OSMANLI SİYASÎ TARİHİ
Fransız ihtilâlinin ortaya çıkardığı milliyetçilik fikirleri Osmanlı’yı çok etkilemiştir. Bu dönemde Sırp isyanı ilk çıkan isyan olmuştur. Milliyetçilik fikirlerinden imparatorluğun önce hristiyan kesimi etkilenmiş, ardından Müslüman Araplar ve daha sonra da Türkler etkilenmiş-tir. Türkçülük hareketleri 1912’den itibaren hız kazanmış ve günümüze kadar süregelen Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Sonuç olarak büyük imparatorluklar sona ermiş ve ulus devlet anlayışı ortaya çıkmıştır. III. Selim reformist bir padişahtır. Kendisi 28. padişahtır. Sanatçı bir ruha sahip ve dahî bir müzisyendir. Güzel sanatlara oldukça ilgiliydi. Kendisi Avrupa’yı tanıyan bir padişahtı. Fransa kralıyla çeşitli münasebetleri olmuştu. III. Selim tahtta iken Fransız ihtilâli patlak vermiştir. Fransız ihtilâli sırasında Osmanlı Avusturya-Macaristan ile Kırım için mücadele etmekteydi. Bu mücadele 1787 yılından beri devam etmekteydi. Bu mücadelede Osmanlı çok zor bir duruma düştü. Osmanlı’yı Fransız ihtilâlinin patlak vermesi kurtardı. Kendi iç durumuyla ilgilenen devletler Osmanlı ile barışmak zorunda kaldı. Bu savaşlardan sonra Osmanlı ordusunun zayıflığı ortaya çıktı ve alınan kararlar ile yenileşme yoluna gidilmeye karar verildi. Bu yenileşme hareketleri Nizam-ı Cedid adı altında başladı.
Osmanlı – Fransız İlişkileri: Osmanlı – Fransız ilişkileri Kanunî Sultan Süleyman ve I.Fransuva ‘dan itibaren dostluk temeline dayanmaktadır. 1535’te Kanunî Sultan Süleyman Fransa’ya bu dostluk çerçevesinde bir takım ticarî imtiyazlar vermiştir.Bunun sebebi, Avrupa-da Osmanlı Devleti, Habsburg İmparatorluğu ve Fransa gibi önemli bir devlet konumundaydı. Osmanlılar bu dostluğa her zaman sadık kaldıkları halde Fransa’nın zaman zaman ihanet ettiği görülmektedir. 1789’da III. Selim tahtta iken Fransa’da ihtilâl patlak verir. Osmanlı bu ihtilalle çok fazla ilgilenmemiştir. Tüm Avrupa monarşileri bu ihtilâlden çok büyük sıkıntı duymuşlardır.Monarşilerin sonu gelmiş gibi gözükmektedir. Avrupalı devletler bunun üzerine Fransa’ya karşı cephe almışlardır. Osmanlı Devleti bu şekilde davranmamıştır. Bunun çeşitli nedenleri vardır. * Osmanlı toplum yapısı. * Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin düşmanlarıyla savaşması. * Fransız ihtilâlinin laik sebeplerden dolayı ortaya çıkması. Bu durum Osmanlı yönetimine sempatik bir davranış olarak gözükmüştür.
Fransa Osmanlı Devleti’ne yeni rejimini tanıtmak için birtakım büyük elçiler gönderdi. Fakat Osmanlı Devleti Avrupa’dan bir devlet Fransa’nın yeni rejimini tanımadığı sürece kendisinin de tanımayacağını bildirdi. Prusya ve Hollanda’nın Fransa’nın yeni rejimini tanı-ması üzerine Osmanlı’da bu yeni rejimi tanıdı. Fransa Osmanlı’ya baskıda bulunup Avusturya ile Rusya savaşlarında Osmanlı’nın kendi yanında olmasını istese de Osmanlı buna yanaşmadı Ancak bu durumlar Osmanlı-Fransa dostluğunu bozmadı. Bu dostluk 1798 yılında Napolyon-un Mısır’ı işgal etmesine kadar devam etmiştir. Napolyon Fransız ihtilâli ile tanınmıştır. Osmanlı ordusunda yenileşme yapmak isteyenlerden birisidir. Napolyon Osmanlı Devleti’nin yaşamasını devam etmesini istemiştir. İhtilalden sonra Avusturya ordularının baş kumandanı tayin edildikten sonra Osmanlı hakkındaki fikirleri değişmiştir. Avusturya ile 1797’de Compo Formio antlaşması imzalanmış, Fransa büyük topraklar elde etmiştir. Bu antlaşmadan sonra Osmanlı ile Fransa komşu olmuştur. Artık Osmanlı’nın yıkılmasını isteyen bir Napolyon orta-ya çıkmıştır. Napolyon ele geçirdiği yerlerdeki halkı Osmanlı’ya karşı kışkırtmıştır. Fakat Napolyon’un Mısır’ı işgal etme sebepleri Osmanlı’yı yıkmaktan ileri gelmiyordu. Sömürge yollarının Mısır’dan geçmesi en önemli etkendi. Ayrıca İngiltere’yi sıkıştırıp kontrol etme düşüncesi de vardı.
Napolyon’un Mısır Seferi: Osmanlı-Fransız ilişkilerinin 1516 yılında çok iyi olduğu-nu görmekteyiz. Osmanlı bu dönemde Akdeniz’de bir takım imtiyazlar vermiştir. Gümrükler-de bir takım indirimler yapmıştır. Osmanlı bu sayede Avrupa’da kendisine müttefik sağlamış oluyordu. Avusturya’ ya karşı Fransa’ yı kendisine çekerek Avrupa’ da yaptığı savaşlarda Fransa’nın en azından tarafsız kalmasını sağlamıştır. Bu durum Fransız ihtilâline kadar devam etmiştir. Fransız ihtilâli Osmanlı-Fransız ilişkilerine etki etmemiştir. İhtilâl Fransa’nın kendi iç yapısından kaynaklanmıştır. İhtilâl bütün Avrupa’yı değiştirmiş, rönesans, reform gibi hare-ketler bilginin ortaya çıkmasını sağlamış ancak siyasî anlamda etkili olmamıştır. Fransa siyasî olarak etkilenmese de Avrupa için aynı durum söz konusu değildir. Ulus-devletler cumhuriye-te doğru ilerlerken monarşik düzen yıkılmıştır.
Napolyon’un Mısır Seferi’nin Nedenleri: Mısır Hindistan sömürgesidir. Hindistan ilk başta Fransa’nın sömürgesiydi fakat daha sonra İngiltere’ye kaptırılmıştır. İngiltere’nin bu yüzyıldaki en önemli dış politikası sahip olduğu sömürge yollarını korumaktır. Napolyon bütün Avrupa devletleri ile savaşmıştır. Fakat İngiltere’ye karadan savaş açması imkansızdır. Bu nedenle denizden saldırması gerekmektedir. İşte bunun için de sömürge yollarına saldırı şarttır. Bu nedenle de Napolyon öncelikle Mısır’a göz dikmiştir. Napolyon Süveyş kanalını açıp Fransa’ya yeni bir sömürge yolu kazandırmak istiyordu. Bu aynı zamanda Akdeniz haki-miyetini de sağlamak anlamına geliyordu. Fransız dış işleri bakanı Talleyrand’da aynı düşün-celere sahipti. Napolyon otuz sekiz bin kişilik ordu ve iki yüz seksen parça donanma ile Mısır’a doğru yola çıkmıştır. Mısır donanması 2 Temmuz 1789’da İskenderiye’ye ulaşmıştır. İskenderiye direnmeden teslim olmuştur. Çünkü Yavuz Sultan Selim döneminden beri Mısır hiç işgale uğramamıştır. Böyle bir ihtimal de düşünülmediği için hiçbir savunma tedbiri alınmaksızın teslim olunmuştur. Napolyon İskenderiye’yi aldıktan sonra Kahire’ye doğru iler-lemiştir. Burada Kölemenler ile karşılaşmış yapılan savaşta Kölemenler yenilgiye uğramışlar ve Kahire’de Fransızların eline geçmiştir.
Mısır’ın İşgali Osmanlı Devleti’nde Nasıl Karşılandı?: Osmanlı Devleti Fransa’nın kendisine karşı istilacı emeller beslediğini bilmiyordu. Fransa aylardan beri Akdeniz limanın-da hazırlık yapmaktaydı. Osmanlı Devleti Fransa’nın bir hazırlık içinde olduğunu seziyor ancak hareketin nereye karşı olacağını kestiremiyordu. Mora valisinden gelen raporlara göre hazırlık Mora için yapılıyordu. Rus büyük elçisinden de bu yönde bilgiler geldi. Mısır hiçbir şekilde düşünülmemişti. Rusya Mora’ya Fransa’nın girmesini istemiyordu. Çünkü bu bölgeye kendi yayılma sahası olarak bakıyordu. Osmanlı Devleti ancak Fransız donanması İskenderiye önlerine geldiğinde haberdar olabildi. Osmanlı Devleti’nde tam bir şok yaşandı. Osmanlı Devleti dost bildiği Fransa’dan böyle bir hareket beklemiyordu. Osmanlı Devleti bu sırada Bulgaristan’da Midilli isyanıylave Arabistan’daki Vahabirlik isyanıyla meşguldü. Dolayısıyla Fransa’ya hemen savaş açamadı.Ancak İngiltere Osmanlı Devleti’nden önce davrandı. Amiral Nelson komutasında bir İngiliz donanması Fransız donanmasını perişan etti. Bütün Akdeniz’i gezerek Fransız donanmasının Fransa ile irtibatını kesti. Mısır ve Akdeniz Fransız hakimiye-tine gireceği bir sırada İngiliz hakimiyetine girdi. Fransa’nın bu yenilgisinden cesaret alan Osmanlılar 25 Eylül 1798’de Fransa’ya harp ilan ettiler. Fakat daha sonra Osmanlı Devleti Fransa ile tek başına savaşı göze alamayarak ittifak teklifinde bulunan İngiltere-Rusya’nın bu teklifini değerlendirdi.Bu tarihten sonra Avrupalılar Osmanlı Devleti’nin topraklarının önemi-nin farkına varmaya başladılar.Osmanlı Devleti toprakları sömürge yolları üzerinde idi.Napol-yon’un Mısır’ı işgal etmesiyle sömürge yollarının Fransa’nın eline geçmesi düşüncesi İngilte-re ve Rusya’yı çileden çıkardı. Bu tarihten sonra Osmanlı için menfaat çatışmaları başladı.
Osmanlı-Rus Osmanlı-İngiliz Anlaşmaları: Rusya Fransa’nın Mora üzerindeki ve Balkanlardaki emellerinden son derece rahatsız oluyordu. Bu bölgelerin Fransa’nın eline geçmesini istemiyordu. Bu yerleri kendi politikası açısından önemli görüyordu. Bu bakımdan Rusya Fransa’ya karşı Osmanlı Devleti’ne ittifak teklifinde bulundu. III.Selim Osmanlı’nın en büyük düşmanı olarak gördüğü Rusya ile anlaşma konusunda kararsız kaldı. Fakat Fransa ile tek başına mücadeleyi göze alamadığından Rusya’nın ittifak teklifini kabul etti. Fransa’nın Mısır’a karşı asker çıkarmasından sonra Osmanlı ile Rusya arasındaki anlaşma görüşmeleri başlamıştı. Ruslar fırsattan istifade ilk defa donanmaları ile boğazları geçtiler ve İstanbul önlerine geldiler. Osmanlı Devleti bu duruma ses çıkarmadı. Bir müddet sonra Rus donanması Osmanlı donanmasıyla birlikte Mora ve Arnavutluk sahillerini Fransızlara karşı savunmak için hareket kararı alındı. Osmanlı - Rus anlaşması görüşmelerine İngilizler de iştirak etti. 5 Ocak 1799’da anlaşma imzalandı. Osmanlı bu tarihe kadar devletler arası ittifak sistemine girmemişti. İlk defa üçüncü bir devlete karşı ittifak anlaşması imzalıyordu. Bu anlaşmanın Rusya ile yapılmış olması da ayrıca önem taşımaktadır. Osmanlı bu tarihten sonra Avrupalı devletlerin gündemine girmiştir. İngiltere bu tarihten sonra Osmanlı Devleti’nin topraklarını koruma politikası gütmüş fakat bu iki devletin birbirlerine karşı olan duygularını değiştirme-miştir. Bu ittifak her iki devlete de yarar sağlamıştır. Rusya’nın deniz filosu ilk defa boğazla-rı geçmiştir. Akdeniz’de ticarî imtiyazlar elde edilmiştir. Osmanlı Devleti’de Mısır’ı Fransa-dan koruyabilecek bir güç elde etmiştir. Yakınçağ boyunca devam edecek olan denge politikası bu şekilde başlamıştır.
