saldırıların bir diğer nedenini teşkil etmektedir.
 
Hurri – Mitanni Devleti
           Yazılı kaynaklara göre Hurrilerin ilk defa izlerine Akadça tabletlerde rastlanılmaktadır. Yani en erken M.Ö üçüncü bin yılda Kafkasya bölgesinden Suriye içlerine kadar uzanan bir coğrafyada Hurri olarak adlandırılan kavimin varlığı yazılı belgelere göre ispatlanmış durumdadır. Hurriler bu coğrafyada başlı başına bir kültür oluşturmuşlardır. Doğu Anadolu bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ele geçen buluntulardan M.Ö 6000 – 5000 yılları arasında tarihlenen Neolitik Devir kültürü ile M.Ö 5000 – 3000 yılları arasına yerleştirilen Kalkolitik Devir kültürünün de Hurrilere ait olduğu anlaşılmıştır. Hatta M.Ö üçüncü bin yıla tarihlenen Eski Tunç Çağı kültürü ile kalkolitik ve neolitik devir kültürleri arasında hiçbir kopukluğun olmadığı tespit edilmiştir. Hurri kültür birliğinin keramik özellikleri haricinde mimarî özelliği Hurri kültürünün en belirgin unsurudur. Kafkasya, Kuzeybatı İran ve Van bölgesinde ortaya çıkartılan yuvarlak planlı yapı tipleri geleneksel Hurri kültürünün önemli bir özelliğidir. Bu evler yarı göçebe Hurri kavimleri tarafından avantajlı olduğu için kullanılmaktaydı. Genellikle 4 – 13 metre çapında ortasında merkezî bir direğe sahip olan tek kapılı bu yapıların duvarları kerpiçtendi. Arı kovanına benzeyen bu yapılar çok geniş bir coğrafî alana yayılmıştır. Günümüzde bile yarı göçebe Türk boylarında bu evlerin kullanıldığını görmekteyiz. Nitekim bugün Urfa civarında bu tip köy evleri vardır. Bu plan Orta Asya’daki çadır tipine çok benzemektedir. Hurriler M.Ö ikinci bin yıl Ön Asya tarihinde de önemli roller oynamışlardır. M.Ö 1950 – 1750 yılları arasında tarihlenen Kültepe metinlerinde Hurri şahıs isimlerine rastlanıldığı gibi Orta Fırat bölgesindeki Mari arşivlerinde de Hurrice dinî tabletler bulunmuştur. Hurrilerin Anadolu’daki güçlü Hitit devletinin kültür unsurlarında başta din olmak üzere önemli ölçüde etkileri vardır. Bunun yanında eski ve orta Hitit devleti zamanlarında Hattuşaş kazılarında ortaya çıkarılan dinî metinlerin Hurri diliyle yazılmış olduğu görülmüştür. Hititler pek çok Hurri tanrısını benimseyip kabul ettikleri gibi bazı Hitit kralları da Hititçe adların yanı sıra Hurrice isimler almışlardır. Hurrilerin siyasal olarak da bir dönem Hititler üzerinde baskı kurdukları bilinmektedir. Mesela I. Hattuşili’nin batıya sefer yaptığı bir sırada başkent Hattuşaş dışında kalan bütün Hitit ülkesini işgal etmek suretiyle büyük bir askerî ve siyasî üstünlük göstermişlerdir.
Fakat Hurrilerin siyasal olarak en başarılı dönemi ikinci bin yılın ortalarında olmuştur. Bu zamanda Asya içlerinden gelen ve Arî bir kavim olan Mitannilerin kontrolünde Ön Asya’da güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Tabletlerden öğrenildiğine göre eski Ön Asya’daki Hurri – Mitanni devletinin sınırları doğuda Kerkük’ten batıda Akdeniz’e kadar uzanmaktaydı. M.Ö 1550 – 1350 yılları arasında Ön Asya’nın en kudretli devletlerinden biri olan Hurri – Mitanni devletinin başkenti bugünkü Urfa Ceylanpınarı ile bir tutulan Vaşşugani şehri idi. M.Ö ikinci bin yılın ortalarında Hurri – Mitanni devleti eski Ön Asya’nın en kuvvetli siyasî güçlerinden biri iken Şuppiluliuma seferiyle kudretini kaybederek Hititlere bağlı ve Asur’a karşı tampon bir ülke haline getirilmiştir. M.Ö 1200’lerde meydana gelen Ege Göçleri neticesinde ise hem Hitit imparatorluğu hem de Mitanni devleti tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Hurriler diğer taraftan Mezopotamya kültürünün Anadolu’ya taşınmasında çok önemli bir rol oynamışlardır.
 
FENİKELİLER
Fenike bu günkü Suriye sahillerinin olduğu yerdir. Bölge deniz ticaretine son derece uygundur. Bölgenin varlığı M.Ö. dördüncü bin yıldan itibaren bilinmektedir. Sümer kralları ve Mısır firavunları bu bölgeye siyasî ve ticarî amaçlı çok sayıda sefer yapmışlardır. Fenikeliler köken olarak Arami asıllıdırlar. Ancak Ege Göçlerinden sonra deniz kavimleriyle karışmışlardır. Fenikeliler kendilerini Kenanlılar olarak adlandırırlardı. Fakat tarihte bu coğrafyadaki Amurru kökenli halklara doğu Kenanlılar adı verilir. Fenike ismi ise Homeros’tan kalmadır. Ne anlama geldiği bilinmemektedir. İsmi Eski Mısır dilinde köle anlamındaki “Fenkhu” kelimesinden geldiği tahmin edilmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla Kenanlılar Lübnan’dan ayrılan dağ zincirlerinin denizde meydana getirdikleri ince ve uzun burunlar boyunca sığınacak koylar aramış ve buralara yerleşmişlerdir. Bu burunlardan kuzeyde ve güneyde bulunan iki koy zamanla iki ticaret merkezi olmuştur. Bunlardan kuzeydeki Sidan (Sayda) güneydeki de Tir (Sur) adları tarih boyunca ünlerini korumuşlardır. Bunlardan başka kuzeyden güneye doğru Arvad, Biblos, Akka ve Beyrut gibi önemli şehirler bulunmaktaydı. Bu şehirlerin her biri kendi kanunları olan ayrı bağımsız bir devlet gibiydiler. Şehirlerin arazileri deniz kıyısından 15-20 kilometre kadar uzanabiliyordu. Fakat en önemlisi bu şehirlerin geri planında çok çeşitli ürünlerin yetişiyor olmasıdır. İki bin metreye kadar çıkan bu art bölgede tahıllar, bağlar ve meyve ağaçları bulunmaktaydı. Daha üst kısımlarda ise Mezopotamya kavimlerinin ve Mısır uygarlığının şiddetle ihtiyaç duyduğu sedir ormanları ve servi ağaçları bulunmaktaydı. İşte bu doğal zenginlik Fenike uygarlığının temel olarak denize dayalı olmasını sağlamıştır. Gemicilik zanaatı ve ulaşımın daha çok deniz yoluyla olmasından ötürü Fenikeliler bir deniz kavimi olarak tarihe mâl olmuşlardır. Fenike şehirleri bazen krallar bazen de halk tarafından seçilen liderler tarafından yönetilirdi. Fenike şehirlerinde her şehir devletinde olduğu gibi aristokratlar, gemiciler, askerler, işarlar ve sanat erbabı gibi kimselerden oluşan sınıflar vardı. Bunlar arasında zaman zaman kanlı mücadeleler olmuştur. Kartaca şehri de bu mücadelelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fenike tarihi temel olarak üç aşamada incelenmektedir. Bunlar; Sayda devri, Sur devri ve Kartaca devri.
Sayda Devri: M.Ö 1500 – 1200 yılları arasına rastlayan bu dönemde Sayda şehri son derece parlak bir devir yaşadı. Gemicilik alanında büyük gelişme sağlayan Saydalılar gemi ticaretini özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde gerçekleştirdiler. Bu arada son derece zengin bakır yataklarına sahip olan Kıbrıs’ı ele geçirip burada bazı şehirler kurdular. Çok geçmeden Anadolu sahillerine gittiler, sonra da Ege denizindeki adalara ulaştılar. Buralarda mermer, altın ve diğer madenleri işleterek pazarladılar. Daha sonra da boğazları geçip Kafkasya bölgesine geldiler. Oralardan da kıymetli madenler ve diğer ticarî ürünleri getirip bunları Yunan dünyasına pazarladılar. Fenikeliler Yunanlılara doğu dünyasının silahlarını, kumaşlarını, mücevherlerini ve tanrı heykelciklerini getiriyorlardı. Ancak Sayda’nın zenginliği zamanla düşman getirir olmuştu ve nitekim Filistinliler M.Ö 6. yüzyılda bu şehri tahrip ettiler.
Sur Devri: Eski önemini kaybeden Sayda şehrinin sakinleri Sur şehrine geldiler. Şehir ancak 6. yüzyılda önemli bir ticaret merkezi olmayı başardı. Sur kenti yaklaşık bir asır boyunca bütün doğunun ve Akdeniz dünyasının en önemli şehri oldu. Sur kentini Sayda şehrinden ayıran en önemli özelliği daha geniş alanda ticaret yapmış olmasıdır. Saydalılar daha ziyade doğu Akdeniz’e gittikleri halde Surlular batı Akdeniz, kuzey Afrika ve İspanya kıyılarına kadar yayıldılar. Fakat onlar da Saydalılar gibi Yunanlılar ile mücadele ettiler. Surlular Afrika kıyılarına, oradan da Cebelitarık Boğazı’na geçtiler. Boğazın kuzeyindeki Endülüs topraklarının buğday, yün, gümüş gibi zenginliklerini sömürdüler.
Kartaca Devri: Sur şehrinin zenginleşmesi dönemin süper gücü Asur imparatorluğunun dikkatini çekmiş ve Asurlular burayı taciz etmiştir. Daha sonra da Babil kralları şehri defalarca kuşatma altına almışlardır. Sur şehri askerî nedenlerden dolayı yıpranmış ve M.Ö 5. yüzyıldan itibaren önemini kaybetmiştir. Bunun üzerine Kartaca şehri alternatif olarak görülmüştür. Bu şehir aslında M.Ö 9. yüzyılın sonlarında kurulmuştu. Yaklaşık 130bin nüfusu vardı. Fakat her şeyden önemlisi Kartaca şehri Sicilya karşısında Akdeniz ticaretini kontrol edebilecek mevkide yer alıyordu. Kartaca Afrika, Sicilya ve İspanya şehirlerini hâkimiyeti altına alarak gerçek bir deniz imparatorluğu haline geldi. Yunanlılar ve Etrüskler ile müthiş bir ticarî rekabete tutuşan bu imparatorluk M.Ö 2. yüzyılda Romalılarla büyük mücadeleler sonucunda ortadan kalktı.
 