Napolyon’un Suriye Seferi: Napolyon’un Suriye seferinin sebepleri, Mısır seferindeki sebeplerin hemen hemen aynısıdır. Hindistan’a giden yolu kontrol altında tutmak, Mısır’a tam hakim olmak, doğu Akdeniz’deki Suriye limanlarından faydalanmak ve bu limanları İngilizle-re kapatmak ayrıca Akdeniz hakimiyetini kurmaktı.Napolyon’un Mısır’daki durumu iyi değil-di. Donanmasının büyük bölümünü kaybetmişti ve Fransa ile bütün irtibatı kesmişti. Çünkü bütün Akdeniz İngilizler tarafından ablukaya alınmıştı. Napolyon Mısır’a hakim olmak için Suriye’nin elde edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Aralık 1798de Mısır’dan Suriye’ye hareket etti. Elariş, Gazze ve Yafa’yı aldı. Yafa’da bulunan 3000 Türk’ü esir alarak katletti. Asıl hedefi olan Akka’ya doğru yola çıktı. Akka, Cezar Ahmet Paşa tarafından savunuluyordu. Bu şahsın komutasında yeni kurulan Nizam-ı Cedid ordusu vardı. İngilizler de Fransızlara karşı Cezar Ahmet Paşa’yı destekliyorlardı. Napolyon bu mücadelede yenildi. Bu yenilgi Napolyo-nun ilk yenilgisiydi. Napolyon’un beklediği yardım İngiliz kontrolü yüzünden gelemiyordu. Napolyon 5 Mayıs 1799’da yerine ünlü komutanlarından Kleber’i bırakarak Mısır’a çekildi. Napolyon’ un yerine bıraktığı Kleber, Mısır seferinin bir sonuç vermeyeceğini biliyordu. 2 Mart 1801’de İngilizler İskenderiye’de Fransız ordusunu mağlup ettiler. Bunun üzerine Mısır’ın tahliyesi görüşmeleri başladı. 1801 Ağustosunda imzalanan mütareke ile savaşa son verildi. Fransızlar silahları ile çekildiler. Bu suretle Mısır tekrar Osmanlı’nın oldu. Napolyon-un Mısır seferi Avrupa siyasetinin ağırlığını bir müddet Akdeniz’e kaydırdı. Fransa burada umduğunu bulamadı. Mısır’ı Fransa’ya kazandıramadığı gibi Akdeniz’de hakimiyet de kura-madı. İngilizler Hindistan yolundaki Fransız tehlikesini bertaraf ettiler. Rusya ise bu olaylar sırasında ilk defa boğazlardan geçti. Bab-ı Ali bundan böyle toprak bütünlüğünü ancak devlet-ler muvazelesi sayesinde koruyabileceğini anladı.
Mısır Seferinden Sonraki Durum: Fransızların Mısır’ı terk etmelerinden sonra Osmanlı Devleti Fransa’ya karşı ittifak yaptığı İngiltere’nin Mısır’a yerleşme niyetinde olduğunu anla-dı. Ruslar ise Balkanlarda sürekli milliyetçilik propagandası yapıyorlardı. Yani Osmanlı Devleti’nin Fransa’nın Mısır ve Suriye seferi sırasında ittifak yaptığı iki devlet şimdi Osmanlı için tehlikeli olmaya başladı. Bu arada Rusya ile İngiltere’nin arası da açılmıştı. Napolyon Rusya ile Fransa’nın anlaşma yollarını aramaya başlamıştı. Napolyon Rusya’nın Osmanlı top-rakları üzerindeki emellerini biliyordu. Ona bu yönde bazı tekliflerde bulundu. Rusya ile birlikte Fransız ordusu Buhara’ya kadar olan bölgeyi Afganistan ve İran’ı alarak Hindistan’a uzanacak ve oradan İngilizleri kovarak Çar’a büyük bir imparatorluk kazandıracaktı. Buna karşılık Çar’da Fransızların Akdeniz ve Mısır’da yerleşmesine ses çıkarmayacaktı. Napolyon bu ittifaka Avusturya’yı da dahil etmek istiyordu. Avusturya’dan da Osmanlı Devleti’nden almak istediği yerleri bildirmesini istedi. Avusturya; Sırbistan, Bosna, Bulgaristan, Eflak ve Boğdan’ı gösterdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avusturya, Rusya ve Fransa arasında paylaşıl-masının kesin bir projesinin hazırlanacağı sırada Çar Poul öldürüldü. Yeni Çar Alexandre tahta geçtikten sonra İngiltere ile anlaşma imzaladı. Böylece Napolyon’un Asya’dan Rusya’ya teklif ettiği Asya İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’ni paylaşma projeleri suya düştü. Bu arada 1802’de İngiltere ile Fransa arasında bir barış antlaşması imzalandı. Bu antlaşmada her iki devlette Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü kabul etti. Bu sırada Paris’te Osmanlı Fransız barış görüşmeleri de başlamıştı. Bu görüşmeler sonucunda Osmanlı ile Fransa arasında 25 Haziran 1802’de Paris Muahedesi imzalandı. Bununla her iki devlet birbirinin toprak bütünlüğüne kefil olacaklar ve Fransa Avrupa’da herhangi bir devletle savaşa girerse Osmanlı Devleti Fransa’nın yanında durmak zorunda olmayacaktı. İki devlet daha önce İngiltere ile Fransa arasında yapılan barışı tanıyacaktı ve anlaşmanın diğer maddesi Mısır Osmanlı’ya yeniden iade edilecekti. Paris Muahedesi’nin imzalanmasıyla Osmanlı Devleti ile Fransa arasında Mısır’ın işgalinden doğan pürüzler hâlledilmiş, Osmanlı-Fransa münasebetleri tekrar dostluk yoluna gitmiştir. Bu dostluk III.Selim’in Fransa’ya karşı beslediği sempati nedeni ile daha da güçlenmiştir.III.Selim Napolyon’un askerlik alanındaki bilgi ve başarılarına hayrandı ve yapmak istediği reformlarda Fransa’dan faydalanmak istiyordu. Mısır seferinden sonra Osmanlı Devleti Fransa ile dostluk antlaşması imzalanmış ve şimdi onun için asıl tehlike yine Rusya ve İngiltere olmuştur. İngiltere ve Fransa arasında yapılan barış, İngilizlerin Malta ada-sını boşaltması yüzünden yine bozuldu. Bu sırada Fransa’da tekrar bir rejim değişikliği meydana geldi. Napolyon 1804’te krallığını ilan etti. Bu rejim değişikliği Rusya, Avusturya ve Prusya’yı kaygılandırdı. Bu rejim Napolyon’un büyük siyasî ihtiraslarının bir neticesiydi ve Avrupa’da Fransa’ya karşı yeni ittifaklar kurulmaya başladı.
İngiltere, Fransa’ya karşı Rusya, Avusturya, İsveç ve Napoli’yi içine alan bir ittifak oluşturdu. Osmanlı ise Fransa ile dostluğunu yeniden kurduğuna göre Fransa’daki yeni rejimi tanıması gerekiyordu. İngiltere ve Rusya buna karşı çıkıyordu. Bu devletler eğer Osmanlı Devleti Fransa’daki yeni rejimi tanırsa Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Rusya ile yaptığı ittifakları feshetmiş sayılacaktı. Bab-ı Ali iki ateş arasında kalmıştı ve sonunda Rusya ile Avusturya Fransa’daki yönetimi tanımadan Osmanlı’da tanımayacaktı. Bu karar İstanbul’daki Fransız büyük elçisini kızdırdı. Elçi bu durumu protesto ederek İstanbul’u terk etti. Bu İstanbul ile Fransa arasındaki siyasî münasebetleri kesti. İstanbul’daki İngiliz ve Rus büyük elçileri ise bunu kendi zaferleri olarak gördüler. Bu arada Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1799’da yapılan ittifak yenilendi. İngiltere Avrupa’da Fransa’ya karşı Avusturya ve Rusya’yı da içine alan bir birlik oluşturmuştu. Fakat bu birlik Napolyon’a sürekli yeniliyordu. 2 Aralık 1805’ te Austerlitz’ de Avusturya ve Rusya, Fransa karşısında kesin bir yenilgi aldılar. Austerlitz savaşı İstanbul’da Fransa’ya daha da kuvvetlendirdi. Halbuki Osmanlı Devleti Rus-ya ile yaptığı ittifakı henüz yenilemişti. Osmanlı Devleti Rusya ile yaptığı ittifakı bozmak pahasına Fransa’yı tanımaya karar verdi.Bu iş için Ahmet Muhip Efendi’yi elçi olarak Fransa-ya gönderdi. Fransa ise general Sebastiani’yi III.Selim ile görüşmek üzere İstanbul’a gönderdi Bu Osmanlı-Fransa yakınlaşması İngiltere ve Rusya’yı telaşlandırdı. General Sebastiani İstan-bul’da çok iyi karşılandı. Fransa’nın Avusturya ve Rusya’ya karşı zafer kazanması Osmanlı başkentinde moralleri yükseltti.Fransız elçisi Osmanlı Devleti’nde gördüğü büyük yakınlıktan cesaret alarak Fransa’nın bazı taleplerini Osmanlı Devleti’ne sundu. Buna göre; Osmanlı’nın Eflak ve Boğdan’daki Rus yanlısı beyleri değiştirmesi ve yerine Fransa’nın istediği beyleri atamasını istedi. Fransız elçisinin ikinci isteği boğazların Rus gemilerine kapatılmasıydı. Bu talepler Osmanlı tarafından kabul edildi. Rusya mevcut muahedelere aykırı olan bu durumu protesto etti. Osmanlı Devleti’ni savaşla tehdit etti. Osmanlı Devleti Rusya ile savaşı göze ala-mayarak Fransa’nın istediği beyleri geri alarak Rus yanlısı eski beyleri göreve getirdi. Boğaz-lar Ruslara yeniden açıldı. Fakat Rusya Osmanlı Devleti’nın bu tedbirlerini görmeden Dinyes-ter Nehri’ni aşarak Türk topraklarına girip Eflak-Boğdan’ı işgal etti.