FENİKE MEDENİYETİ
Yönetim: Fenike şehir devletlerinde kuvvetli bir oligarşi hüküm sürüyordu. Oligarşiyi yaşatan ihtiyarlar meclisi şehrin zengin ve nüfuzlu aile reisleri ile gemi ve kervan sahiplerinden ve de ayrıca kent tapınağında görev yapan büyük rahiplerden oluşurdu. Fenike şehir devletleri de ticaretlerini emniyetli bir şekilde geliştirebilmek için birleşme gereği duymuşlardır. Çünkü giderek zenginleşen bu kent devletleri dışarıdan saldırılar almaya başlamıştı. Ancak bu birleşme bir kara devletininkinden tamamen farklı olup bir imparatorluğun merkezi şeklinde ortaya çıkmamıştır. Bu birleşme daha çok ekonomik iş birliği şeklinde kendini göstermiştir. Diğer taraftan Hitit ve Mısır devletleri arasında yapılan Kadeş Barış Antlaşması bütün Ön Asya milletlerinde olduğu kadar Fenikelilerde de önemli avantajlar sağlamıştır. Bölgede gelişen barış ortamı Fenikelilerin de ticaretlerinin gelişmesine neden olmuş ve bu yıllarda Fenike şehir devletleri Sidan şehri etrafında birleşerek bütün Akdeniz piyasasını ele geçirmişlerdir.
Sosyal Hayat: Fenikeliler bol miktarda yetiştirdikleri üzümlerden şarap yapmayı, zeytinlerden yağ çıkarmayı biliyorlardı. Romalıların Kartaca şaraplarına çok düşkün oldukları kaynaklarda anlatılmaktadır. Fenikeliler ulaştırma aracı olarak iki tekerlekli arabalar kullanıyorlardı. Asur kabartmalarında bu arabaların örneklerini görmek mümkündür. Nakil işlerinde en çok merkep ve öküz kullanırlardı. Mezopotamya’daki gibi Fenike’de de at çok kıymetliydi. Bu yüzden at binek hayvanı olarak veya harp arabalarında kullanılırdı.
Din: Fenikelilerin dini temelde Sümer dinine dayanmaktadır. Fakat daha sonra başka kavimlerin dinleri de Fenikelilere geçmiştir. Her Fenike şehrinin Baal denilen büyük bir tanrısı vardı. Fakat bu isim farklı şekillerde ve farklı şehirlerde anılabilirdi. Baal ile birlikte Astarte adında aşk ve ilkbahar tanrıçası olan başka tanrılara da inanırlardı. Bundan başka Molok adını verdikleri bir tanrıları daha vardı ki çocukları bu tanrıya kurban ederlerdi. Kurban tanrının heykeli önünde flüt ve boru sesleri arasında diri diri yakılıyordu. Kurban edilen çocukların anneleri de sözü edilen kurban töreninde bayram kıyafetlerini giyerek törene katılırlardı.
Yazı: Sümerlilerin M.Ö 3200’lerde keşfettikleri yazı sistemi yüzlerce işaretten oluşan bir hece yazısı idi. Bu yazı daha sonra Mezopotamya kültür dairesi içinde kalan birçok kavim tarafından kullanılmıştır. Ön Asya medeniyetlerinin önemli merkezlerinden biri de Mısır’dır. Mısırlılar da aşağı yukarı Sümerliler ile aynı çağda olmak üzere kendilerine has bir yazı sistemi olan hiyeroglif yazıyı keşfetmişlerdir. Fakat her iki yazının da öğrenilmesi ve kullanılması çok zordu. Ayrıca bu yazıyı aristokratlar kullanmakta ve halka yayılmamaktaydı. Oysa bu yazı sistemlerinde bu işaretler olmasaydı daha çabuk öğrenileceği ve daha fazla yayılacağı ortadadır. İşte Fenikeliler halkın rahatlıkla öğrenebileceği en basit yazı sistemi olan alfabetik yazıyı bulmuşlardır. (M.Ö 8. yüzyıl ortaları) Bu yazı daha sonraları Yunanlı gemiciler tarafından batıya geçerek günümüz alfabelerinin temeli olan Latin alfabesini oluşturmuştur. Kiril alfabesi de bu alfabeden esinlenmiştir. Kısaca eski batı medeniyetine damgasını vuran, Yunan ve Roma medeniyetlerini meydana getiren kavimlerin kullandıkları yazıların temeli Fenike alfabesine dayanmaktadır. Fenike alfabesinin doğmasına neden olan asıl etken ticarettir. Çünkü yapılan her alışveriş belgelenmek zorundaydı. Bu zorunluluk Fenike alfabesinin doğmasına neden olmuştur. Fenike alfabesi hepsi sessiz harften olmak üzere 22 harften oluşurdu. Fenikelilerin dili Sami dillerinin batı dillerini teşkil eden Kenan lehçesinin mensubu olup İbraniceye en yakın dillerdendir. Bu dil 18.yüzyılda Fransız rahip Barthelemy tarafından çözülmüştür.
 
İBRANİLER
Kökleri M.Ö 18. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Tevrat’a göre bunar Güney Suriye’den Mısır’a göç etmiş ve uzun bir ikametten sonra 12. yüzyılın sonlarında burayı terk etmişlerdir. Aynı tarihlerde Filistinlilerin yaşadığı bölge Feles Adası’ndan çıkıp (İtalya’nın güneyinden çıkıp) Anadolu’ya yayılmış olan bir deniz kavimidir. Filistinlilerin yaşadığı bölgeyle Suriye – Arabistan çölleri arasındaki Kenan diyarı ülkelerine yerleşerek siyasî bir birlik oluşturmayı başarmışlardır. Ancak güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmaları Davud zamanında olmuştur. (M.Ö 1010-970) Bu dönemde Kudüs başkent yapılmıştır. Davud zamanından devlet Suriye bölgesindeki birçok şehri haraca bağlamıştır. Davud’dan sonra yerine Süleyman geçmiştir.
Süleyman zamanında Kudüs şehri çok zenginleşmiştir. Kudüs, gösterişli yapılarla süslenmiş, devletin iç ve dış yapısında bir takım reformlar yapılmıştır. Süleyman’ın ölümünden sonra İbrani devleti ikiye ayrılmıştır. Kuzeydeki on kabile başkenti Samariye olan İsrailoğulları Devleti’ni kurmuşlardır. Geriye kalan iki kabile (Yuda ve Benjamin) Kudüs çevresinde Yahudi Devleti’ni kurmuşlardır. Ancak aralarında mücadeleye giren bu iki devlet zamanla zayıf düşmüş ve Mezopotamya imparatorlukları karşısında istilaya uğramışlardır. Mesela Asur kralı II. Sargon M.Ö 721’de burayı istila etmiş ve kenti yağmalamıştır. Fakat daha büyük bir darbe Babil İmparatorlarından II. Nabukadnezar tarafından M.Ö 589’da yapılmıştır. Nabukadnezar kentte yağma ve katliam yaptığı gibi kentin geri kalan ahalisini de Babil’e götürmüştür. Fakat M.Ö 539’da Babil devletine son veren Pers kralı Kyros bu insanları kendi topraklarına geri götürmüş, hatta oralarda tekrar yapılanmaları için her türlü imkânı seferber etmiştir. Kyros’un yardımları ile iki bin kilometrekarelik küçük bir arazide bir başrahibin hüküm sürdüğü bir din devleti kurmuştur. Kudüs diğer ulusların içinde dağılmış İsrailoğulları için yeni bir merkez haline gelmiştir. Böylece siyasal anlamda bir İbranilikten dinî anlamda Yahudiliğe geçilmiştir. Yahudilerin sevilmemesinin sebebi ise ilk olarak dinî anlayışları, ikincisi ise diğer insanları kendi hizmetlerinde görmeleridir.
 