OSMANLI-RUS OSMANLI-İNGİLİZ HARBİ
Rusların harp ilan etmeksizin Eflak ve Boğdan’ı işgal etmeleri Osmanlı’da şaşkınlıkla karşı-landı. İngiltere Rusya’nın tarafını tuttu. İngiltere Osmanlı Devleti’nin Fransa ile münasebetle-rini kesmesini, Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya bırakılmasını istiyordu. Osmanlı Devleti bunu kabul etmeyince İngiltere büyük elçisi İstanbul’dan ayrıldı ve İngilizler boğazları geçtiler. İngiliz donanmasının boğazları geçmesi paniğe neden oldu. Fransız elçisi Sebastiani kara ordusu ile desteklenmeyen donanmanın bir şey yapamayacağını söylemesine rağmen İstanbul-da panik yaşandı. İngilizler İstanbul’a saldırmaktan bir netice çıkmayacağını ve İstanbul’a saldırırlarsa Rusya ile karşılaşacaklarını bildiklerinden bunu gerçekleştirmediler. Bazı kayıp-lar vererek geri döndüler ve buradaki başarısızlıklarını Mısır’a çıkarma yaparak telafi etmeye çalıştılar. Fakat başarılı olamadılar.(14 Eylül 1807) İngilizlerle yapılan savaş burada sona erdi fakat Ruslarla yapılan savaş 1812 yılına kadar devam etti. Osmanlı Devleti’nin, Fransa’nın isteği üzerine Rus yanlısı Eflak ve Boğdan beylerini değişmesi ve boğazları Ruslara kapatma-sı, Rus tehditini görünce bunlardan vazgeçmesi Rusya’yı Eflak ve Boğdan’a saldırmaktan alı koymadı. Napolyon Osmanlı ordularının Rus ordularına saldırmasından faydalandı. Çünkü Ruslar Osmanlı cephesine büyük kuvvetler yığmışlardı. Rus ve Fransız ordularının Prusya’da yaptıkları meydan muharebesini Napolyon kazandı. Ruslar antlaşma isteğinde bulundular. Napolyon ve Çar buluşarak Tilsit antlaşmasını imzaladılar.Bu antlaşmanın Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren maddeleri şunlardı: Fransa, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında arabuluculuk yapacak, bir mütareke gerçekleştirecekti. Rusya’da Fransa-İngiltere antlaşması için aracılık yapacaktı. Ayrıca Napolyon Türklerin Eflak ve Boğdan’ı Ruslara terk etmesini sağlayacaktı. Bunu başaramazsa Rusya’nın kuvvet yoluyla burayı almasına yardım edecekti. Napolyon Lehistan Krallığı’nı diriltme projesinden vazgeçecek ve karşılığında Rusya Yedi Yunan Ada-ları ve Dalmaçya üzerinde Fransa hakimiyetini kabul edecekti. Rusya ile Osmanlı Devleti ara-sında bir anlaşma sağlanamazsa Rusya ile Fransa Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki toprakla-rını paylaşacaklardı.
Erfurt Görüşmesi (12 Ekim 1808) : Napolyon Tilsit’ten beri süregelen Rus desteğini kuvvet-lendirmek maksadıyla Erfurt’ta Çar Alexandre ile görüştü. Görüşmeler Avrupa’nın genel siyasetiyle ilgiliydi. Napolyon Rusya’yı kendisine bağlamak için onun tarihî isteklerini bir daha gözden geçirdi. Çar’ın İstanbul’u ve boğazları istemesine bir vaadde bulunmadı. Fakat Eflak ve Boğdan’ı Rusya’ya kazandırmak için Tilsit’teki vaadini tekrarladı. Osmanlı devlet adamları Napolyon’ un Tilsit ve Erfurt’ta Rusya’ya yaptığı vaadleri öğrenmişlerdi. Artık Fransa ittifakında kalmanın bir manası yoktu. Fransa’ nın düşmanı İngiltere Türkiye’ nin Napolyon aleyhine kurulan ittifaka girmesi için tekliflerde bulunuyordu. 1807’de İngilizlerin Mısır’a asker çıkarmasıyla bozulan Türk-İngiliz münasebetlerini yeniden kurmak için görüş-meler başladı. 1809’da İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında Kala-i Sultanî anlaşması imza-landı. Rusya ile savaş devam etti. Boğazlardaki İngiliz-Rus rekabetinin asıl başladığı tarih bu anlaşmanın imzalandığı zamandır. Rusya ile başlayan harp 3 sene sürdü. Bu zamanda, Ruslara karşı genelde savunma hareketleri yapıldı. Ruslar Besarabya, Eflak, Boğdan, Dobruca ve Kuzey Bulgaristan’ın bir kısmını işgal ettiler. Bu durumda Osmanlı’nın mevzi başarılarına rağmen Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. Rusya ile 1812’de Bükreş Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Ruslar işgal ettikleri yerlerden Besarabya’yı aldılar. Eflak ve Boğdan Osmanlılara geri verildi. Prut Nehri iki ülke arasında sınır kabul edildi. Tuna’nın geliş gidişi Türk ve Ruslar için müşterek olacak ve yine Ruslara güvenerek isyan eden Sırplara bazı haklar tanındı.
Kırım Savaşı Öncesi Osmanlı Devleti’nin ve Avrupa Devletlerinin Genel Durumu;
-Osmanlı devletinin genel durumu; Mısır meselesinin kesin olarak halledilmesinden Kırım Savaşına kadar geçen 13 yıllık dönem Osmanlı Devleti için bir barış devri olmuştur. Ancak Suriye’de, Lübnan’da, Rumeli’de pek çok isyanlar ayaklanmalar meydana gelmiştir. Bu arada Tanzimat ilan edilmiş, Tanzimat’a karşı din ve mezhep içerikli bir takım isyanlar çıkmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen, Tanzimat prensipleri imparatorluğun tamamında uygulanmıştır.
-Avrupa devletlerinin durumu; Avrupa 1848 ihtilalleriyle çalkalanmaktadır. 1848 ihtillaleri hürriyetçilik isyanlarıdır. Bu isyanlar bütün Avrupa’yı kasıp kavurmuştur. 1848’de Fransa ikinci cumhuriyeti ilan etmiştir. 1852’de bu ikinci cumhuriyet kaldırılmıştır. İngiltere’de; İrlanda meselesiyle uğraşmaktadır. Almanya ve İtalya ise milli birliklerini kurama yolunda mesafe kat etmişlerdir. Ancak 1870’de Almanya, 1860’da İtalya milli birliklerini kurabilmiştir.
1848 ihtilallerinin en fazla etkilediği devlet Avusturya-Macaristan olmuştur. 1848 ihtilalleri sırasında Avusturya’da Macarlar isyan etmişler ve milli devletlerini kurmak üzere ayaklanmıştır. Macarların oturduğu bölgede çıkan isyanlar Avusturya tarafından çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Macarlar devlet kuramamışlardır. Macar isyanın bastırılmasında Rusya, Avusturya’ya yardım etmiştir. Çünkü Rusya, kendi bünyesindeki Lehlerin Macarları örnek alıp ayaklanmasından korkmuştur.
Rusya, Mehmet Ali Paşa isyanından beri Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünden yana bir tutum izlemiştir. Fakat Rusya’nın tavrı artık değişmiştir. Rusya bu tarihte eski geleneksel politikasına dönmüştür. Artık Osmanlı Devleti’nin parçalanması ya da himayesi altına alınmasının zamanının geldiğini düşünmektedir. Bunun için durumu ve şartları elverişli görmektedir. Bütün Avrupa 1848 ihtilallerinin kendi bünyelerinde meydana getirdiği sarsıntılarla uğraşmaktadır. Dolayısıyla Avrupa devletlerinin hiç birisi Rusya ile ilgilenecek durumda değildi. Rusya artık Osmanlı üzerindeki emellerini gerçekleştirmek üzere harekete geçme zamanının geldiğini düşünmekteydi.
Rusya, Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini gerçekleştirmek üzere İngiltere’ye müracaat eder. İngiltere ile birlikte Osmanlı Devleti’ni paylaşmayı düşünmektedir. Bu konuda birkaç teşebbüste bulunur, fakat olumlu bir netice alamaz. Çünkü İngiltere bu tarihte Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunmaktadır. Dolayısıyla Rusya’nın tekliflerine olumlu cevap vermez.( 9 Ocak 1853’te Saint Petersburg’da bulunan Çar Nikola, İngiliz büyük elçisine Osmanlı Devleti’nin “Hasta Adam” olduğunu, hasta adamın mirasını paylaşmak için hazırlıklı olmaları gerektiğini söyler. Ancak İngiliz büyük elçisi, hasta adamı neden tedavi etmeyelim şeklinde cevap verir.)
İngiltere’den umduğu cevabı alamayan Rusya tek başına harekete geçmeye karar verir. Çar, Osmanlı Devleti’ni parçalamak istemektedir. Çar bir takım talepler ileri sürer. 1774’te Küçük Kaynarca antlaşmasında Osmanlı Devleti’ndeki tüm Ortodoksların himayesinin Rusya’ya verildiğini iddia etmektedir ve bu hakkını kullanmak istediğini ileri sürmektedir. Hâlbuki Küçük Kaynarca’da sadece İstanbul’da kurulan Rus-Ortodoks kilisesinin himayesi Rusya’ya verilmiştir. Rusya bu taleplerini bildirmek üzere Prens Mençikof’u Osmanlı Devleti’ne elçi olarak gönderir. Prens İstanbul’a gelir ve yetkililere Rus taleplerini bildirir.
Rus talepleri iki nokta da özetlenebilir;
1)Ortodoksların kutsal yerler meselesindeki taleplerinin kabulü.
2)Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan 12 milyon Ortodoks’un himayesinin Rusya’ya verilmesi.
Osmanlı Devleti’nin hükümran bir devlet olarak bu talepleri kabul etmesi mümkün değildi. Dolayısıyla bu talepler reddedildi ve Mençikof İstanbul’u terk ederek Rusya’ya döndü.
Kutsal Yerler Meselesi
Kudüs ve çevresi tüm dinler için önem arz etmektedir. Kudüs’te bulunan kutsal mekânlar Katolikler ve Ortodokslar arasında hep bir çekişmeye sebep olmuştur. Özellikle III. Napolyon bu meselenin alevlenmesinde etkili olmuştur. III. Napolyon Katoliklerin desteğiyle cumhurbaşkanı olmuştur. Bu yüzden Katolikleri memnun etmek istemiş ve Katoliklere, kutsal yerlerin bakım ve himayesi verilmiştir. Ortodoksların savunuculuğunu yapan Rusya ise bu duruma karşı çıkmış ve Fransa ile Rusya arasında bir çatışma, çekişme ortaya çıkmıştır. Aslında bu çekişme Doğu Akdeniz hâkimiyeti çekişmesidir, kamuoyuna ise kutsal yerler meselesi olarak yansıtmıştır ve bu mesele Kırım savaşının sebeplerinden biridir.
Osmanlı Devleti hükümranlık haklarına tecavüz demek olan bu şartları kabul etmedi. Rus elçisinin gizli kalmasını istemesine rağmen Rus istekleri İngiliz ve Fransız elçilerine bildirildi. Bunun üzerine İngilizler ve Fransızlar derhal harekete geçtiler ve donanmalarını Çanakkale gölünde hareket ettirdiler. Osmanlı Devleti Rus tekliflerini incelemek üzere 46 kişilik bir meclis kurdu. Bu meclis devlet adamları ve ulemadan oluşuyordu. Meclis Rus tekliflerini reddetti. Rusya bunun üzerine Osmanlı Devleti ile diplomatik münasebetlerini kesti. Mençikof İstanbul’u terk etti. Rusya ile münasebetlerin kesilmesi üzerine Osmanlı harp hazırlıklarına başladı. Kutsal yerler konusunda Avrupa basını ve kamuoyu Ruslar karşısında ilk kez Türkleri tutuyordu. Avrupa’nın koyu Katolik âlemi ilk defa Ortodoks Rusya’ya karşı birleşmiş oluyordu. Çar Nikola, kuvvete başvurmak niyetindeydi. 22 Haziran 1853’te Rus kuvvetleri Eflak-Boğdan’a girdiler. Bu durum Osmanlı ile Rusya arasında harp demekti(Kırım savaşı başlangıcı). Fakat Çar, Avrupa devletlerine gönderdiği beyannamede savaş yapmak istemediğini, niyetinin anlaşmalarla kendisine verilen haklarını almak olduğunu söyledi.
Osmanlı İngiltere’nin tavsiyesiyle, Rusya’ya hemen savaş ilan etmedi. Rusya’nın Eflak-Boğdan’ı işgal etmesi Avusturya ve Prusya’yı da ilgilendiriyordu. Avusturya Rus hareketini protesto etti. Prusya da Avusturya gibi Rusya’ya protestoda bulundu. İngiltere ve Fransa’da Rus hareketini tehlikeli ve çıkarlarına aykırı görmekle birlikte henüz harbe karar vermemişti. Bu anlaşmazlığı çözmek için, 1853’te Viyana’da bir kongre toplandı. Konferansa Avusturya, Prusya, Fransa ve İngiltere iştirak ettiler. Bir nota hazırlandı. Metin İstanbul’da incelendi ve bazı noktaların değişmeden kabul edilmeyeceği bildirildi. Bu arada Osmanlı Devleti’nde İslam kamuoyunun da, sabrı taşmak üzereydi. İstanbul’da yürüyüşler gösterişler yapıldı. Mustafa Reşit Paşa başkanlığında 160 devlet adamı ve ulema toplanarak padişahtan harp açılmasını istediler. Padişah Abdülmecit meclisin istediğini kabul eden bir Hatt-ı Hümayun yayınladı.(19 Eylül 1853). Osmanlı Devleti Rusya’ya Eflak-Boğdan’ı boşaltmaları için son bir uyarı daha yaptı. Bu reddedilme Osmanlı-Rus harbini başlattı.
Rumeli’deki Osmanlı ordusu komutanı Ömer Paşa, Tuna’yı geçti ve burada bazı başarılar gösterdi. Anadolu yakasında da Rus baskınından Türk ordusuna karşın kuzey doğusuna çekilmek zorunda kaldı.
Sinop Felaketi: Kasım ayı sonlarında bir Türk filosu Batum’daki Türk kuvvetlerine erzak ve mühimmat götürmek üzere yola çıkmıştır. Filonun fırtınaya tutulması üzerine filo Sinop limanına sığındı. 27 Kasım 1853’te büyük bir Rus filosu gelerek burada bulunan Türk filosunu yaktı ve batırdı. Ruslar bununla kalmadılar, Sinop’taki İslam mahallelerini ateşe verdiler. Sinop felaketi İstanbul’da büyük bir üzüntü yarattı.
İngiltere ile Fransa’nın Rusya’ya Savaş Açması: Sinop felaketi Fransa ile İngiltere’ye Rusya’nın Karadeniz’deki kuvvetini anlamaları için bir işaret vazifesi gördü. Boğazlar tehdit altındaydı. Türk-Rus anlaşmazlığı, boğazlar yüzünden yine bir Avrupa problemi haline geldi. Fransa ve İngiltere’de basın, Rusya’ya harp açılması yönünde yazılar yazmaya başladı. Batı Avrupa kamuoyu ilk defa Osmanlı Devleti’ni savunuyor Türkleri tutuyordu. Bunda birinci sebep; öncelikle kendi menfaatleri idi. Ayrıca Osmanlı’nın Macar ve Leh mültecileri konusundaki tutumu Avrupa kamuoyunda lehte bir cereyan oluşturmuştu. Nitekim bir müddet sonra İngiltere ve Fransa donanmaları boğazların savunmasına iştirak ederek, Çanakkale boğazını geçtiler ve İstanbul önlerine geldiler. Rus Çarı; İngiliz ve Fransız donanmalarının boğazı geçmesini protesto etti. Sinop felaketinden sonra Kraliçe Victoria ve III. Napolyon Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı çözmek için ara buluculuk teklif ettiler. Çar Nikola bunu reddetti. Bunun üzerine Londra ve Paris kabineleri Rusya’ya bir ültimatom verdiler; Eflak-Boğdan’ın derhal boşaltılmasını, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün tanınmasını, Ortodoks tebaa üzerindeki himayeden vazgeçilmesini istediler. Çar bu ültimatomu reddetti ve ordularına Tuna’yı aşma emri verdi(9 Şubat 1854). Fransa ve İngiltere bunun üzerine 12 Mart 1854’te Rusya’ya savaş açtılar.
Osmanlı, İngiltere ve Fransa’nın Rusya’ya Savaş Açması: İngiltere ve Fransa’nın 12 Mart 1854’te Rusya’ya savaş açması ile Rusya 3 devletle savaşmak zorunda kaldı. Rusya ile müttefikler arasındaki harp sahası Rumeli, Kırım ve Baltık oldu. Ruslar harbe kutsal bir değer vermeye çalışarak Osmanlı Devleti içindeki Ortodoksları yanına çekmeye çalıştı. Rum vilayetlerinde Osmanlı Devleti’nin bir yıl içinde yok olacağı, Ayasofya’da ayin yapılacağı dedikoduları yayılmaya başladı. Yunanistan’da da bu propagandaların etkisiyle ayaklanmalar oldu. Yunan hükümeti halkın bu psikolojisinden faydalanmaya çalıştı. Askerî hazırlıklara başladı. Osmanlı, İngiltere ve Fransa Yunanistan’a nasihatlerde bulundularsa da pek bir etkisi olmadı. Bunun üzerine Fransızlar Pire limanını işgal ettiler ve Yunanistan’ı ablukaya aldılar. Yunanistan baskı altında tarafsızlığını ilan etmek zorunda kaldı. Bu durum Rusları önemli bir destekten yoksun bıraktı.
Ruslar Tuna boylarında ümit ettikleri başarıyı kazanamadılar. Fakat28 Ocak 1854’te genel bir saldırıya geçerek Tuna, Kalas, İbrail, İsmail bölgelerini ele geçirdiler. İngiltere ve Fransa kuvvetleri Osmanlı’dan yardım için Varna’ya geldiler. Bu sırada Avusturya da Rusya’yı tehdit etmeye başladı. Eflak ve Boğdan’ı boşaltmaları için Rusya’yı zorladılar. Ruslar Silistre’yi bırakarak çekilmek zorunda kaldılar. Eflak ve Boğdan’ı boşaltmaya başladılar. Bu sıralar 30 Eylülde Bab-ı Ali ile Avusturya arasında Eflak-Boğdan’ın mukadderatı için bir anlaşma yapıldı. Buna göre Avusturya harbin sonuna kadar Eflak-Boğdan’ı işgal ederek bu bölgeyi Rus saldırısına karşı koruyacaktı. Müttefikler bundan sonra Rusları barışa zorlamak için Kırım’a saldırmayı uygun gördüler.
KIRIM SAVAŞI
Kırım Rusya’nın boğazlar istikametinde Akdeniz devleti olmak için kullandığı deniz ve kara kuvvetlerinin tersanesi ve deposu idi. Müttefikler Kırım savaşının kısa süreceğine zaferin kısa zamanda kazanılacağına inanıyorlardı. Hâlbuki seferin bazı zorlukları vardı. Kırım, İngiltere ve Fransa’ya 18 günlük deniz mesafesindeydi. Kuvvetler böyle bir sefer için maddi ve manevi hazırlanmamıştı. Deniz ve kara kuvvetleri arasında bir komuta birliği de yoktu. Kırım’a 20 Eylül 1854’te 30 bin Fransız, 20 bin İngiliz ve 60 bin Türk askeri çıkartıldı. Rus kuvvetleri ise 51 bin kişiydi. Fakat Sivastopol kuvvetli bir şekilde savunuluyordu. Rusya’nın soğuk kışı ve bulaşıcı hastalıkları müttefik ordusuna büyük darbeler indiriyordu. Ruslar ile savaşacak binlerce er ve subay hastalıkla mücadele etmek zorunda kaldı. Müttefiklerin başlıca amacı; Sivastopol’ü almaktı. Ruslar müttefik çemberini almak için sık sık saldırılar düzenlediler. İngiltere bu saldırılarda süvarilerinin büyük bölümünü kaybetti. Kış gelince muharebelere ara verildi. Bu arada Piyemonte, Rusya’ya karşı harbe girmek üzere 15 bin kişilik bir kuvvet yolladı.
1855 yılı ilkbaharında muharebe yeniden başladı. Sivastopol sürekli bombalanıyordu. Nihayet 1855 Eylülünde müttefikler Sivastopol’e girmeye muvaffak oldular. İngilizler tersaneyi tahrip ettiler. Kırım’da zafer kazanıldığı sırada Balkanlarda Ömer Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Ruslar karşısında zafer kazanmıştı. Rusların tek başarısı doğuda Kars’ı almak oldu. Bu sırada Çar Nikola ölmüş yerine II. Alexandre geçmişti ve müttefiklerle barış yapmak istiyordu. Bunun üzerine barış antlaşmasının imzalanması için Paris’te bir kongre toplanması kararı alınmıştı.
Kırım Savaşının Sonuçları
Kırım savaşı ile Osmanlı Devleti Rusya’nın 2 yıl önceki korkunç tavırlarından kurtulmuş ve kazandığı başarılarla hasta adam olmadığını göstermiştir. Geçici bir zaman için de olsa topraklarının emniyetini sağlamıştır.
Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan topraklarından bir kısmını almak ve Türkiye’deki Ortodoks tebaanın hâkimi olmak istemiş fakat İngiltere ve Fransa buna müsaade etmemiştir ve Rusya’yı barışa zorlamak için harbi Rus topraklarına taşımışlardır.
Rusya bu savaşta müttefiklerinden 3 kat fazla para ve insan kaybetmiştir. Bu durumda Rusya yeni bir savaşa girmek istememiştir. Çünkü böyle bir durumda müttefikler karşısında Kırım, Finlandiya, Lehistan ve Kafkasları kaybetmekten korkmuştur.
Paris Kongresi(30 Mart 1856)
Paris kongresine Osmanlı, Rusya, İngiltere, Fransa, Piyemonte, Avusturya ve Prusya iştirak ettiler. Osmanlı ilk kez devletlerarası bir kongreye Avrupa devletleriyle eşit haklara sahip olarak iştirak ediyordu. Piyemonte kongreden önce büyük devletlerarasında yapılan bir kongreye iştirak etmişti. Prusya müttefiklerle harbe girmediği halde 1841 Londra anlaşmasını imzaladığı için kongreye davet edilmişti.
Paris Antlaşmasının Hükümleri
1)Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri hakkından ve konseyinden faydalanacaktır.
2)Anlaşmaya katılan bütün devletler, Osmanlı Devleti’nin egemenliğine ve topraklarının bütünlüğüne kefil olacaklardır.
3)Osmanlı Devleti ile antlaşma imzalayan devletlerden birisi arasında ihtilaf çıkarsa iki taraf kuvvete başvurmadan önce, muahedeyi imzalayan diğer devletlere başvuracaktır.
4)Sınırlar savaştan önceki gibi olacaktır. Savaşta kazanılan topraklar geri verilecektir.
5)1841 Londra Boğazlar Sözleşmesinde kabul edilen maddeler aynen tekrarlanıyordu. Bu madde şuydu; barış zamanında harp gemilerinin geçişine izin verilmeyecekti.
6)Karadeniz tarafsız hale gelecek, bütün devletlerinin ticaret gemilerine açık, savaş gemilerine kapalı olacaktı.
7)Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz kıyılarında donanma bulundurmayacak, tersane kuramayacaklardı. Sadece güvenliğin korunması amacıyla küçük bir donanma bulundurabilirlerdi.
8)Tuna nehrine gidiş geliş serbest olacak; bu trafik, antlaşmayı imzalayan devletlerden oluşan bir komisyon tarafından yürütülecekti.
9)Sırbistan’ın özerkliği devletlerin garantisi altına alınacaktı. Osmanlı, Sırbistan’a devletlerin onayı olmadan asker göndermeyecekti.
10)Eflak ve Boğdan’ın özerkliği imhacı devletlerin kefaletine alınacak, hiç birisi burada özel bir himaye kuramayacaktı.
11)Padişah Hıristiyan tebaa için ıslahat yapacağını bir ferman ile belirtiyordu.
Kırım Harbinin Diğer Sonuçları
-Kırım harbinde yenen ve yenilen devletler arasında insan ve para kaybı çok fazla olmuştur. Anlaşmanın Avrupa için önemi; Rusya tarafından bozulan devletlerarası dengenin tekrar kurulması Avrupa açısından önemli bir sonuçtur. Paris anlaşması ilk bakışta Osmanlı lehine gibi gözükse de, bir müddet için Rus tehdidini kaldırsa da bu maddeler uzun süreli geçerliliğini koruyamamıştır.
-Osmanlı Devleti ilk kez Avrupa devletler konseyine katılmış ve Avrupa devletlerinin genel haklarından yararlanması kabul edilmiştir. Toprak bütünlüğü büyük devletlerin kefilliği altına alınmıştır. Fakat bu antlaşma kâğıt üzerinde kalmış, devletler kısa bir süre sonra muahedeye aykırı hareketlerde bulunmuşlardır.
-Osmanlı Devleti savaşı kazanan devletler tarafında olmasına rağmen, Karadeniz ile ilgili hükümler Rusya’nınki ile aynıdır.
-Padişahın tebaasına ıslahat vaad eden fermanın anlaşma metnine konulması Osmanlı Devleti’nin aleyhine olmuştur. Çünkü ileride devletler bu fermanın hükümlerini kendi çıkarlarına göre uygulamak istemişler, bunun için sürekli Osmanlı Devleti’ne baskı yapmışlardır. Bu anlaşmanın Osmanlı Devleti’ne sağladığı barış devri kısa devreli ve buhranlı olmuştur.
İngiltere Rusya’yı frenlemekle, Hindistan sömürge yollarını garantiye almış oluyordu. Fransa’da Rus isteklerine set çekerek Akdeniz’deki ekonomik çıkarlarını koruyordu. Fransa’nın bu savaştan bir başka kazancı da olmuştur. Fransa Napolyon devrinden beri Avrupa’da kendisine karşı kurulmuş olan devletler cephesini parçalamış oluyordu. Avrupa’da Rusya, Avusturya ve Prusya doğu bloğunu temsil ediyordu ve liberal düşüncelere düşmandı. Bu savaş sonucunda doğu bloğu da parçalanmış oluyordu.
Piyemonte ise Kırım harbine son anda girmişti. Piyemonte delegeleri İtalyan Birliği konusunu kongreye getirmeye muvaffak oldular. Kongrede İtalyan Birliği konusunda önemli adımlar atıldı. Prusya savaşa katılmamasına rağmen Paris Barış kongresine önemli ilerlemeler kaydetti.
Rusya ise 2 yıl boyunca 4 büyük Avrupa devletine kafa tutmuş ve Çar mecbur kaldığı için bu anlaşmayı imzalamıştır. Tuna’nın geliş gidişinin uluslar arası bir statüye konulması, Eflak-Boğdan’ın ve Sırbistan’ın muhtariyetinin devletlerin kefaleti altına alınması, Rusya’nın Balkanlardaki himayesini zayıflattığı gibi, Balkanlardaki ilerleme projesini bir süre ertelemesine neden olmuştur. Rusya Balkanlarda ilerleme ihtimali kalmayınca dış politikasında bir değişiklik yapmış ve doğuya yönelmiştir. Orta Asya ve Doğu Asya’da bulunan Türk Cumhuriyetlerini işgal etmiş ve Afganistan’a kadar gelmiştir. Afganistan Hindistan’ı kontrol eden bir bölge olduğu için Rusya’nın Afganistan’a gelmesi İngilizleri endişelendirmiştir. Yani Rusya Balkanlardan sonra bu bölgede İngiltere ile karşı karşıya gelmiştir. Fransa, Rusya ve Piyemonte’nin milli birliklerini sağlamalarına taraftar olmuştur. Çünkü her iki devlette birliklerini sağlamak için Avusturya ile savaşmak zorundaydı. Bu da Fransa’nın işine geliyordu.
Prusya’nın Avusturya’yı yenmesi Prusya’yı Avrupa’da birinci sınıf bir devlet haline getirmiştir ve 1870’de Fransa-Prusya ile savaşmış ve Prusya karşısında yenilgiye uğramıştır. Fransa’nın bu yenilgisi Avrupa’daki tüm dengelerin değişmesine sebep olmuştur. Paris antlaşması ve kurulan denge 1870’de tekrar bozulmuştur. Rusya bundan faydalanmasını çok iyi bilmiştir.1871’de Avrupa’daki dengelerin değiştiğini iddia ederek Paris antlaşmasının Karadeniz ile ilgili hükümlerinden kurtulmak istemiştir ve bu tarihten sonra, Karadeniz ile ilgili madde antlaşmadan kaldırılmıştır.
ISLAHAT FERMANI (28 ŞUBAT 1856)
Islahat fermanı, Kırım harbinin son yıllarında hazırlanarak Paris anlaşmasının imzalanmasından bir ay kadar önce Bab-ı Ali tarafından ilan edilmiştir. İngilizler ve Fransızlar Rusların Ortodoksların hamiliğini alarak Avrupa kamuoyunda lehlerine propaganda yapmalarını önlemek için Paris anlaşmasına Osmanlı Devleti’ndeki Hıristiyanlar için ıslahat yapılmasını isteyen bir madde koymayı uygun gördüler. Islahat fermanı bu şekilde yabancılar tarafından hazırlanan, Osmanlı Devleti tarafından ilan edilen bir fermandır. Islahat fermanı prensipleri Tanzimat prensiplerinin bir devamı niteliğindedir. Tanzimat daha çok imparatorluğun eskiyen müesseselerini yenileştirmek, batılılaştırmak için yapılmıştı. Fakat ıslahat fermanının yayınlanmasında daha çok siyasi düşünceler hâkimdi.
Islahat fermanının Paris anlaşmasına bir madde olarak konulması, padişahın kendi tebaası için yayınladığı fermanı Avrupa devletlerinin denetimine açık hale getirmiştir. Avrupa devletleri bu ıslahat prensiplerinin yürütülüp yürütülmediğini kontrol bahanesiyle sürekli Osmanlı Devleti’ne müdahale etmek istemişlerdir. Islahat fermanı yabancı devletlerin hazırladığı ve Osmanlı Devleti’nin ilan etmek mecburiyetinde kaldığı bir programdır. Osmanlı Devleti bu fermanı güya kendisi yayınlamış olarak şekil yönünden hükümranlık haklarını devretmiştir.
Islahat fermanı prensipleri özetle şunlardır;
1) Tüm Osmanlı tebaasının can, mal, ırz ve namus dokunmazlığı.
2) Kanunlar önünde eşitlik
3) Şahsın veya topluluğun tasarruf hukukuna saygı
4) Devlet hizmetine ve askerliğe girmede bütün tebaanın kabulü
5) Mezhep ve eğitim hürriyeti
6) Vergiler konusunda eşitlik
7) İltizam usulünün kaldırılarak vergilerin doğrudan devlet tarafından alınması
8) Mahkemelerde şahitlik konusunda eşitlik
9) Mahkemelerin açık olması
10) Suçlu mülklerin müsadere usulünün kaldırılması
11) Hapishanelerin insan haklarına daha uygun hale getirilmesi
12) İşkencenin kaldırılması
13) Karma ticaret, ceza ve cinayet mahkemelerinin kurulması
14) Gayrimüslimlerin din imtiyazları muhafaza edilerek diğer imtiyazlarının genişletilmesi
15)Patrikhaneler veya Müslüman olmayan meclislerin bazı hukuk davalarında yetkili olmaları
16)Hıristiyanların vilayet ve nahiye meclisleriyle Ahkâm-ı Adliye meclislerinde isye bulundurmaları
17)Resmi yazışmalarda Hıristiyanlar için kullanılan hakaret manası taşıyan kelimelerin kullanılmaması
18) Rüşvetin kaldırılması.
Cidde ve Suriye İsyanları (1858-1860)
Osmanlı idaresinde Suriye; Halep, Şam, Sayda ve Bağdat olmak üzere 4 eyalete ayrılmıştı. Suriye halkı çeşitli menşelerden gelmekteydi. Çeşitli din ve mezheplere mensuptu. Araplar, Süryaniler, Finikeliler, Rumlar, Romalılar, Türkler ve Haçlılar bu bölgede yaşıyorlardı. Halkın çoğu Arapça konuşuyordu. Çoğu da Müslümandı. Fakat Müslümanlar arasında da bir mezhep birliği yoktu. Burada en kalabalık cemaatler Dürzîler ile Mütevelliler idi. Hıristiyanlar ile Ortodoks, Marunî, Süryani, Latin, Ermeni Katolikleri, Protestan ve daha başka mezhepler halinde bulunuyorlardı. 19.yüzyılda Suriye’de bütün bu mezhepler milliyet demekti. Bu bakımdan Suriye halkında duygu ve düşünce birliği de yoktu. Bu olmayınca da çeşitli mezhepler arasında çeşitli vesilelerle sık sık çatışmalar meydana getiriyordu. Bu çatışmaların ancak Dürzîler ile Marunîler arasında meydana geldiği görülüyordu. Dürzîler esas itibariyle Müslüman, fakat belli İslam mezheplerinden farklıydı. Bütün nüfusları 1860’da 55-60 bin arasındaydı. Marunîler ise Hıristiyan idi. Bütün nüfusları 1860’da 200 bin civarındaydı. Lübnan’da yaşayan Dürzîler ve Marunîlerde derebeylik sistemi vardı.
Islahat fermanının Hıristiyanları hukuk yönünden Müslümanlarla eşit hale getirmesi, Suriye’de büyük bir tepki yarattı. Eskiden beri kendisini Dürzîlere karşı zayıf hisseden Marunîler, bu fermandan faydalanarak teşkilatlanmaya başladılar. Dürzîlerde bu durum karşısında kayıtsız kalmadılar ve mücadeleye girmek için hazırlandılar. Islahat fermanı böylelikle Osmanlı tebaasını kaynaştıracağı yerde çatışmalara zemin hazırladı.
Cidde Olayları: 15 Temmuz 1858 günü büyük bir halk kalabalığı bir takım fesatçılara katılarak Hıristiyan halk üzerine yürüdüler. Böylece mahiyeti dinî olan büyük bir kavga başladı. Bu kavga sırasında Fransız konsolosuyla, İngiltere konsolos yardımcıları öldürüldüler. Cidde’deki mevcut hükümet kuvvetleri bu olayları önlemede aciz kalmıştı. Cidde olayları İngiltere ve Fransa üzerinde çok kötü tesir yaptı. Bu iki hükümet birlikte hareket etmeye karar verdiler. Cidde önüne harp gemilerini gönderdiler. Şehri bombaladılar. Gemi komutanları olayların sorumluları olarak 10 kişiyi idam ettiler. Cidde olayları cahil bir halk topluluğunun eseri olmasına rağmen İngilizler ve Fransızlar burada kendi sömürgelerinde hareket ettikleri gibi davrandılar. Cidde’yi topa tutmaları ve suçluları idam etmeleri hiçbir şekilde haklı görülecek hareketler değildi. Bu müdahaleler bölgedeki Müslüman halk üzerinde bilhassa Dürzîler ve Marunîler üzerine saldırarak Suriye isyanlarının gelişmesine sebep oldular.
Suriye isyanlarının gelişmesi: 1880 yılı, başında Suriye’deki durum çok gerginleşmişti. Halep’te cami duvarlarına Hıristiyanlar aleyhine beyannameler asıldı. Lübnan’ın Dürzîlerle meskûn bölgelerde cinayet yol kesme olayları baş gösterdi. Bu olayların suçluları bulunup yakalanamadığı için Marunîler kendilerine karşı olabilecek genel bir katliama karşı hazırlığa başladılar. Bir taraftan Sayda valisi Hurşit Paşa’ya başvurarak tedbir almasını istediler. Sayda valisi Hurşit Paşa ve Şam valisi Ahmet Paşa olaylara ilgisiz kaldılar. Bu yüzden olaylar ortada hükümet otoritesi yokmuş gibi gelişerek devletin yüz karası oldu. İsyanın Şam’a ulaştığı gün Osmanlı Devleti; dışişleri bakanı Fuat Paşa’yı, bölgedeki olayları bastırmak üzere Suriye’ye gönderdi. Fuat Paşa 12 Temmuzda bir vapur asker ve iki harp gemisiyle İstanbul’dan hareket ederek 5 gün sonra Beyrut’a geldi. Suriye isyanları Avrupa kamuoyunda öğrenildiği zaman Türklere hemen bir haçlı tasavvuruyla tepki gösterilmeye başlandı. Türkler için en ağır ifadeler kullanıldı. Devlet adamları da halkın tepkisi yönünde hareket ederek silahlı müdahaleye karar verdi. 5 bin kişilik bir Fransız kuvveti Beyrut’a hareket etti. Bu sırada Fuat Paşa Suriye’ye varmış ve isyanı bastırma hareketlerine başlamıştı.
Fuat Paşa kısa sürede suçluları bularak tevkif ettirdi. Bunların büyük bölümünü idam ettirdi. Bir bölümü kurşuna dizildi. Birçok sivil memur ise görevlerini yapamadıklarından dolayı çeşitli cezalara çarptırıldılar. İsyan sırasında zarar gören Marunîlere tazminat verilmesi kararlaştırıldı. Bu sırada Fransız kuvvetleri Beyrut’a geldiler. Aslında Fuat Paşa Fransızlara yapacak bir şey bırakmamıştı. Fakat Beyrut’taki Marunîler Fransızları büyük gösterilerle karşıladılar. Fransız kuvvetlerinin gelmesi sadece bir gösteri yürüyüşünden ibaret kaldı. Suriye’deki askerî müdahaleye paralel olarak Suriye isyanları karşısında alınacak yeni durumu görüşmek üzere bir komisyon kuruldu. Böylece Suriye için siyasî müdahale kapısı açılmış oldu. Fransızlar bu bölgeye adeta bir prenslik, muhtar idare vermeyi istiyorlardı. İngilizler ise Suriye’de Mısır’daki dirlik benzeri bir idare kurulmasını istiyorlardı. Kurulan komisyon uzun tartışmalardan sonra Fransız tezini kabul etti. Buna göre Lübnan’da muhtar bir idare kurulacak ve bu idarenin başına Hıristiyan bir vali getirilecekti. Avrupa devletleri Lübnan’ın yeni idare tarzını gösteren Lübnan nizamnamesini imzaladılar(9 Haziran 1861). Bab-ı Ali Lübnan nizamnamesine uyarak bölgeye ilk olarak David Efendi isimli bir Ermeni Katolik tayin ettiler ve kendisine vezirlik rütbesi verildi. Büyük devletler bunu sempatiyle karşıladılar. Lübnan nizamnamesi ile Fransızlar Lübnan’ı terk ettiler. Fuat Paşa’da İstanbul’a döndü. Lübnan’da David Paşa’nın idaresinde yeni bir yönetim şekli başlamış oldu. Bu idare bir dereceye kadar, Lübnan’ın muhtar bir idare statüsünde sahip olması demekti. Bu şekilde Osmanlı Devleti’nin bir iç meselesi olan Suriye-Lübnan meselesi Avrupa devletlerinin müdahaleleriyle bölgede muhtar bir idare kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Burada muhtar bir idare kurulması Osmanlı Devleti’nin prestijini çok sarsmıştır. İmparatorluğun başka taraflarında ayrılmak için fırsat bekleyenlere cesaret vermiştir ve bir iç isyan muhtar bir idarenin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
SIRBİSTAN VE KARADAĞ İLE HARP
Bosna-Hersek isyanı, Bulgaristan olayları Avrupa’nın büyük devletlerinin Osmanlı hükümeti nezdinde asilerle ilgili teşebbüste bulunmalarına sebep olmuştu. Avrupa devletleri bu desteği Sırbistan ve Karadağ’ın istiklallerini kazanması ve hiç olmazsa muhtariyet haklarının genişletilmesi için ümit vermişlerdi. Sırplar ve Karadağlılar, Hersek isyanının başından beri asilere yardım ediyorlardı. İsyan bölgesine giden gönüllüler Osmanlı kuvvetlerine karşı yapılmakta olan gerilla harbini kuvvetlendiriyor ve uzamasına sebep oluyordu.
Belgrad’da basın açıkça Yugoslavya Birliği için neşriyat yapmakta; Sırp, Hırvat, Sloven ve Bulgarların müstakil bir şekilde toplanmasını savunmaktaydı. Bu neşriyatla öncelikle Rusya ve Avusturya tarafından destek ve teşvik görmüştü. Rusya’nın başlıca hedefi; Balkanlarda kendine tabi Slav devletler kurmaktı.
Avusturya’da Bosna-Hersek’i almak, Arnavutluk ve Makedonya’ya uzanarak Selanik’ten denize açılmak istiyordu. Osmanlı Devleti’nin aldığı askerî tedbirler Bosna-Hersek isyanının bastırılmasında yetersiz kalıyordu. Rusya ve Avusturya isyanı el altından destekliyordu. Bu propaganda neticesinde Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlılara karşı tavırları artıyordu. Sırbistan açıktan harp hazırlıklarına başlamıştı. 1 Temmuz 1876’da savaşa başladı ve ertesi gün Karadağ da savaş ilan etti. Bu şekilde Osmanlı-Sırbistan-Karadağ savaşı başlamış oldu. Harp ilanı Sırbistan-Karadağ ve Rusya’da büyük bir heyecan uyandırdı.
Sırp beyi hedef olarak Ortaçağda kurulmuş olan büyük Sırp imparatorluğu hudutlarını gösteriyordu. Sırp kamuoyu, birkaç hafta içinde İstanbul kapılarına dayanacaklarına inanıyordu. Rusya’dan Sırbistan’a gönüllü asker ve para akmaya başladı.
Osmanlı Devleti bu harp karşısında önce diplomatik tedbirler aldı. Sırplara hitaben neşrettiği bir beyannamede Sırp hükümetinin, Paris muahedesi şartlarını ihlal ettiğini belirtti ve Avrupa devletlerine de Osmanlı, Sırbistan ve Karadağ’ın başlattığı savaş karşısında savunma durumunda olduğunu bildirdi.
Rusya ve Avusturya savaşı; neticesine göre, Bosna-Hersek, Beserabya ve Batum’u paylaşmak için anlaştılar. Harbin birinci safhası Rusların düşüncesinin aksine Osmanlı galibiyeti ile bitti. Sırp başkumandanı, barış istemek zorunda kaldı. Osmanlı kamuoyunda Sırbistan aleyhine büyük bir galeyan vardı. Sırbistan barış görüşmelerini fırsat bilerek eksiklerini tamamladı ve Avrupa kamuoyunun kendisinin yanında olduğunu görünce tekrar savaşa başladı. Sırplar bu sefer daha büyük bir mağlubiyet aldı. Sırpların bu mağlubiyeti Belgrad’da büyük yankı uyandırdı. Eli silah tutanlar başkenti savunmaya davet edildi. Fakat Sırp başkumandanı bunun yeterli olmadığını biliyordu. Bu nedenle Ruslardan yardım istedi. Rusya zaten Sırpların mağlubiyetini görünce müdahaleye karar vermişti.
Rusya, Osmanlı’ya 31 Ekim 1876’da 48 saatlik bir ültimatom vererek; mütareke yapılmasını, mütareke yapılmadığı takdirde elçilerle birlikte İstanbul’u terk edeceğini bildirdi. Bu durum Rusya ile savaş demekti. Osmanlı Devleti, bütün kamuoyunun aleyhinde olduğu sırada Rusya ile harbi göze alamazdı. Bu nedenle Rusya’nın ültimatomunu kabul ederek, Sırbistan ve Karadağ ile mütareke yaptı.
İSTANBUL KONFERANSI(23 Aralık 1876)
Rusya ültimatom ile mütareke yapılmasını sağlamış ve Sırbistan’ın ezilmesine engel olmuştu. Rusya bu hareketi ile Balkan ihtilafının çözülmesinde inisiyatifi İngiltere’nin elinden almış, Osmanlı hükümeti karşısında muhatap durumuna gelmişti. Rusya’nın tek başına Balkan ihtilafını çözmeye çalışması, Balkanları istila etmesi ya da nüfuzu altına alması demekti. Böyle bir durumda İngiltere’nin Hindistan sömürge yolu tehlikeye girecekti. Bu sebeple Rus çarının tek taraflı hareket kararı İngiltere’de büyük bir heyecan yarattı. İngiliz hükümeti böyle bir hareketi önlemek için Balkanlarda yapılacak olan ıslahat ve muhtariyet meselelerinin devletlerarası bir konferansta görüşülmesini teklif etti. İngiltere, Balkan buhranını Rusya’nın tek başına çözmesine izin vermeyeceğini belirtti. Osmanlı Devleti 6 büyük devletin İstanbul’da toplanmasını kabul etti. Fakat bu konferansın toplanması Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale olarak değerlendiriliyordu. Osmanlı Devleti İngiltere’nin verdiği güvencelere dayanarak bu konferansın İstanbul’da toplanmasını kabul etti. Bu sırada Mithat Paşa yeni sadrazam ilan edilmişti. Kanun-i Esasi’yi konferansa katılan devletlere karşı bir kalkan olarak kullanmak istiyordu.
İstanbul Konferansı’na Osmanlı, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya iştirak ettiler. Konferans 23 Aralık 1876’da toplandı. İstanbul Konferansı’nın toplandığı gün ilk Osmanlı Kanun-i Esasi’si ilan edildi.
Konferans toplandığı sırada dışarıdan meşrutiyetin kabul edildiğini ilan eden top sesleri geliyordu. Bunun üzerine hariciye nazırı Saffet Paşa delegelere durumu izah etti. Fakat delegeler meşrutiyetin ilanı ile hiç ilgilenmediler, konferansın gündemini görüşmek istediler. Bunun üzerine Osmanlı delegeleri salonu terk ettiler. Osmanlı Devleti’nin düşüncesi şu idi; anayasa ilan edilir Osmanlı parlamentosu açılırsa, imparatorluğun Balkan eyaletlerinde de, parlamentoda da Hıristiyan temsilcileri olacaktı. Bu temsilciler buradaki halkın dileklerini parlamentoda dile getirecek, isteklerini savunacaktı. Dolayısıyla İstanbul Konferansına gerek kalmayacaktı. Osmanlı Devlet adamları konferans üzerinde olumlu bir etki yapacağı ve konferansı geçersiz kılacağı düşüncesiyle Kanun-i Esasi’yi ilan etti. İlan ve hazırlanan ıslahat tasarısı konferans çalışmalarını engellememişti.
Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne sunduğu teklifler Osmanlı tarafından kabul edilmedi. Konferans görüşmeleri İstanbul’daki gazetelerde yayınlanmıştı. Halk alınan kararların reddedilmesini haklı görmüştü. Rusya; konferanstan önce konferansın Balkan Hıristiyanları hakkında isteyeceği ıslahat ve teminat Bab-ı Ali tarafından kabul edilmediği takdirde, tek başına harekete geçeceğini Çar’ın beyanatı ile belirtmişti.
Osmanlı Devleti harp hazırlıklarına başlamıştı. Mithat Paşa savaşa çok fazla ihtimal vermiyordu. II. Abdülhamit ise Mithat Paşa’nın iyimserliğinden endişe duyuyordu. Rusya için Sırpları ve Bulgarları kurtarmak sadece bir bahane idi. Mithat Paşa görevden alınıp sürgüne gönderildi. Yerine Ekrem Paşa tayin edildi. Bu sırada Sırbistan ilk harpten önceki statuka dairesinde bir barış imzaladı ve 29 Mart’ta Meclis-i Mebusan açıldı.
LONRA PROTOKOLÜ
Rusya, Bab-ı Ali’yi vaat ettiği ıslahatı tatbik etmeye zorlamak için 6 devlet arasında bir protokol imzalanmasına çalıştı. İngiltere ilk önce muhalif olduysa da daha sonra diğer devletler uydu. 31 Mart 1877’de Londra’da bir protokol imzalandı. Protokolü İstanbul Konferansı’na iştirak eden devletler imzaladı. Bu suretle Osmanlı Devleti’ne karşı kurdukları cephenin devam ettiğini göstermeye çalıştılar. Londra Protokolü’nün kapsadığı ana fikir İstanbul Konferansı’yla aynı idi. Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan halk için vaat etmiş olduğu ıslahatı yerine getirmesi, bu suretle Avrupa barışının korunması idi. Sırbistan ile yapılan barışı tanıdıklarını bildirdiler. Bundan başka yapılacak ıslahatların büyükelçilerin vasıtasıyla kontrol edileceğini protokolde belirttiler.
Osmanlı Devleti, Londra Protokolünü kendisi için onur kırıcı olarak kabul etti. Alınan kararlar devlet yapısıyla bağdaşmıyordu. Islahat fermanıyla birlikte devlet içinde Hıristiyan milletvekilleri olacaktı. Bunlarda Osmanlı parlamentosuna girecekti. O halde Avrupa devletlerinin müdahalesine gerek yoktu. Ayrıca Avrupalı devletlerin yapılacak ıslahatları denetleyeceklerini belirtmeleri onur kırıcı idi. Ayrıca Rusya’nın askerlerini terhis etmesini istemesi Osmanlı Devleti’ni kolaylıkla istila etmesi demekti. Meclis-i Vükela’nın özel bir toplantısında Londra Protokolü reddedildi. Meclis-i Mebussan ve Meclis-i Ayan’da da protokol reddedildi ve ilgili devletlere bildirildi. Bu hareket uzun süredir hazırlanan Osmanlı-Rus harbinin yakın sebebini teşkil etti.
1877-78 OSMANLI-RUS SAVAŞI (93 HARBİ)
Londra Protokolü’nün Bab-ı Ali tarafından reddedilmesi Ruslara uzun süredir bekledikleri bahaneyi verdi. Rusya bu olaydan bir gün sonra genel seferberlik ilan etti. Rusya bir beyanname ile Osmanlı Devleti’ne savaş açtığını Avrupa devletlerine duyurdu. Osmanlı hükümetinde de savaşa taraftar olanlar çoğunluktaydı. Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’da harbe taraftardı. Osmanlı ordusunda Rus ordusunu tanıyanlar harbe aleyhtardı. Çünkü Rus ordusunun mevcudu, Osmanlı ordusunun iki katıydı. Araç-gereç ve teçhizat yönünden de Osmanlı ordusundan üstündü. Ayrıca Osmanlı komut akademisinde bir birlik yoktu. Paşalar arasında kavga, anlaşmazlık ve siyasete bulaşma yüzünden bir zafiyet vardı. Rusya’nın harp açma amacı görünüşte İstanbul Konferansı’ndaki kararların reddedilmesinden ibaretti. Gerçekte ise, Balkanlarda Slavlarla meskûn eyaletleri, Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak ve onlar üzerinde kuracağı nüfuz ile İstanbul ve boğazlara yaklaşmaktı. Diğer taraftan da Anadolu’nun kuzeydoğusundaki Batum Limanı’nı, Kars, Ardahan ve Erzurum’u ele geçirmek suretiyle, bir taraftan Karadeniz’de kuvvetlenmek, diğer taraftan da İskenderun yönünde bir yayılma sağlamak amacı güdüyordu.
Rusya bu planını gerçekleştirmek üzere saldırı harbi yapmak zorundaydı. Osmanlı Devleti ise savunma esasına göre davranıyordu. Aslında savaşın nedeni; Rusya’nın Osmanlı üzerindeki emelleri idi. Balkanlarda biri Tuna’nın kuzeyinde diğeri güneyinde olmak üzere 2 savunma hattı kuruldu. Ruslar 24 Nisan 1877’de harbe başladı. Kısa sürede Tuna’yı aşarak Balkanlarda önemli noktaları ele geçirdiler. Rusların bu başarıları üzerine Osmanlı Devleti’nde büyük bir heyecan başladı. Kamuoyu suçluların cezalandırılmasını istiyordu. Padişah ve vükela, harbin bir plan dâhilinde yapılmadığı fikrine kapıldılar ve paşaları değiştirdiler. Fakat bu tedbirler de heyecanı yatıştırmaya yetmedi. İstanbul ve Edirne’den gönüllüler toplanmaya başladı.
PLEVNE MÜDAFAASI
Ruslar harbe başlarken kolayca muzaffer olacaklarını ve süratle İstanbul önlerine varacaklarını ümit ediyorlardı. Fakat Süleyman Paşa’nın müdafaası ve Osman Paşa’nın Plevne’yi kahramanca savunması Rusları hayal kırıklığına uğrattı. Ruslar ilk olarak 20 Temmuz 1877’de Plevne’ye taarruz ettiler fakat bu ilk taarruz başarısızlıkla sonuçlandı. 30 Temmuzda Ruslar yeniden taarruza geçtiler ve yine mağlup oldular. Osman Paşa düşmanı yenmek istediyse de, bunu için yeterli askeri bulunmuyordu.Plevne savaşın büyük noktası haline gelmişti. Ruslar ciddi bir şekilde üçüncü defa taarruza hazırlandılar. Osman Paşa bu defa da, Rus ve Romanya askerlerini kaçmaya mecbur bıraktı.
Ruslar Plevne’yi taarruzla alamayacaklarını anlayınca kuşatmaya karar verdiler. Bu şekilde Osman Paşa dışarıdan hiçbir yardım alamazdı. Kaybedilen er ve subayların yerine takviye yapılamıyordu. Yiyecek ve sağlık malzemesi sıkıntısı başladı. Açlıktan Osmanlı askeri perişan oldu. Buna rağmen Rus generalin teslim teklifi reddedildi. Sefil bir şekilde ölmektense, çemberi yarmaya karar verdiler. Büyük bir fedakârlıkla üç muhasara çemberinden ikisini yarmaya muvaffak oldular, ancak neticede teslim olmaya mecbur kaldılar.(10 Aralık 1877)
Plevne’nin düşmesinden bir gün sonra Süleyman Paşa Maçka’da düşman kuvvetleri karşısında mağlubiyete uğradı. Ruslar 4 Aralık 1878’de Sofya’yı aldılar. Filibe ve Edirne’yi alarak İstanbul önlerine kadar geldiler. Balkanlardaki harp, bu şekilde devam ederken, Doğu Anadolu’nun kuzeyinde de Osmanlı kuvvetleri mağlup duruma düştüler. Osmanlı ordularının bu cephede bir planları yoktu. Ruslar doğuda üç koldan harekete geçtiler Kars, Doğu Bayezid ve Ardahan’ı aldılar. Erzurum’u kuşattılar. Kış geldiği için savaşa devam edemediler. Ruslar harbin kesin sonucunu Balkanlarda elde etmeyi tasarlıyorlardı. Plevne’nin düşmesinden sonra bütün Balkanları geçmişler ve Edirne’yi almışlardı.
AYESTEFANOS(YEŞİLKÖY) MUAHEDESİ
Plevne’nin düşmesinden sonra harbin seyri değişti. Sırbistan-Romanya-Karadağ, Rusların yanında savaşa girdiler. Edirne düştü ve Rusların İstanbul’a yürümesi ihtimali belirdi. Devletin büsbütün mahvolmasını engellemek için büyük devletlerin aracılığı istendi. Fakat bir netice alınamadı. Nihayet II. Abdülhamit Çar’a doğrudan bir telgraf çekerek mütareke istedi. Ayestefanos’a kadar gelmiş olan Rus general ise, Çar’a bir telgraf göndererek; uzaktan Ayasofya’nın minarelerinin gözüktüğünü, kendisini durduracak herhangi bir güç olmadığını İstanbul’a girmek için müsahade istediğini bildirdi. Çar buna izin vermedi.
İmzalanan 29 maddelik antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
- Sırbistan, Karadağ ve Romanya müstakil(bağımsız) olacak
- Osmanlı hâkimiyetinde büyük bir Bulgar Prensliği kuruldu. Büyük Bulgaristan sınırları Tuna’dan Ege Denizi’ne kadar uzanıyordu. Kosova ve Manastır, Batı Trakya ve Selanik vilayetleri de Bulgaristan sınırları içerisinde kalacaktır. Bulgaristan prensi halk tarafından seçilecek, seçim Osmanlı hükümeti tarafından onaylanacaktı.
- Bulgaristan’da Osmanlı askeri bulunmayacaktı
- Milli Bulgar ordusu kurulana kadar asayişin sağlanması için bir miktar Rus kuvveti bulunacaktı.
- Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya veriliyordu.
- Osmanlı hükümeti yüklü bir harp tazminatı ödeyecekti. Bu tazminatın bir kısmına karşılık, Ardahan, Kars, Batum ve Bayezid vilayetleri Rusya’ya verilecekti.
- Osmanlı Devleti, Girit’te, Teselya ve Arnavutluk’ta ıslahat yapacaktı.
8. Anadolu’nun doğusunda Ermenilerle meskûn yerlerde ıslahat yapılacak, Ermeniler Kürtlere karşı himaye edilecekti.
Ayestefanos Antlaşmasının Önemi:
Osmanlı-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Osmanlı Devleti’nin imzaladığı en ağır antlaşmadır. Romanya, Sırbistan ve Karadağ Osmanlı hâkimiyetinden tamamen çıkarak müstakil olmuşlardır.
Büyük Bulgaristan adıyla kurulan prenslik Avrupa’daki Osmanlı topraklarını ikiye ayırmıştı. Her ne kadar bu prenslik Osmanlı hâkimiyetinde kurulmuşsa da Rus himayesinde olduğundan İstanbul’a devamlı bir tehdit olacaktır.
Bosna-Hersek, artık Avusturya ve Rusya’nın isteklerine göre yönetilecektir. Kars, Ardahan Batum ve Bayezid’in terk edilmesiyle Rusya Doğu Anadolu’da büyük tehlike arz eden bir kuvvet haline gelmiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti Girit, Teselya ve Arnavutluk’ta yapacağı ıslahatlarda Rusya ile istişare etmeyi kabul etmiştir. Bu da yabancı bir devletin müdahalesini kabul etmek demektir. Ayrıca Doğu Anadolu’daki Ermenilerin oturduğu yerlerde ıslahat yapılması Ermeni Meselesi dediğimiz meselenin uluslar arası gündeme taşınmasının başlangıcı olmuştur.
Antlaşmanın Rusya için önemi ise; Slavcılık politikasının bir zaferi olarak görülebilir. Rusya Doğu Anadolu’da dört şehir almış ve Balkanlarda kendi nüfuzunu kurmuştur. Zaten Rus dış politikasının amacı, Paris Anlaşmasından sonra Balkanlarda otonomi esası üzerine kurulmuştur. Rusya Ayestefanos ile Balkanlar üzerindeki emellerini gerçekleşmiştir. Ayrıca Teselya ve Filistin’in Osmanlı Devleti’nden ayrılma sebebi temin edilmiştir.
AYESTEFANOS’UN BALKANLARDA VE AVRUPADA YANKILARI
Anlaşma şartları Avrupa ve Balkanlarda öğrenilince, kimse bundan memnun olmadı. Sırbistan kendisine verilen payın az olduğunu düşünüyordu. Bosna-Hersek’i almayı ümit etmişti. Hâlbuki bu topraklar Bulgaristan’a verilmişti. Romanya’da Sırbistan gibi savaşta Rusya‘ya yaptığı hizmete karşılık aldığı payın az olduğunu düşünüyordu. Yunanistan’da da hayal kırıklığı vardı. Teselya ve Makedonya’nın kendisine verileceğini ümit etmişti. Bunları alamadığı gibi yanı başında büyük bir Bulgaristan ortaya çıkmıştı. Arnavutluk, topraklarının bir bölümünün Karadağ’a verilmesinden çok rahatsız olmuştu ve topraklarını geri alabilmek için savaş başlattı.
Bulgaristan Türklerinden bir kısmı askerlerle birlikte Rodop dağlarına çıkmışlardı. Rus askerleriyle mücadeleye girmişlerdi. Rusya Balkanlarda güçlü bir duruma gelmişti. Avrupa’da, Ayestefanos Antlaşmasında menfaatleri en fazla zedelenen iki devlet Avusturya ve İngiltere idi.
Avusturya Alman ve İtalyan birlikleri tamamlanırken topraklarının bir bölümünü bu devletlere kaptırmıştı. Dolayısıyla Avusturya’nın bu yönde ilerlemesi mümkün değildi. Avusturya şimdi, bütün dikkatlerini Balkanlara çevirmişti. Balkan topraklarından inerek Adriyatik’e ulaşmak istiyordu.
İngiltere Rusya’nın planlı hareketlerini görüyor ve bundan endişe ediyordu. Ruslar büyük Bulgar prensliğini kurarak Tuna’dan Ege denizine kadar ulaşmış oluyordu. Ayrıca Doğu Anadolu’da dört büyük şehri alarak Dicle ve Fırat havzasına inmek için üsler elde etmiş bulunuyordu. Girit ve Teselya’da yapılacak ıslahatta Osmanlı Devleti’nin Rusya ile istişareyi kabul etmesi buralarında yakında Rus nüfusuna gireceğini göstermekteydi. Buraların Rus nüfusuna girmesi, Uzakdoğu ticareti için hayati önem taşıyan İngiltere’nin işine gelmiyordu. Onun için bu iki devlet, Ayestefanos antlaşmasının şartlarının değiştirilmesi için Rusya’ya baskı yapmaya başladılar. Avusturya ve İngiltere’nin teşebbüsleri ve Rusya’yı savaşla tehdit etmeleri sonucu Rusya Ayestefanos antlaşmasının maddelerinde değişiklik yapılmasını ve bunun için yapılacak bir kongreye katılmayı kabul etti.
Osmanlı-İngiltere Gizli Anlaşması ve Kıbrıs’ın İngiltere’ye Terki(4 Haziran 1878)
Avusturya’nın Bosna-Hersek’i istemesinden sonra İngiltere de Osmanlı hükümetinden Kıbrıs adasının kendisine verilmesini istedi. İngiltere Kıbrıs’ı istemesinin gerekçesini şu şekilde açıklıyordu:’’Ruslar Kars, Ardahan ve Batum’u işgal etmişlerdi. Daha ileri giderek Anadolu, Suriye ve Irak halkını da Türkler aleyhine kışkırtabilirlerdi. Böyle tahrikler sonucunda buranın halkı yıkım halinde olan Osmanlı Devleti’nden ayrılarak başka yönetimleri tercih edebilirler ki bu da Osmanlı Devleti’nin sonu olabilir.’’
İngiltere ayrıca Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarını Rusların koruması için güçlü bir müttefike ihtiyacı olacağı ve bu müttefikin kendisi olabileceğini belirtiyordu. Bu hizmetine karşılık da Kıbrıs adasının kendisine verilmesini talep ediyordu. Kıbrıs adası hukuken Osmanlı yönetiminde kalacak fakat askerî ve stratejik yönden İngiltere tarafından kullanılacaktı. Rusya işgal ettiği vilayetleri iade ettiği vakit, İngiltere de Kıbrıs’tan çıkacaktı.
Osmanlı Devleti eğer bu anlaşmayı kabul etmezse, İngiltere Ayestefanos Antlaşması’nın değiştirilmesi için yapılan konferansında Osmanlı Devleti için çalışmayacak, ayrıca İngiltere donanması Kıbrıs’ı işgal edecektir. Bu durumda Osmanlı Devleti için bu anlaşmayı kabul etmekten başka çare kalmıyordu ve İngiltere ile 4 Haziran 1878’de anlaşma yapıldı.
Kıbrıs’ın İngiltere’ye devrini öngören bu anlaşma, her ne kadar gizli tutulduysa da Berlin Konferansı sırasında ortaya çıktı ve Osmanlı halkından çok büyük tepki aldı. Rusya’da bu olaya tepki gösterdi.
BERLİN KONGRESİ ve ANTLAŞMASI
Ayestefanos Antlaşması’nın değiştirilmesi konusunda anlaşan devletler Bismark’ın teklifiyle bu kongrenin Berlin’de toplanmasına karar verdiler. Kongreye Paris muahedesini imzalayan devletler de üye gönderdiler.
Bismark, Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğinden ümitli değildi. Osmanlı Devlet adamlarının yapacakları ve yapmak istedikleri ıslahat teşebbüslerinde samimi olduklarına inanmıyordu. Zaten şark milletleri hakkında hiçbir sempatisi olmadığını da defalarca tekrarlamıştı. Bismark Osmanlı delegelerine;’’ Bu kongrenin Osmanlı Devleti için toplandığını zannetmeyin, Avrupa devletlerinin menfaatine dokunan bazı maddeler olmasaydı bu konferans toplanmazdı’’ demiştir. Bismark kongre boyunca Osmanlı delegelerinin müdahalelerini engellemek için ihtarda bulunmuş ve her vesile ile onları küçük düşürmüş ve bu tavrıyla da diğer Avrupa devletlerine cesaret vermiştir.
Kongrenin toplanış amacı; Ayestefanos Antlaşması’nın bazı maddelerinin değiştirilmesiydi. Hâlbuki kongreye katılan devletler bununla hiç alakası olmayan talepler ileri sürdüler.
İngiliz delegesi Yunanistan hudutlarının genişletilmesini, Bosna-Hersek’in Avusturya’ya verilmesini Yunanlılar ve Ermenilerle meskûn yerlerin ıslahat kapsamına alınmasını teklif etti. Bu teklifiyle İngiltere şu neticeyi elde etmek istiyordu; Balkanlarda Bulgaristan Prensliğinin kurulmasıyla Rus nüfusu, Bosna-Hersek’e yerleşmesi dolayısıyla Avusturya’nın nüfusu artmış olacaktı. Böylece bozulan dengeyi sağlamak için kendisi de Yunanistan üzerinde nüfuz sahibi olmak istiyordu. Zaten bu şekilde hareket etmese de Yunanistan Avusturya’nın veya Rusya’nın peşine takılmakta tereddüt etmeyecekti. Ermeniler lehinde ıslahat talebine gelince; İngiltere Ermenilerin hiçbir bölgede çoğunluk olmadığını bildiği halde böyle bir talepte bulunuyordu. Çünkü Rusya Doğu Anadolu’da elde etmiş olduğu toprak kazancından faydalanarak Ermenilerin avukatlığını alıp, Anadolu’yu da Balkanlar gibi karıştırabilirdi. İngiltere böyle bir tahrik vasıtasını Ruslara kaptırmak istemiyordu. Osmanlı delegeleri bu teklifler karşısında şaşkına döndüler, İngiltere’nin Osmanlı menfaatlerini baltalamakta olduğunu gördüler. Fakat Bismark’ın tahakkümcü idaresi Türklere itiraz hakkı tanımadı ve kongre çalışmaları sonucunda Eylül 1876’da Berlin Antlaşması imzalandı.
BERLİN ANTLAŞMASI
Berlin Antlaşmasının şartları şunlardır;
1-) Sırbistan’ın istiklali tanınmıştır.
2-) Karadağ ve Romanya müstakil olmuştur.
3-) Büyük Bulgaristan üç bölgeye ayrılmıştır: Birinci bölge: Osmanlı hâkimiyeti altında muhtar, Bab-ı Ali’ye vergi veren bir Bulgar Prensliği kurulmuştur, İkinci bölge: Doğu Rumeli adıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır, Üçüncü bölge: Makedonya olup ıslahat yapılmak şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır.
4-) Bosna-Hersek Avusturya tarafından yönetilecek fakat bu Osmanlı hâkimiyetinden ayrılması anlamına gelmeyecektir. Avusturya yeni pazar sancağında asker bulundurabilecektir.
5-) Rusya Kars, Ardahan ve Batum şehirlerini muhafaza edecektir. Doğu Beyazıt Türklere verilecektir. Ruslar Batum’da askerî tesisler yapamayacaklardır.
6-) İngiltere Bab-ı Alı ile imzaladığı 4 Haziran 1878 anlaşmasına göre Kıbrıs’a yerleşecektir.
7-) Yabancıların, hangi din ve mezhepten olurlarsa olsunlar, mahkeme önünde şahitlikleri muteber (geçerli) olacaktır.
8-) Girit ve Balkanlarda yapılacak ıslahat, Ermenilerin oturduğu bölgelerde de yapılacaktır ve Ermeniler Kürtlere ve Çerkezlere karşı korunacaktır.
9-) Yunanistan lehine bazı sınır tadilatları yapılacaktır.
Berlin Antlaşmasının Önemi:
Berlin Kongresi, Viyana ve Paris kongrelerinden sonraki en büyük kongredir. Bu kongre Ayestefanos Antlaşması’nın şartlarını tadil için toplanmasına rağmen kongrede çok farklı konular da ele alınmıştır.
Osmanlı-Rus savaşıyla ortadan kalkan devletler dengesi yerine yeni bir denge kurulmuştur. Bu da Osmanlı topraklarının taksimi ile meydana gelmiştir. Ayestefanos Antlaşması Osmanlı Devleti’nin sadece Balkan topraklarını parçalarken, Berlin Antlaşması Osmanlı Devleti’nin topraklarının bütününü parçalamayı hedef almaktaydı.
İngiltere’nin Kıbrıs’a yerleşmesi bunu açıkça göstermekteydi. Ayrıca Bismark, kongrede eli boş kalan Fransız delegesine Tunus’u işgal edebileceklerini bildirmişti. Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki toprakları da Berlin Antlaşmasıyla bir bir Osmanlı Devleti’nden kopmaya başlamıştı. Fransa 1881’de Tunus’u, İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal edecekti. Cezayir zaten 1830’da Fransa tarafından işgal edilmişti. Trablusgarp’ta 1911’de İtalyanlarca işgal edilecekti.
Özel olarak şunu bertebiliriz ki; Paris Antlaşması ile korunmaya çalışılan Osmanlı toprak bütünlüğü politikası artık terk edilmiştir. Yine Paris Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmama politikası, Berlin Antlaşması’yla terk edilmiştir. Yapılacak bütün ıslahat teşebbüsleri, Osmanlı hükümranlık haklarına bir darbedir.
Osmanlı Devleti bir süre Fransa’ya, daha sonra Rusya’ya uzun bir süre de İngiltere’ye dayanarak mevcudiyetini devam ettirmeyi denemiştir. Fakat Osmanlı Devleti artık bu devletlerden hiç birine güvenemezdi. Çünkü İngiltere de artık Osmanlı toprak bütünlüğü politikasını terk etmişti. Geriye Almanya kalıyordu. Almanya Berlin Kongresi’nde Osmanlı Devleti’nin aleyhinde bulunmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nden direk bir toprak talebi olmadığı için, Osmanlı Devleti bundan sonra Alman yanlısı bir politika izleyecektir…
|