İBRANİLERİN DİNÎ ANLAYIŞI
İbranilerin dünya kültür gelişimine din alanındaki katkıları dünya tarihinin önemli olaylarından biridir. İbranilere kadar çok tanrılı din sistemi yürürlükte iken ilk kez Musa’nın önderliğinde tek tanrılı “monoteizm” din esasına geçilmiştir. Yahova kült’ü de denilen bu din anlayışı ile birlikte bireyin ve kavimlerin dinî sorumluluğu meselesi gündeme gelmiş ve bu sorunun çözümlemesinde peygamberler başrol oynamışlardır. M.Ö 621’de “Kült Reformu” ve Torah’ın (öğreti) yürürlüğe konması etkileri son derece geniş kapsamlı olan bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Böylelikle yeni din güç faktörleri olarak inanç ve din kavramları ortaya çıkmış ve dogmatik anlayışları tarihine geçmiştir.
Torah’ın Bölümleri
Tekvin – Çıkış – Levililer (çağırma) – Sayılar – Tensiye (yasalar)
NOT: “İbrani” siyasî bir terimdir. “İbraniler” tek tanrılı dinin oluşmasında oldukça önemli bir rol oynamıştır. İbraniler daha sonra dinî bir mahiyet almışlardır. Bu hususta Vatikan örnek gösterilebilir. İbrani anlayışı Kudüs ve çevresinde dinî bir kimlik kazanmıştır. Din üzerine anlatılan bütün hikâyeler Mısır’da ortaya çıkmıştır. İbraniler hakkında ilk bilgi Tevrat’ta olup, bu M.Ö 17. yüzyıla kadar gider. İbranilerin tarihe çıktıkları ilk yer Mısır ile Filistin arasında kalan coğrafyadır. Sami kökenli olan İbraniler 11. yüzyılda bir devlet olarak ortaya çıktılar, onlar Davud zamanında devlet kurmuş, doğu Akdeniz’e ulaşmaya çalışmışlardır. Kudüs’ün bir diğer adı Jerusalemolup burada verimli araziler vardır. İlk kez tek tanrılı inanç burada ortaya çıkmış ve buraya hâkim olmuştur.
Bugünkü ticaret terimlerinin çoğu İbranilerden kalmıştır. Teşkilatçı ve örgütlü olan bu insanlara Kyros, ilk defa toprak bahşetmiştir. Onların kutsal kitapları olan Torah’a Müslümanlar Tevrat, Hıristiyanlar ise Eski Akit derler. Bu kitabın M.Ö 7. yüzyılda ortaya çıktığı söylenir. Kitap, parşömen denilen geniş kâğıtlara yazılmış ve sandıklarda saklanmıştır. Birçok isyan ve saldırılarla bu sandıklar yer değiştirmiş, kaybolmuş veya yeniden yazılmıştır.
 
Bölümler
 


Bu sayfayı nasıl buldunuz?
kötü
orta
iyi

(Sonucu göster)


 
Bugün 9 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol