ARSLAN YABGU’NUN SULTAN MAHMUD TARAFINDAN BERTARAF EDİLMESİ
1024’te Karahanlı tahtına çıkan Yusuf Kadir Han bütün Maveraünnehir’de hakimiyet kurmak istiyordu. Fakat Buhara hakimi olan kardeşi Ali Tigin ile Arslan Yabgu’nun kuvvetlerinden çekiniyordu. Bunun üzerine O, Gazneli Sultan Mahmud’dan yardım istedi. Bu davet, Sultan Mahmud’a Maveraünnehir’e müdahele edebilmek için bir fırsat verdi. Çünkü O, rahatsızlık duyduğu Ali Tigin ile Arslan Yabgu’nun faaliyetlerini takip ediyordu. Üstelik Sultan Mahmud, kendini Samanilerin meşru varisi sayıyordu. Böylece de kendisini Maveraünnehir’de hak sahibi görüyordu. Bütün bu sebeplerle her iki hükümdar da ortak düşman olarak gördükleri Ali Tigin ile Arslan Yabgu’ya karşı harekete geçtiler. Yusuf Kadir Han’ın ordusu doğudan Semerkand’a ilerledi. Sultan Mahmud, Ceyhun nehrini geçerek Maveraünnehir’e girdi. Türk hükümdarları Semerkand yakınlarında buluştular ve “İran-Turan Meseleleri”ni görüştüler. Bu görüşmede Sultan Mahmud, Ali Tigin ve Arslan Yabgu meselesini üstlendi. Yusuf Kadir Han da Sultan Mahmud’un çözüm şekline razı oldu.
Sultan Mahmud, dostluk ve ittifak kurmak bahanesiyle Arslan Yabgu’yu huzuruna davet etti. Arslan Yabgu, Sultan Mahmud’un gerçek niyetini anlayamadı. Şahsi emniyetini almadan bu davete gitti. Sultan Mahmud, bu görüşmede kendisi için tehlikeli saydığı Arslan Yabgu’yu tutuklayarak Hindistan’daki Kalencer kalesine kapattı. Arslan Yabgu 7 yıl sonra öldü.
TUĞRUL VE ÇAĞRI BEYLERİN TÜRKMENLERİN BAŞINA GEÇİŞLERİ
Arslan Yabgu’dan sonra sıranın kendisine geleceğini bilen Ali Tigin, Buhara’dan kaçtı. Sultan Mahmud, Ali Tigin üzerine bir birlik göderdiyse de onu yakalayamadı. Sultan Mahmud, Ali Tigin’i de ortadan kaldırıp Yusuf Kadir Han’ın tamamen serbest kalmasını istemiyordu. Çünkü Yusuf Kadir Han, Maveraünnehir’in mutlak hakimi olabilirdi. Bu da Sultan Mahmud’un politikasına uygun düşmüyordu.
Sultan Mahmud, Arslan Yabgu’yu tutukladıktan sonra Türkmenlerin üzerine gitmedi. O, Arslan Yabgu’yu bertaraf ederek Türkmenleri başsız bırakıp onların kudretini kırmak istemiştir. Fakat Türkmenler başsız kalmadılar. Selçuklu beyleri, Tuğrul ve Çağrı Beyler Türkmenlerin fiilen lideri oldular. Fakat onlar büyüğe saygı gereği ve iç dayanışmayı koruma düşüncesiyle amcaları Musa’yı başlarına usulen “Yabgu” tayin ettiler. 4 bin çadırlık Arslan Yabgu’ya bağlı Türkmenler, Tuğrul ve Çağrı Beylerin emri altına girmediler. Bağımsızlık arzusundaki bu Türkmenler Selçuklu beylerinden “kötülük ve zulüm gördükleri” bahanesiyle Sultan Mahmud’dan, Horasan’a geçmek için izin istediler. Onlar, Sultan Mahmud’u ikna edebilmek için “mallarının çok olduğundan Horasan’a ucuzluk geleceğini, Sultan’ın askerleri arasında yer alıp hizmette kusur etmeyeceklerini” bildirdiler. Türkmenlerin vaadlerine kanan Sultan Mahmud, devlet adamlarının itiraz ve uyarılarına rağmen onların Horasan’a geçmelerine izin verdi.
Ali Tigin, Sultan Mahmud’un Maveraünnehir meselesini yarım bırakarak ülkesine dönmesinden sonra tekrar harekete geçti. Müttefikini kaybeden Ali Tigin, Tuğrul ve Çağrı Beyler’e yanaşmak istedi. Onlara, ittifak ve iktidarına ortaklık teklif etti. Bunun bir hileden ibaret olduğunu anlayan Selçuklu beyleri, bu teklifi geri çevirdiler. Bunun üzerine Ali Tigin, Musa Yabgu’nun oğlu Yusuf’a “Yabgu” unvanını teklif ederek onu yanına çekip Selçuklu beyleri arasında içten ayrılık yaratma yoluna gitti. Fakat Selçuklu beyleri arasındaki kuvvetli iç dayanışmayı bozamadı. Ali Tigin’in, amacına alet olmayan Yusuf’u öldürtmesi Selçuklu ailesi arasındaki iç dayanışmayı daha da kuvvetlendirdi ve Ali Tigin’e karşı mücadele azimlerini artırdı. Onlar, çok geçmeden Yusuf’un intikanını aldılar.
MAVERAÜNNEHİR’DEN HAREZM’E
Kurduğu tuzakların işe yaramadığını gören Ali Tigin, gerçek niyetini açığa vurarak Selçuklu Türkmenlerine karşı dört cepheden saldırıya geçti. Ali Tigin’in saldırıları karşısında Selçuklu beyleri Maveraünnnehir’i terk ederek Harezm’e yöneldiler. Harezm, Gazneliler devletine aitti ve merkezden gönderilen vali tarafından idare ediliyordu. Harezm’de vali olarak Altuntaş vardı. Maveraünnehir’de Gazneliler adına topraklarını genişletmek amacıyla harekete geçen Altuntaş, bölgenin hakimi Ali Tigin’e karşı bir ittifak cephesi oluşturma faaliyeti içindeydi. O, bu amaçla Cend hakimi Şahmelik’i kendi ittifakına aldı. Altuntaş, Selçuklu beylerine topraklarından yer vererek onları da kendi yanına çekti. Böylece Tuğrul ve Çağrı kardeşler devletler arası mücadelelerde yerlerini alarak rol oynamaya başladılar. Fakat müttefikleri Altuntaş, Ali Tigin ile yaptığı bir savaşta öldü. Altuntaş’ın yerini alan oğlu Harun, Selçuklu beyleriyle olan ittifakı ve dostluğu devam ettirme kararındaydı. Fakat Harun’un müttefikleri arasında uyum yoktu. Şahmelik ile Selçuklu ailesi arasında eskiden beri süregelen bir düşmanlık vardı. Kafasındaki öç alma fikrini atamayan Şahmelik, Kızılkum çölüne geçerek Harezm’e girdi ve bir tün (gece) baskınıyla Selçuklu Türkmenlerine ağır bir darbe vurdu. Katliam şeklindeki bu darbeyle Selçuklu Türkmenleri büyük can ve mal kaybına uğradılar. Acınacak duruma düştüler. Selçuklu beylerinin maneviyatı sarsıldı. Buna rağmen onlar, bu felaketin altında ezilip kalmadılar. Kısa sürede toparlandılar. Oğuzların eski yurdundan gelen yeni katılımlarla etraflarında tekrar büyük bir kütle oluştu.
Bu felaket üzerine Harezm’in de kendileri için emin bir yurt olmayacağını anlayan Selçuklu beyleri Horasan’a gitmek üzere buradan suratle ayrıldılar. Müttefiklerini kaybetmek istemeyen Harun, Selçuklu beylerini bu kararından vazgeçirdi ve Harezm’de kalmaya ikna etti. Çünkü Harun’un Selçuklu beylerinin kuvvetine babasından daha fazla ihityacı vardı. O, 1034’ten itibaren Gazneliler Devletinden bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Onun bu davranışı, Gaznelilere göre isyan etmek anlamına geliyordu. Dolayısıyla Gazneliler tarafından cezalandırılması gerekiyordu. Sultan Mesud, ordularını harekete geçirmeden önce Harezm’deki adamlarına kurdurduğu bir komplo ile sessizce ortadan kaldırmak yoluna gitti. Müttefikleri Harun’un bertaraf edilmesi, Selçuklu beylerini zora soktu. Onlar, bu durumda Harezm’de kalamazlardı. Çünkü Şahmelik, intikam duygusuyla kendilerini pusuda bekliyordu. Maveraünnehir’e de dönemezlerdi. Çünkü Ali Tigin’in oğulları babalarının Selçuklu beylerine karşı düşmanlık siyasetini sürdürüyorlardı. Onlara bir tek Gazneliler Devletine ait Horasan kaldı. Horasan, madeni ve iktisadi üstünlüğüyle İslam dünyasının cazibe merkeziydi.
IRAK TÜRKMENLERİ “NAVEKİYYE” (OĞUZLAR)
Arslan Yabgu’nun, Sultan Mahmud tarafından bertaraf edilmesinden sonra Tuğrul ve Çağrı Beylere katılmak istemeyen Türkmenler, bu hükümdardan aldıkları izinle Horasan’a geçmişlerdi. Tuğrul ve Çağrı Beyler Horasan’a gitmeye karar vermekle buradaki soydaşlarından destek ve yardım göreceklerini umuyorlardı.
Irak Türkmenleri, Balhan Türkmenleri, Navekiyye gibi adlarla anılan bu Türkmenler, Horasan’ın Nesa, Baverd ve Ferave şehirleri çevresindeki sahalara yerleşmişlerdi. Başlarında Kızıl, Boğa, Yağmur ve Göktaş adlı beyler vardı. Türkmenler burada bir süre hareketsiz kaldılar. Fakat Gazneli valisinin aşırı vergi talepleri ve baskılarıyla tahrik edilen Türkmenler sukunetlerini bozdular. Gazneli valilere tepki olarak bölgedeki ekili-dikili sahaya zarar vermeye başladılar.
Sultan Mahmud, Tus valisi Arslan Cazib’i, Türkmenleri cezalandırmak için görevlendirdi. Fakat Arslan Cazib, Türkmenlerin hareketli birliklerinin vur-kaç taktiği karşısında başarılı olamadı. Dolayısıyla Sultan Mahmud, ordusuyla hareket geçmek zorunda kaldı. Türkmenler, Sultan Mahmud’un büyük ordusuyla da çarpışmaktan çekinmediler. Fakat vur-kaç taktiği bu defa işe yaramadı. Onlar, 1028’de Sultan Mahmud’un büyük ordusu karşısında tutunamayarak dağıldılar. Bir kısmı Balhan dağlarna sığındı. Bir kısmı da batıya Kirman’a kaçtı. Sultan Mahmud, Türkmenleri Horasan’ı dışına çıkarmakla yetinmedi. Onları tahribata uğratarak onların tekrar güçlenmelerine fırsat vermedi.
Sultan Mahmud’un ölümü üzerine oğulları arasında 1030’da başlayan taht müadeleleri, Türkmenlerin önemini artırdı. Sultan Mahmud’un oğullarından Mesud, Gazne tahtına çıkabilmek için kuvvetlerinden yararlanmak üzere Türkmenleri gittikleri yerden geri çağırdı. Gazneli devlet adamlarının ve ordusunun kendisinin yanına geçmesiyle Mesud’un Türkmenlere ihtiyacı kalmadı. Bu defa Mesud, Horasan’a dönen bu Türkmenleri yardımcı kuvvet olarak Gazneli ordusunda hizmete aldı ve Irak ordu komutanı Taş-ı Ferraş’ın emrine verdi. Böylece Sultan Mesud, Türkmenleri daima kontrol altında tutacağını umuyordu. Türkmenler vaktiyle Tuğrul ve Çağrı Beylerin bile emri altına girmemişlerdi. Ancak Türkmen beyleri bu duruma bir süre katlanmak zorunda kaldılar. Gaznelilerin düzenlediği birçok sefere katıldılar ve başarıya ulaşmalarında başlıca rol oynadılar. Fakat Türkmen beyleri ile Gazneli komutanlar arasındaki güvensizlik devam ediyordu. Başlarında bulunan Taş-ı Ferraş, onların serbest hareket etmelerine izin vermiyor, baskısını hissetiriyordu. Sultan Mesud’da endişe içindeydi. Mesud, şüphelendiği Türkmen beylerini ortadan kaldırarak onların hareket kabiliyetini tamamen kırmak istedi. Başta Yağmur olmak üzere 50 Türkmen beyini öldürttü. Bu durum öldürülen beylerin çocuklarının ayaklanmalarına yol açtı. Kızıl, Boğa, Göktaş gibi beylerin de katılmasıyla isyan daha da büyüdü. Türkmenler, bölgenin şehirlerini yağma ve tahrip ettiler. Önlerine çıkan Gazneli ordularını birer birer yendiler. 1034’te Türkmenlerin büyük bir kısmı Azerbaycan’a gitmek üzere batıya yöneldiler.
SELÇUKLU TÜRKMENLERİNİN HORASAN’A GİRİŞLERİ
Harezm’de müttefiklerini kaybettikten sonra çok yönlü tehdit ve tehlikeye maruz kalan ve yaşama imkanını kaybeden Tuğrul ve Çağrı Beyler, 1035 ilkbaharında topluca Ceyhun nehrini geçtiler. Sultan Mesud’dan izin almaksızın Horasan’ın Nesa şehrine yerleştiler. Selçuklu Türkmenlerinin birden Horasan’a inmeleri, Sultan Mesud ve Gazneli devlet adamları arasında büyük telaş ve endişe yarattı. Irak Türkmenlerinin 1 yıl önceki ayaklanmaları devlet adamlarının hafızasından silinmemişti. Aynı devlet adamları, Selçuklu Türkmenlerini, soydaşları Irak Türkmenlerinden daha tehlikeli buluyorlardı. Gazneli devlet adamlarından biri “Horasan elden gitti” diye feryat etmiştir. Sultan Mesud’un veziri “Bugüne kadar işimiz çobanlarlaydı. Şimdi ülke zapteden emirler geldi” ifadesiyle Irak ile Selçuklu Türklmenlerini karşılaştırarak Tuğru ve Çağrı Beylerin niteliklerine dikkat çekmiştir. Tuğrul ve Çağrı Beyler amaçların ulaşma konusunda son derece kararlı iki liderdi. Amaçları da kendi devletlerini kurmaktı.
Selçuklu beyleri yerleşmek için neden Nesa şehri çevresini tercih etmişlerdi?
Nesa, çöllerin başladığı bir yerde bulunuyordu. Selçuklu beyleri, karşı koyamayacakları bir güçle karşılaştıklarında çöllere kaçarak kendilerini kurtarmayı düşünmüşlerdi. Bölge Selçuklu beylerine bağlı olmayan Türkmenlerin yaşadıkları yerlerle kolayca temas sağlanabilecek bir konumdaydı. Nesa çevresi, geniş otlaklarıyla Türkmenlerin göçebe hayat tarzlarına son derece elverişli bir bölgeydi.
Selçuklu beyleri Horasan’a inerlerken bölgedeki Türkmenlerden kendilerine yeni katılımlarla kuvvetlerini oldukça artıdılar. Nesa çevresine yerleştirdiklerinde onların kuvveti 10 bin atlıya ulaşmıştı.
Onlar, Nesa çevresine yerleşince Gaznelilerin Horasan Divan Reisi Suri’ye mektup yazdılar. Selçuklu beyleri, bu mektupta Horasan’a geliş sebeplerini izah ettikten sonra kendilerine tabi olarak “Gazneli ordusuna asker verme, sınır bekçiliği yapma, vergi ödeme ve Gazne sarayında rehin bulundurma” gibi yükümlülükleri yerine getirmek şartıyla üzerinde oturabilecekleri bir yer talebinde bulundular. Bunun için kendisinin, Sultan Mesud nezdinde arabuluculuk yapmasını istediler. Selçuklu beylerini iyi tanıyan vezir, ihtiyat tavsiye ettiyse de Sultan Mesud, onu dinlemedi. Tuğrul ve Çağrı Beylerin bu cüreti karşısında çok sinirlenen Sultan Mesud, Türkmenler üzerine yürüdü. Kuvvetlenmelerine fırsat vermeden onların Horasan’dan çıkarılmasını istedi.
TARİHİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN ZAFERLER
NESA ZAFERİ
Sultan Mesud’un emriyle 17 bin kişilik fillerle takviyeli bir ordu hazırlandı. Başına Hacib Beğ-toğdu geçirildi. Beğ toğdu’nun Nesa üzerine yürümesi Selçuklu beyleri için sürpriz olmadı. Onlar, telaşa kapılmadılar. Çünkü tekliflerinin kabul edilmeyerek üzerlerine bir ordu gönderileceğini biliyorlardı. Dolayısıyla hazırlıklıydılar. İki ordu Nesa yöresinde karşılaştı. Selçuklu beyleri, kurdukları pusularla Gazneli birliklerini birer birer saf dışı ettiler. Gazneli ordusu bozgun halinde dağıldı. Dağılan birliklerin her biri bir tarafa kaçtı. Beğ-toğdu da kaçarak canını zor kurtardı. 1035’te Gazneli ordusunun bütün ağırlıkları, Selçuklu beylerinin eline geçti.
Selçuklu beyleri, kazandıkları zaferin siyasi sonucunu alabilmek için Gazneli vezirine bir elçilik heyeti gönderdiler. Yapılan görüşmeler sonucunda tarafsız antlaşmaya vardılar. Antlaşmaya göre, Selçuklu Türkmenleri Gazneliler Devletine tabi olacaktı. Selçuklu beyleri sırasıyla Gazne sarayında rehine kalarak tabilik şartını yerine getireceklerdi. Gazneliler de Selçuklu beylerine Nesa, Ferave ve Dihistan vilayetlerini verecekti.
Gazneliler ile yapılan antlaşmada, Selçuklu beylerinin elde ettiklerine karşılık yerine getirecekleri yükümlülükler pek hafif kalmıştır. Onların savaştan önce teklif ettikleri “Gazneli ordusuna asker verme, sınır bekçiliği, vergi verme” gibi şartlar antlaşmada yer almamıştır. Bu da Selçuklu beylerinin sadece askeri değil, siyasi faalliyetlerde de başarılı birer lider olduklarını göstermektedir.
Bu yenilgi, Gazneliler Devletinin itibarını sarsmıştır. Sultan Mesud’un zayıf bir hükümdar olduğunu açıkça ortaya çıkarmıştır. Sultan Mesud, yenilgi karşısında tekrar ordularını harekete geçiremeyerek Selçuklu beylerinin üstünlüğünü kabul etmiştir. O, Selçuklu beylerinin rehin bulundurma şartını yerine getirmelerinde gevşeklik göstermiştir. Bu durum Selçuklu beylerinin cesaretini daha da artırmıştır. Selçuklu beyleri için Gaznelilerle yaptıkları antlaşmanın anlamı çok büyüktür. Sultan Mesud’un, Selçuklu beyleri ile böyle bir antlaşmaya yanaşması, onları, kendisine muhattap kabul etmesi demektir. Bu, Selçuklu Türkmenlerinin bölgede siyasi bir güç olarak tanınması anlamına gelmektedir. Selçuklu Türkmenleri, bu antlaşmayla işgal ettikleri topraklarda mülteci olmaktan kurtulmuşlar ve bu toprakların sahibi haline gelmişlerdir. Bu antlaşma, onların bölgedeki varlıklarının resmen tescili olmuştur.
Selçuklu beylerinin Gaznelilere karşı kazandıkları bu ilk zafer, onların kendilerine olan güvenini artırdı. Bu zafer, Selçuklu beylerinin itibarını yükseltti. Onlar, yeni katılımlarla kendilerini daha da kuvvetlendirdiler. Bu zafer, onlara Horasan’da bir devlet kurma imkanının bulunduğunu gösterdi. Onlar, zaferden sonra yapılan antlaşma ile Nesa, Ferave, Dihistan bölgesinde özerk bir statüye kavuştular.
Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Gaznelilerle 1035’te Nesa yöresinde yaptıkları savaşın zaferle sonuçlanması, o zamana kadar aleyhimize olan tarihin seyrini değiştirdi. Artık, tarihin seyri, Gaznelilerin aleyhine, Selçuklu Türkmenlerinin lehine gelişmeye başladı. Onlar, lehlerine olan bu gelişmenin farkındaydılar ve faaliyetlerini büyük bir gayretle devam ettirdiler.
Sultan Mesud, yaptığı bu antlaşmayla Selçuklu beylerini kendine tabi kılarak onları kontrol edebileceğini umuyordu. Fakat bu tabilik sadece sözden ibaretti. Zira, Selçuklu beyleri, tabilik şartlarından hiçbirini yerine getirmediler. Mesela, Onlar, antlaşmaya göre, Sultan Mesud’un nezdinde rehin bulundurma şartına hiç uymadılar. Sultan Mesud’un, tabilik sembolü olarak kendilerine gönderdiği hilallerle alay ettiler. Külahları ayak altına attılar. Selçuklu beyleri, bu davranışlarıyla tamamen Sultan Mesud’un hükmü altına girmeyi kabul etmediklerini, bağımsız olduklarını göstermek istediler.
SERAHS ZAFERİ
Sultan Mesud’un, kendileriyle anlaşmada gösterdiği uysallık, Selçuklu beylerinin yeni isteklerle tekrar karşısına çıkmasına yol açtı. Onlar, artan Türkmen kütlelerine bulundukları yerlerin yetmediğini ileri sürerek Merv, Serahs ve Baverd gibi şehirlerinde kendilerine verilmesini istediler. Karşılığında da Gaznelilere maaşlı asker olarak hizmet edecekleri vaadinde bulundular. Ordu ile üzerlerine gelinmrsi halinde de savaşmak azmi ve kararında olduklarını bildirdiler. Haberi duyan Sultan Mesud, başındaki felaketi görmezlikten geldi. O, Selçuklu Türkmenleri karşısında içine düştüğü yılgınlığı örtmek ister gibi Hindistan seferine çıktı. Selçuklu Türkmenleri meselesini de komutanlarından Hacib Sübaşı’ya bıraktı. Hacib Sübaşı, Sultan, Mesud’un emriyle Selçuklu Türkmenlerine karşı harekete geçti. Haberi duyan Selçuklu Türkmenleri, obalarının bütün ağırlıklarıyla kadınları ve çocukları çöllerin içine göndererek kendi savaş taktiklerini rahatça uygulayabilecekleri bir ordu oluşturdular.
Hacib Sübaşı, Selçuklu Türkmenleriyle bir meydan savaşı yapmaktan çekiniyordu. Oysa Mesud, onun bir an önce Selçuklu beyleriyle bir meydan savaşı yapmasını istiyordu. Hacib Sübaşı, Sultan’dan aldığı emirle Serahs yöresindeki Selçuklu Türkmenlerinin üzerine yürümek zorunda kaldı. Serahs’ta yapılan savaşta Selçuklu Türkmenleri, Çağrı Beyin gayretiyle Gazneli ordusunu yendiler. 1038’de Gazneli ordusu bozgun halinde dağıldı. Yaralanan Hacib Sübaşı kaçarak Herat şehrine sığındı.
Bu ikinci zaferden sonra Horasan’ın büyük kısmına sahip olan Selçuklu beyleri burada kendi devletlerini kurma kararına vararak teşkilatlanma yoluna gittiler. Onlar, zaferden sonra düzenledikleri kurultayda Tuğrul Beyi başlarına hükümdar seçtiler. Sahip oldukları toprakları kendi aralarında paylaştılar. Tuğrul Bey, Horasan’ın merkezi Nişapur’u aldı. Merv, Çağrı Beye, Serahs’ta amcaları Musa Yabgu’ya bırakıldı. Selçuklu beylerinin teşkilattaki yerleri de bu sıraya göre oldu.
Tuğrul Beyin payına bırakılan Nişapur, henüz fethedilmemişti. Bunun için Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal görevlendirildi. İbrahim Yınal, 3 bin kişilik atlı birliğin başında Nişapur’u savaşmadan Tuğrul Bey adına teslim aldı. İbrahim Yınal’dan sonra şehre Tuğrul Bey girdi. Tuğrul Bey, Nişapur’a girişinde hükümdarlık sembolü olarak kolunda gerilmiş bir yay ile kemerinde üç ok bulunuyordu. Hakimiyet sembolü olarak “Melikül Mülük” unvanıyla Tuğrul Bey adına şehirde ilk hutbe okundu. Tuğrul Bey, Sultan Mesud’un Nişapur’daki tahtına oturarak devletin kuruluşuna dair önemli adımlardan birini daha tamamladı. Tuğrul Bey, Horasan valilerinin adetini devam ettirerek haftanın ilk gününü halkın şikayetlerini dinlemeye ve davalarına bakmaya ayırdı. Tuğrul Bey, Abbasi Halifesi tarafından Nişapur’a gönderilen elçiyi bölgenin hükümdarı olarak kabul etti. Bu, Tuğrul Beyin, İslam dünyasındaki en büyük manevi otorite tarafından bir hükümdar olarak tanınması anlamına geliyordu. Böylece devletin kuruluşu da son safhaya gelmişti. Artık, bu kuruluşun tamamlanması için tek engel kalmıştı. O da Gazneliler Devletiydi. Gazneli engeli aşıldığı takdirde devletin kuruluşu tamamlanmış olacaktı. Bu da ancak kesin sonuçlu bir savaşla mümkün olabilirdi.
Tuğrul Bey, Çağrı Beyin itirazlarına rağmen ele geçirdikleri şehirlerde yağmacılık yapmayı tamamen durdurmuştur. O zamana kadar hiçbir hükümdarda görülmeyen alçak gönüllülükle halkın arasına karışıp onlarla görüşmüş ve dertlerinin dinlemiştir. Böylece Tuğrul Bey, halkın desteğini ve sevgisini kazanmaya çalışmıştır. Selçuklu beyleri, Gaznelilere karşı arka arkaya kazandıkları zaferlerle Horasan’da kendi devletlerini kurma yolunda büyük mesafeler kat etmişlerdir. Fakat bu zaferler Selçuklu Türmenlerinin ve Horasan’ın kaderini tayin eden zaferler olmamıştır. Artık, her iki taraf da meselenin çözümünü kesin sonuçlu bir meydan savaşında görmekteydi. Böylece taraflar için bir meydan savaşı adeta kaçınılmaz olmuştur.
SELÇUKLULARIN VE HORASAN’IN KADERİNİ TAYİN EDEN DANDANAKAN SAVAŞI
Gazneli ordusunun arka arkaya İki defa yenilmesinden sonra durumun ciddiyetini anlayan Sultan Mesud, 300 savaş filiyle destekli 50 bin kişilik atlı ve yaya birliklerden oluşan ordusunun başında Selçuklular üzerine yürüdü. Fakat Gazneli ordusu, Sultan Mesud’un yanlış tutumu yüzünden huzursuzluk içindeydi. Zira, Sultan Mesud, bazı komutanlarını görevden almış, bazılarını da sudan sebeplerle öldürtmüştü. Dolayısıyla hassa ordusundan bir kaç bin kişilik bir bölük kendisinden ayrılarak Selçukluların tarafına geçmişti. Gazneli ordusunda karşı tarafa geçmek için fırsat kollayan birçok komutan ve bölük bulunuyordu.
Çağrı Bey, Sultan Mesud’un savaş gücünü öğrenmek için Ulye ahad’da Gazneli ordusunun üzerine bir saldırı düzenledi. Fakat başarılı olamadı ve geri çekildi. Bu kesin sonuçlu bir yenilgi olmadığından Selçukluları etkilemedi. Selçuklu beyleri bir durum değerlendirmesi yapmak ve hareket tarzlarını belirlemek üzere Serahs’ta bir araya geldiler. Yapılan toplantıda Tuğrul Bey ve bazı beyler, (Yınallılar) Sultan Mesud ile bir meydan savaşını tehlikeli bularak Horasan’ın terk edilmesini istediler. Çağrı Bey ise bir meydan savaşı yapılması kararındaydı. Çünkü O, Gazneli ordusunun savaş yeteneğinin zayıf olduğunu ve bu ordunun Sultan Mesud’un sert ve hoşgörüsüz tavrı yüzünden savaşmakta isteksiz olduğunu tespit etmişti. Çağrı Bey, hareketli Selçuklu birlikleriyle bir meydan savaşında kesin sonuca gidilebileceği fikrindeydi. Çağrı Bey, bu fikrinde ısrar edince Tuğrul Bey ve diğer Selçuklu beyleri ona katılmak zorunda kaldılar. Böylece onlar, oy birliğiyle savaşa karar verdiler.
Başlangıçta bir meydan savaşını göze alamayan Selçuklu beyleri, Sultan Mesud’un ilerlemesiyle geri çekilerek yıpratma savaşına yöneldiler. Sultan Mesud’un karargahına doğru akan nehrin yatağını değiştirmek ve kuyuların bulunduğu yerlere hücum etmek suretiyle Gazneli Mesud’a ve ordusuna güç anlar yaşattılar.
Böylece 1039 ilkbaharında başlayan savaşlar 1040 ilkbaharına kadar sürdü. Sultan Mesud, vezirinin tavsiyesiyle barış yolları aradıysa da karşılıklı güvensizlikten dolayı sonuç alamadı. Obalarının ağırlıklarını Balhan dağlarına gönderen Selçuklu beyleri yıpratma savaşına devam ettiler. Bir savaş bitmeden başka bir savaş başlıyordu. Dolayısıyla Tuğrul Bey ancak kalkanını yastık yaparak dinlenebilmişti. Savaşın çok uzamasından dolayı Selçuklu beylerinin maneviyatı bozuldu. Bazı beyler bir an önce Horasan’ın terkedilmesini istediler. Çağrı Bey, “başlanılan işin sonunun getirilmesi gerektiğini” söyleyerek yılgınlık içindeki beyleri savaşa devam konusunda ikna etti. Selçuklu beyleri, bütün kuvvetlerini Merv’de topladılar. Vur-kaç taktiğiyle madden ve manen çökertilen Gazneli ordusunda panik ve yılgınlık başgösterdi. Sultan Mesud, kimseyi dinlemiyordu. Her hareketin arkasında bir ihanet arıyordu. Devamlı devlet adamlarını ve komutanları suçluyordu. Onları, başlarından ayrılıp gitmekle tehdit ediyordu. Bütün bu olumsuz tutumlar, Gazneli devlet adamlarının ve komutanlarının, hükümdara bağlılığını gevşetiyor ve onları, umutsuzluğa düşürüyordu. Onları, istikballerini başka zeminlerde arama düşüncesine sevk ediyordu.
Artık, Gazneli ordusunu yeterince yıprattıklarını düşünen Selçuklu beyleri, Merv yakınlarındaki Dandanakan hisarı önünde meydan savaşını kabul ettiler. Gazneli ordusu saf halinde, Selçuklular bölük bölük saldırıyorlardı. Geri çekilen bölüklerin yerini yeni bölükler alıyordu. Böylece kendilerini ve ordularını tehlikeye atmıyorlardı. Gazneli ordusu, Sultan Mesud’a kırgınlıklarından dolayı gevşek savaşıyor, bazı birlikler Selçuklu tarafına geçen silah arkadaşlarıyla savaş meydanının kenarında konuşuyorlardı. Halbuki bunlar, Gazneli ordusunun en vurucu ve en güvenilir birlikleriydiler. Bu birliklerden 370 kişilik bir bölük savaş sırasında Gazneli ordusundan Selçukluların tarafına geçti. Gazneli ordusunun bu şekilde çökmesi ve çözülmesi, Selçuklu beylerinin zafer umutlarını artırıyor ve onları cesaretlendiriyordu.
Hareketli Selçuklu birliklerinin vur-kaç taktiği 3 gün sürdü. Bitkin Gazneli ordusu bu saldırılara daha fazla dayanamadı. Bozgun halinde dağıldı. Sultan Mesud’un yanında bir kaç komutanı ile bir miktar hassa askeri kaldı. Savaşı kaybettiğini anlayan Sultan Mesud, yanındaki 100 kadar has adamıyla Gazne şehrine kaçtı. Gazneliler Devletinin bütün ağırlıkları Selçukluların eline geçti.
Bu savaşta da zaferin kazanılmasında başlıca rolü Çağrı Bey oynadı. Devletinin merkezinde kendisini emniyette hissetmeyen Sultan Mesud, Hindistan’a kaçarken kendi adamları tarafından öldürüldü.
Böylece Selçuk ile başlayan oğlu Arslan Yabgu ve torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler ile devam eden 100 yıllık mücadele zaferle sonuçlandı. Kaynaklarda “Selçukiyan” ve “Salaçıka” adıyla anılan modern tarihçilerin “Büyük Selçuklu Devleti” adını verdikleri Türk devletinin kuruluşu tamamlandı. Artık. İslam dünyasında Selçuklu hakimiyeti devri başlamış oldu.
Selçuklu beyleri savaş meydanında hemen bir taht kurdular. Tuğrul Bey, hükümdar sıfatıyla bu tahta oturdu. Türkmen beyleri ve Selçuklu ordusu kendisini “Horasan Emiri” olarak selamladılar. Zafer haberi, birer fetihname ile komşu hükümdarlara bildirildi.
Tuğrul Bey, her büyük devlet adamında bulunması gereken ileri görüşlülük, kararlılık, kurnazlık, sabır, sezgi ve siyasi kavrayış gibi bütün meziyetlere sahipti. Karar ve hareketlerinde isabetli ve dengeliydi . Cesaret ve kahramanlığı ile Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasında başlıca rolü oynayan Çağrı Bey, siyasi ihtirası olmayan mükemmel bir komutandı. Kendisinden emin tavrı en belirgin özelliğiydi. Tehlikenin büyüklüğü karşısında acizlik göstermez, engeller onun cesaretini kıramazdı. Ele aldığı meseleyi, sonuca ulaştırmadan durmaz ve dinlenmezdi. Cihan hakimiyeti ideallerinin başında geliyordu. Siyasi faaliyetlerde iddalı değildi. Çağrı Bey, zekası ve siyasi kavrayışındaki üstünlüğüyle daima takdir ettiği küçük kardeşi Tuğrul Beyi, kurdukları devletin başına geçirerek emsalsiz bir fedakarlık ve feragat örneği vermiştir.
TUĞRUL BEY YÖNETİMİNDE DEVLETİN YENİDEN DÜZENLENMESİ
Selçuklu beyleri, 1038 zaferiyle temeli atılan devleti yeniden düzenlemek için 1040 zaferinden sonra Merv’de bir araya geldiler. Bu kurultayda hakim rolü hükümdar Tuğrul Bey oynadı. Tuğrul Bey, bu kurultayın açılış konuşmasında, kurdukları devletin Selçuklu ailesinin ortak sorumluluğunda olduğunu ve aralarındaki birliğin ve dayanışmanın çok önemli olduğunu belirtti. O, oklrından birini kardeşlerinden birine vererek kırmasını istedi. Kardeşi, oku kolayca kırdı. Ok sayısını önce ikiye sonra üçe çıkararak aynı işlemi tekrarlattı. Ok sayısı dörde çıkarıldığında artık kırmak mümkün olmadı. Bundan sonra sözü alan Tuğrul Bey, “işte biz bu oklar gibiyiz. Eğer birbirimizden ayrılırsak tek tek kolayca kırılırız. Fakat bir araya gelip birleşirsek kuvvetli oluruz. Hem düşman bize saldırmaya cesaret edemez hem de saldırdığı takdirde kolayca yenemeyeceği gibi karşımızda da bozguna uğrar” dedi.
Başından beri birlik ve beraberliklerini hiç bozmayan Selçuklu beyleri, Tuğrul Beyin bu önemli uyarısından sonra aralarındaki dayanışmayı daha da pekiştirdiler.
Selçuklu beyleri kurultayda bazı önemli kararlar aldılar. Bunlardan ilki, Bağdat’taki Abbasi Halifesine yaptıklarını ve isteklerini belirten bir mektup yazmak oldu. Onlar, bu mektupta kendilerinin hak yolunda savaştıklarını fakat Sultan Mahmud’un amcaları Arslan Yabgu’yu haksız yere hapsettiğini ve oğlu Sultan Mesud’un da halkı kötü idare ettiğini, zulüm yaptığını belirttiler. Bu zulümden dolayı Sultan Mesud’a karşı gelip kendi devletlerini kurduklarını bildirdiler.
11. YÜZYILIN BAŞLARINDA DOĞU VE YAKIN DOĞU İSLAM DÜNYASININ SİYASİ DURUMU
Doğu islam dünyası, 11. yüzyılın başlarından itibaren Karahanlılar ve Gazneliler olmak üzere iki büyük Türk devletinin hakimiyeti ve denetimindeydi. Bu sırada Doğu islam dünyasında 3. bir siyasi güç olarak Selçuklu Türkmenleri (Oğuz Türkleri) kendisini hisstirmeye başladı. 10. yüzyılın ikinci yarısına doğru Seyhun’daki Oğuzlar Devletinden ayrılan Selçuklu Türkmenleri kendi devletlerini kurabilmek için Maveraünnehir’de Karahanlılara, Horasan’da Gaznelilere karşı uzun bir mücadele vermek zorunda kaldılar. Bu mücadelenin son safhası olan 1040 Dandanakan savaşının Selçuklu Türkmenlerinin zaferiyle sonuçlanması, Doğu islam dünyasında kuvvetler dengesinin değişmesine, Karahanlı ve Gazneli Devletlerinin yanında 3. bir siyasi güç olarak Selçuklu Devletinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu zafer, Horasan’ı bütünüyle Selçuklu Devletinin hakimiyetine soktu. Savaşın geçtiği yerden itibaren Gazneli ülkesini ikiye bölerek Horasan’ın batısında kalan Gazneli topraklarıyla Gazneli Devletinin irtibatını kesti. Bu gelişme, Selçuklu beylerinin önüne savunma yeteneğini yitirmiş bir ülke serdi. Onların ufuklarını da genişletti. Artık, Selçuklu beyleri tarihin önlerine çıkardığı bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirecekler ve daima batıya dönük bir genişleme ve yayılma siyaseti izleyeceklerdi.
Selçuklu beylerinin Dandanakan savaşını kazandıkları ve Horasan’da kendi devletlerinin kurdukları sırada Yakın ve Orta Doğu ülkeleri, Bizans, Fatimi ve Büveyhi olmak üzere üç büyük devletin hakimiyeti ve denetimindeydi. Bizans ve Fatimi Devletleri, 932’den beri Abbasi Halifeleriyle birlikte onların, Irak ve Batı İran’daki topraklarını hakimiyetleri altında tutan Büveyhileri, batıdan ve kuzeyden kuşatarak yarım daire biçiminde kıskaca almış durumdaydılar. Selçuklu Türkleri de Dandanakan zaferinden sonra bu kıskacı tamamladı.
Büveyhiler, koyu bir Şiilik örtüsü altında Fars kültürünü yeniden diriltme çabası içindeydiler. Büveyhi hükümdarları “Emirül Ümera” unvanıyla Bağdat’ta oturuyorlar, ülkesiyle birlikte siyasi ve askeri yetkilerini ellerinden aldıkları Abbasi Halifelerini istedikleri yönde kullanıyorlardı. Son Büveyhi hükümdarı Melikür Rahim Hüsrev Firuz, Selçukluların İran ülkesini ele geçirmeye başladıkları sırada Irak, Batı İran ve Fars bölgelerine doğrudan Kirman’a da dolaylı olarak hükmediyordu. Fakat Büveyhi hükümdarları, izledikleri bölücü dinin politikalar yüzünden halkın desteğini büyük ölçüde kaybettiler. İnançlara karşı baskıcı tavırlarıyla hakim oldukları ülkelerdeki İslam halkının manevi birliğini bozdular. Onların, Halifeler üzerinde uyguladıkları baskı politikaları, Halifeleri, bir kurtarıcı aramaya yöneltti. Mesela, Abbasi Halifesi Kaim Bi-emrillah’ın 1038’de Gaznelilere karşı Serahs savaşını kazanan Selçuklu beylerine elçisini göndererek Selçuklularla ilk teması Halifenin kendisinin kurması gibi.
Büveyhiler Devleti, 11. yüzyılın başlarından itibaren sürekli bir çöküş içine girdi. Dolayısıyla Büveyhiler, Selçukluların önünde ciddi bir engel oluşturmuyordu. Dandanakan yenilgisiyle tamamen beli kırılan Gazneliler ise Selçukluların yayılma ve genişleme politikaları önünde direnme güçlerini büyük ölçüde yitirdiler. Kendi içlerinde bölünmenin eşiğinde olan Karahanlılar da Gazneliler’den farklı bir durumda değillerdi. Bu sırada Selçukluların karşısında iki büyük rakip vardı. Bunlar Bizans ve Fatimi Devletleri idi. Selçuklu beylerinin büyük bir Türk-İslam Devleti kurmak ve İslam dünyasının siyasi sorumluluğunu bütünüyle kendi üzerine almak amacıyla harekete geçtikleri bu sırada Orta Doğu İslam dünyasının siyasi durumu kısaca böyleydi.
Selçuklu Devletinin başında bulunan Tuğrul Beyin başlıca amacı, Selçuklu hakimiyeti altında İslam dünyasının siyasi ve manevi bütünlüğünü sağlamaktı. Cihan şümul bir Türk-İslam Devleti meydana getirmekti. Bunun için Tüğrul Beyin kafasında ayrıntıları iyice düşünülmüş esaslı bir plan vardı. Bu planın esasları şunlardır.
-Birtakım hükümdarların ve meliklerin idaresinde bulunan parçalanmış İslam ülkelerini sistemli bir şekilde ele geçirerek Selçuklu hakimiyeti altında birleştirmek.
-Ele geçirilen bu yerlerde Selçuklu idari mekanizmasını kurmak ve bu mekanizmayı düzenli işletmek.
-İslam ülkelerinde ve yeni medeniyet çevresinde Türk devletlerinin kendisine has ekonomik, sosyal, kültürel ve dini politikalarını uygulamak.
DOĞU İSLAM ÜLKELERİNDE SELÇUKLU HAKİMİYETİNİN YAYILMASI
Selçuklu beyleri, hakimiyetlerini yayma ve genişletme faaliyetlerine Doğu islam ülkelerinden başladılar. Dandanakan zaferinden sonra Selçuklu beylerinin kendi aralarında yaptıkları iş bölümüne göre, Doğu İslam ülkelerinde (Gazneli ve Karahanlılara ait ülkeler) Selçuklu hakimiyetni yayma ve genişletme faaliyeti Çağrı Bey ile amcası Musa Yabgu ya bırakıldı. Gazneli hükümdarı, melikleri ve valileri, Selçuklu beylerinin üstün kuvvetlerinin ilerleyişine karşı koyamadılar. Kale ve surlarla korunan şehirlerin dışında hiçbir yer direnmeye kadir değildi. Gazneli topraklrında gelişen Selçuklu ilerleyişinin hızını sadece sağlam kaleleri ve yüksek surları olan şehirler kesiyordu. Zira, Selçuklu beylerinin kuşatma silahları yoktu. Onlar, kuşatma savaşına da alışkın değillerdi.
Herat şehrine yerleşen Musa Yabgu, yeğeni Ertaş vasıtasıyla Bust ve Sistan bölgesini ele geçirdi. Çağrı Bey, Sistan’ı Musa Yabgu’nun elinden almak istediyse de Tuğrul Bey, bunu engelledi. Merv şehrini kendine merkez edinen Çağrı Bey, 1040 sonbaharında Gaznelilerin önemli şehirlerinden Belh’i ele geçirdikten sonra hakimiyetini bütün Toharistan’a yaydı. Tuğrul ve Çağrı Beyler eski düşmanları Şahmelik’in eline geçen Harezm üzerine birlikte bir sefer düzenlediler. Selçuklu beyleri bu sefer sonucunda Harezm’i ele geçirdi ve Şahmelik’i yakalayarak cezalandırdılar. Harezm seferinden sonra hastalanan Çağrı Bey, bir süre fiili mücadeleden çekilmek zorunda kaldı. Yerini kendisiyle aynı yeteneklere sahip olan oğlu Alp Arslan aldı. Alp Arslan, Gazneli ve Karahanlı ordularını yenerek bölgedeki Selçuklu hakimiyetini kuvvetlendirdi. Çağrı Bey iyileşip tekrar ordularının başına geçince Belh merkez olmak üzere bütün Toharistan’ın “Melik” unvanıyla oğlu Alp Arslan’a bıraktı. Melik Alp Arslan, Karahanlıların Toharistan’a olan saldırılarını püskürterek bölgedeki Selçuklu hakimiyetini korudu ve İran’ın Fars bölgesine de bir sefer düzenledi. Fakat Alp Arslan, izinsiz olarak Tuğrul Beyin nüfuz sahasına girdiği için geri çekilmek zorunda kaldı.
Çağrı Bey, kendi hakimiyetindeki sahalarda üstünlüğünü korudu. Fakat onun başarıları devamlı olmadı. 1059’da Gaznelilerle, aralarında Hindukuş dağları sınır kabul edilmek üzere bir antlaşma yaptı. Böylece Gaznelilerle Selçuklular arasında 50 yıl sürecek bir barış dönemi açıldı. Hindukuş dağları da Çağrı Beyin Selçuklu hakimiyetini yayma ve genişletme faaliyetinin Gazneli topraklarında son sınırı oldu.
BATI İSLAM ÜLKELERİNDE (İRAN) SELÇUKLU HAKİMİYETİNİN YAYILMASI
Selçuklu hakimiyetini yayma ve genişletme faaliytinin asıl büyük ve önemli kısmı, Tuğrul Bey yönetiminde Batı İslam ülkelerinde gerçekleştirildi. Tuğrul Beyin emrinde İbrahim Yınal, Kutalmış, Kara Arslan Kavurt, Yakuti ve Melik Hasan gibi yetenekli hanedan üyeleri vardı. Bu beyler, zapt etmekle görevlendirildikleri ülkelere girerek direniş odaklarını dağıtıyorlardı ve Tuğrul Beyin işini büyük ölçüde kolaylaştırıyorlardı. Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, bir Selçuklu birliğinin başında Rey şehrini aldıktan sonra bölgenin en önemli şehirlerinden Hemedan’ı ele geçirdi. Buradaki yerli hanedan Kaküye Oğullarının şubesini Selçuklu Devletine bağladı. İbrahim Yınal, Hemedan’ın zaptından sonra Kutalmış’ın kendisine katılmasıyla kuvvetlerini daha da artırdı. İki hanedan üyesi Hemedan’dan Irak sınırındaki Şehr-i Zor beldesine kadar direniş merkezleri olan bütün şehir ve kaleleri ele geçirerek devletin topraklarını, Irak sınırına kadar genişlettiler. (1042-1048)
Çağrı Beyin oğlu Kara Arslan Kavurt, bir Selçuklu birliğinin başında 1041’den itibaren yaptığı mücadele sonucunda Kirman bölgesini Büveyhilerden alarak Selçuklu Devletinin sınırlarını denizlere ulaştırdı. Kavurt, kendi arzusuyla teslim olan Hürmüz Emirliği üzerinden Arap yarımadasına geçip Umman bölgesini kendisine bağlayarak Selçuklu Devletinin topraklarını genişletti. Böylece Kavurt, ele geçirdiği bölgelerde Tuğrul Beye bağlı Kirman Selçuklu Devletinin de temelini atmış oldu.
Yakuti de Mekran bölgesini ele geçirerek 1054’te bölgedeki Selçuklu hakimiyetini tamamladı. Yakuti, burada babası Çağrı Bey, adına hutbe okutmak istediyse de onun bu teşebbüsü devletin birliğini korumak düşüncesiyle Tuğrul Bey tarafından durduruldu.
Selçuklu beylerinin arkasından ordusuyla Tuğrul Bey harekete geçti. Tuğrul Bey, düzenlediği seferlerle Gürgan ve Taberistan bölgesini ele geçirdi. Her iki bölgedeki iktidar sahipleri Ziyariler ve Bavendiler, Sultan boyun eğip vergi vermek, adına hutbe okutmak, kendisine yardımcı kuvvet göndermek ve devletin merkezinde rehin bulundurmak gibi tabilik yükümlülülklerini sırtlanmak zorunda kaldılar. Tuğrul Bey de onlara tam bir muhtariyet hakkı tanıdı. Fakat Sultan, bu tabi beylerin hiçbir zaman kendisinin takip ettiği siyasetin dışına çıkmalarına izin vermedi.
Artık, İran ülkesinin büyük bir kısmı Selçuklu hakimiyetine girmişti. Tuğrul Bey, Çağrı Beyi Horasan’da bırakmakla batıda büyük bir hareket serbestliği elde etmişti. Tuğrul Bey, batıdaki faaliyetlerle daha yakından ilgilenmek için devletin merkezini Nişapur’dan Rey şehrine nakletti. Şehrin fatihi İbrahim Yınal da Tuğrul Beyi, şehrin girişinde törenle karşılayarak bu emrivakiye boyun eğmek zorunda kaldı.
Tuğrul Bey, Rey şehrinde ilk iş olarak, Selçuklu idari teşkilatını kurdu. Zira, Selçuklu hakimiyetinin devamı ancak kurulan sağlam ve güçlü idari teşkilatlar sayesinde sağlanabilmekteydi. Tuğrul Bey, kendileriyle işbirliği yapmak isteyen yerli Müslüman halka devletin idari kadrolarını açtı. Çalışkan ve yetenekli elemanları idari kadrolarda istihdam ederek onlardan yararlandı. Bu, devlet-halk bütünleşmesi anlamına gelmekteydi.
Büyük bir faaliyete girişen Tuğrul Bey, kısa sürede şehrin binalarını yeniledi. Kendisini için şehrin merkezinde saray ve hükümet konağı (darül memleke) yaptırdı. Rey şehri. Tuğrul Beyin elinde tam bir gelişmeye mazhar oldu.
Tuğrul Bey, Rey şehrinin imar faaliyetleriyle uğraşırken Abbasi Halifesi, ona bir elçi gönderdi ve Tuğrul Beyden “ele geçirdiği yerlerle ytinmesini, daha fazla ileri gitmemesini isteyerek” kendisini bu konuda uyardı. Ülkesini ve iktidarını tamamen Büveyhilere kaptıran Halifenin, Tuğrul Beyin hakimiyetini genişletmesi karşısında kaybedeceği hiçbir şeyi yoktu. Halifenin bu şekilde davranmasında Büveyhi hükümdarının etkisi hissedilmektedir. Halife, bu teşebbüsü Büveyhi hükümdarının etkisi ve baskısıyla yapmış olmalıdır. Zira, Tuğrul Beyin hedefinin Bağdat olduğuna şüphe yoktur. Bu hedefi belli harekete karşı Büveyhi hükümdarının bir ordu çıkaracak gücü ve cesareti yoktu. O da bu konuda en büyük kozu olan Halifeyi kullanma yoluna gitmişti.
Tuğrul Bey, Halifenin bu uyarısını ciddiyete almadı. O, “askerlerinin çok olduğu, sahip olduğu ülkelerin, askerlerine yetmediği” bahanesiyle Halifenin isteğini açıkça geri çevirdi,
Tuğrul Bey, Halifenin uyarısını dikkate almadı. Fakat hareketinin istikametinde değişiklik yaptı. Emrindeki İbrahim Yınal ile Kutalmış’ı Azerbaycan’a gönderdi. Bu harekete, Melik Hasan da katıldı. Kendisi de Kaküye Oğullarının son direniş merkezi Isfahan üzerine yürüdü. Tuğrul Bey, Burada beklenmedik bir kuvvetle karşılaştı. Fakat Selçuklu ordularını ezici kuvveti ve yenilmezliği fikri sayesinde birçok şehir Tuğrul Beye kapılarını açmaktaydı. Kaküye Oğulları, 1 yıl şehirlerini savundular. Tuğrul Bey, şehrin dışarıyla irtibatını keserek belde halkını açlığa ve susuzluğa mahkum etti. O yıl kışın çok soğuk geçmesi, yakıdını temin edememiş olan halkı donma tehlikesiyle karşı karşıya getirdi. Halk, ancak şehrin ahşap camisini yıkıp malzemesini yağma ederek donma tehlikesinden kurtulabildi. Fakat Tuğrul Beyin kararlılığı karşısında Kaküye Oğullarının iradeleri kurıldı. 1050’de şehrin kapılarını açmak zorunda kaldılar.
Tuğrul Bey, Isfahan’a yetenekli bir vali tayin ederek Selçuklu idari teşkilatını kurdu. Kendisini toparlayabilmesi ve tekrar üretici olabilmesi için şehir halkını 3 yıl vergiden muaf tuttu. 500 bin dinar harcayarak Isfahan’ı yüksek binalar, evler, köşkler, mescitler ve tekkelerle donatarak şehri yeniden imar etti. Selçuklular ile İslam dünyasına yeniden düzen, güven, zenginlik, huzur ve barış gelmeye başlamıştır. Sönmeye yüz tutmuş olan İslam medeniyeti de onların şahsında canlanarak tekrar eski gücüne kavuşmuştur.
TÜRKMENLER MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ
Selçuklu beylerinin Gaznelilere karşı 1040’da kazandıkları Dandanakan zaferi Horasan’da kendi devletlerini kurmaları, Türkmenlerin bir asırdan beri çektikleri yer ve yurt sıkıntısını sona erdirdi ve onların önüne bütün İslam dünyasını açtı. Artık Türkmenler, dalgalar halinde İslam ülkelerine akmaya başlamışlardı. Türkmen kütleleri Hemedan, Azerbaycan ve Kuzey Irak gibi uçlara yakın bölgelerde toplanmaktaydı. Selçuklu beylerinin emri altına girmek istemeyen Irak Türkmenleri İslam ülkelerine girerek Azerbaycan’a ve Kuzey Irak’a yerleşmişti. Başlarında Göktaş ve Boğa gibi beylerin bulunduğu bu Türkmen kütlesi önce melikler tarafından kendi düşmanlarına karşı kullanılmış sonra da onların saldırılarına uğrayarak dağılmıştı. Ancak yeni gelenlerle Tükmenlerin sayısı artmaktaydı. Türkmen kütleleri, yaşayış tarzlarından dolayı yerli halkın ekili-dkili sahalarına zarar vermekteydiler. Türkmenler, girdikleri her yeri kendi sürülerinin serbest otlakları olarak kabul etmekteydiler. Bu yüzden onlar, yerli halk ile geçinememekte bir igtişaş unsuru olarak görülmekteydiler. Onların bu tutumu, Abbasi Halifesine ve Tuğrul Beye kadar uzanan şikayetlere yol açmaktaydı. Bu şikayetler üzerine Tuğrul Bey Türkmenlerin başında bulunan boy beylerini devlet hizmetine alarak onları yakından kontrol etmek istedi. Fakat aralarındaki karşılıklı güvensizlikten dolayı onlar, Sultanın bu teklifini kabul etmediler. Bu durumda Tuğrul Beyin şikayetleri tamamen ortadan kaldırabilmek için ordusuyla Türkmenlerin üzerine yürümesi bekleniyordu. Fakat Tuğrul Bey böyle yapmadı. Zira, bu kütlenin üzerine gidilmesi halinde karşı koymak için silaha sarılacaklarını biliyordu. Tuğrul Beyin bu kütleye yeni bir hedef ve ülke göstermesi gerekiyordu. Bunun için o, yerli meliklere Türkmenleri gazaya sevketmeleri tavsiyesinde bulundu ve İbrahim Yınal ve Kutalmış gibi hanedan üyeleri beyleri onlara yol açmaları için Anadolu’ya yapılan gazaların merkezi Azerbaycan’a gönderiyordu. İbrahim Yınal, Tuğrul Beyin emriyle ordusuyla Azerbaycan’a hareket etti. Böylece Türkmenler İbrahin Yınal’ın tavsiyesine uyarak Anadolu’ya gaza yapmak, daha iyi ekonomik imkanlar sahip olmak ve üzerinde hür olarak yaşayabilecekleri bir yurt tutmak amacıyla Azerbaycan’da toplanmaya başladılar.
Azerbaycan, Seyhun ötesindeki yurtlarından gelen iman muhacirleri ile Türkmenlerin toplandığı bir bölgeydi. Buraya gelen Türkmenler, Orta Asya’daki hayatlarını yaşıyorlardı. Bağlı oldukları boy beylerinden başka hiç bir siyasi otoriteyi tanımıyorlardı.
Alp Arslan’ın Anadolu Üzerine Gaza ve Fetih Politikası: Alp Arslan ile birlikte Anadolu’da fetih dönemi başlıyor. Bunun zamanında Anadolu Türk fetihlerinin baş hedefi haline geldi. Alp Arslan islam dinini yayma fikrine dayanan genişleme politikası sürdürdü. İlk olarak Kafkaslardan Anadolu’ya indi. Önce Nahçıvan’a geldi. Ordusunu ikiye ayırdı. Birinci gruba kendisi ikinci gruba oğlu Melik Şah ve Nizamül mülk geçti.Melik Şah bu sırada 9 yaşındaydı. Nahçıvan’da Alp Arslan’ı Türkmen beylerinden Tuğ Tekin karşıladı. Tuğ Tekin Alp Arslan’ı Anadolu’ya fetih yapması için teşvik etti. Alp Arslan önce Gürcistan üzerine yürüdü. Amacı buradaki Ermeni ve Gürcülerin güçlerini kırmak arkasını güvenlik altına almaktı. Bölgedeki Ermeni krallıklarndan birisi Alp Arslan’a tabi oldu. Gürcü kralı da kaçtı. Alp Arslan Kafkas-lardaki akınlardan sonra Nahçıvan’a geri döndü. Bu sırada oğlu Melik Şah ve Nizamülmülk Van civarından Anadolu’ya gelmişlerdi. Burada birçok müstahkem kale, şehir ele geçirdiler. Alp Arslan dönünce oğlunun bu başarısına çok sevindi ve ikinci orduyla Anadolu’ya geçti. İlk hedefleri Kars yakınlarındaki Ani şehri idi. Burası Bizans’ın bölgedeki askeri birliğinin mer-kezi idi. Silah ve erzak deposuydu. Etrafı surlarla çevrili idi. Bu surlar sarp kayalar üzerine oturtulmuştu. Burada tabiat adeta doğal bir kale halindeydi. İçi çok genişti. Bizans’ın hazinesi silah deposu erzak deposu burada bulunuyordu. Ani şehri Bizans’ın doğudaki güvenlik bölge-lerinden en önemlisiydi.Alp Arslan şehri doğu tarafından kuşattı. Şehrin silah gücüyle düşme-si son derece zordu. Başta büyük bir hücum düzenlediyse de başarılı olamadı. Her hücum dalga dalga kırılıyordu. Surlara yaklaşılamıyordu. Fakat içeride de durum iyi değildi. Bir ara Alp Arslan sıkışmış kuşatmayı kaldırmayı düşünmüştü. Bizans komutanları da korkularından iç kaleye çekilmişlerdi. Askerler ve halk büyük bir korkuya düştüler. Bu durumu gören Alp Arslan yeni bir hücum başlattı. Selçuklu askerleri surları aşarak şehre girmeyi başardılar. Alp Arslan kısa sürede iç kaleyi ele geçirdi.
Sonuçları: Ani kalesinde ele geçirilen ganimet çok büyüktü. Ani’nin düşmesi hristiyan dünya-sında büyük bir korku yarattı.İslam dünyasında sevinç yarattı. Fethi gerçekleştiren Alp Arslan Ebul Feth unvanını aldı. Alp Arslan’ın lakaplarından biri en çok bilinen Adudu’d Devle idi. Devletin yardımcısı anlamına geliyordu.Artık Anadoluya olan akınlar ve seferler fethe dönüş-müştür. Alp Arslan buraya bir garnizon kurmuştur. Bu fethin kalıcı olmasını sağlamıştır. Ani-nin fethi ile Anadolu’da ilk defa islamlaşmanın temeli atılmış oldu. Buraya bir mescid yapıldı. Yerleşme ve teşkilatlanma başladı. Ani’nin fethi ile Bizans’ın güvenlik sistemi çökmeye baş-ladı ve bir daha kapanmamak üzere büyük bir gedik açılmış oldu. Bunun faydası ileri fetihler-de geri emniyet ve destek sağlanmış oldu.Yani geri çekilme yöntemine ortam oluşturmuş oldu Ani’nin fethi Kars-Ermeni krallığının gözünü korkutmuştur. Alp Arslan bu fetihle iki küçük Ermeni krallığını Selçuklulara bağlamıştır. Alp Arslan bu önemli fetihten sonra devletin mer-kezine dönmüş ve Türkistan’a sefere çıkmıştır. Kıpçakların üzerine sefere çıkmıştır. Cent şehrine uğramış daha sonra Horasan’a dönmüştür. Devlet adamlarını toplayıp oğlu Melik Şah-ı veliaht ilan etmiştir ve iki törenle bu kararı uygulamıştır. Birinci törenle kendisi tahttan indi tacını oğluna taktı.Devlet adamları biat ettiler. İkinci tören oğlunu ata bindirdi. Gaşiyeyi omu-zuna aldı. Alp Arslan iki defa kardeşi Kara Arslan’ın isyanıyla karşılaşmıştır. Bu isyanları bastırmasına rağmen kardeşini affetmiştir. Alp Arslan’dan sonra Anadolu’ya olan akınlar ve seferler arttı. Selçuklu ve Türkmen beyleri bu akınları devam ettirdi. İlk grup Gümüş Tekin Ahmet Şah ve Afşin komutasındaki akınları oluşturdu.Afşin Anadoluda Malatya civarında bir Bizans ordusunu yendi. Konya’yı ele geçirdi. Halep’e indi. Bu akınlarda iki tane üs ve hareket noktaları kullanılmıştır. Gidiş ve dönüş yönlerinde bunlar Halep ve Ahlat noktalarıdır. Türk-men beyleri bu iki hareket ce dönüş üslerini şu şekilde kullanmışlardır: Ahlat yolu kesildiğin-de Halep yolunu, Halep yolu kesildiğinde Ahlat yolunu kullanmışlardır. Bizans bu akınları telaş içine düşünmüştür. Bu sırada Afşin’in Ahlat’tan çıktığı haberi gelmiş, Afyon civarına yönelmiş, yolu kesilmek istendiyse de Halep’e yönelerek imparatprun akınlarıyla karşılaşma-mıştır. İmparator da itibarı sarsılmış olarak geri dönmüştür. Türkmen beylerinin Bizans impa-ratoruyla bu denli oyun oynaması imparatoru kızdırmıştır. Artık tarafların Anadolu’nın kader tayini için karşılaşması gerekiyordu.Bu savaşta Türk savaş taktik ve gelenekleri kullanılmıştır. Bu taktik ve gelenekler şunlardır:
# Savaş meydanında zafer için dua etmek: Ritüel bir davranıştır.
# Savaştan önce at kuyruğu bağlamak: Alp Arslan ve ordusu yapmıştır. Alp Arslan kendi atının kuyruğunu kendi düğümlemiştir. Komutan beyaz ata binmiş beyaz bir elbise giymiştir. Bu bir Orta Asya geleneğidir. Bir de Alp Arslan’da görülmüştür.
# Geçit töreni yapmak: (orduyu teftiş etmek) Savaştan önce bir resmi tören yapılarak ordu teftiş edilirdi. Bunu Nizamülmülk yapmıştır.
# Savaş meclisi toplamak: Bizans imparatoru bu toplantıyı Sivas’ta yapmıştı. Strateji ve taktik belirlemek amacıyla bu toplantı yapılırdı.
# Siyasi vasiyetnamede bulunmak: Alp Arsaln eşine ve vezirine iki ayrı mektup göndermiş, bu mektuplarda vasiyetini belirtmiştir. Kendisinin ölümü halinde tahta Melik Şah’ ın geçmesini istemiştir.
# Barış önerisinde bulunmak: Alp Arslan savaştan hemen önce kendi elçisiyle Abbasi halife-sinin elçisini imparatora göndermiş ve barış önerisinde bulunmuştu.
# Koş at getirmek: Savaşta koş at bulundurmak bir diğer savaş geleneği idi.
# Nutuk söylemek.
Alp Arslan bütün hazırlıklarını tamamlamıştı ve ordusuna bir nutuk hazırlamıştı. Bu nutuk kısa ve öz sözlerden oluşuyordu. Vurulursam vurulduğum yere gömün. Benden sonra geride kalanlar oğlum Melik Şah’a tabi olsun. Burada bugün hükümdar gibi değil bir er gibi din ve devlet uğrunda savaşacağım.Savaştan korkanlar gitmekte serbesttir. Şehit olanlar öteki dünya-ya cennete, geride kalanlar da dünya nimetine kavuşacaklardır.Korkup kaçanları ise bu dünya-da zillet, öteki dünyada cehennem ateşi beklemektedir. Şehit olma ihtimalini de düşünmüş ve kendisi için bu vasiyette bulunmuştur. Geride kalanlar için oğluna tabi olmalarını söylemiştir. Bundaki amacı ihtimalli düşündüğü için kendisinden sonra devletin dağılmasını, parçalanma-sını önlemek istemiştir. Kendisi için, ordusu için önemli iki noktayı belirtmiştir. Bunlardan birisi kendisini askerlerinin, erlerinin seviyesine indirmiştir. Yani kendisni onlarla eşit tutmuş-tur.İkinci nokta ise gayesini belirtmiştir. Din ve devlet uğrunda savaşmak, kendisini askerleri-nin seviyesine indirmek ordusunu iyi bir şekilde motive etmiştir. Korkanlar için de gitmenin serbest olduğunu belirtmiştir. Amacı ise erlerinin damarına basarak onları cesaretlendirmektir. Bu mücadeledeki ödülleri belirtmiştir. Bu ödül hem bu dünya hem de öteki dünya içindir. Şehit olanlar öbür dünyada cennete, geride kalanlar ise dünya nimetlerine sahip olacaklardı. Alp Arslan bu ödüllerle askerlerini motice etmiştir. savaştan kaçanlar için başına gelecekleri söyleyerek kaçma yolunu kapatmak istemiştir. Nutuk söylemek bir gelenektir. Bu nutukla ordularını coşkulandırırlar, Alp Arslan’da bu nutukla ordusunu cesaretlendirmiş ve coşkulan-dırmıştır. Savaş ordusu Malazgirt bölgesini resmen inletmiştir. And içme anlamına gelen bu konuşmayla ordu ve komutan bütünleşmiştir. Alp Arslan din ve devlet uğruna savaşmayı ordusunun gözünde kutsal amaç haline getirmiştir.
SAVAŞ: Alp Arslan’ın emri ile ordu harekete geçmiştir. İlk harekete Türk ordusu geçmiştir. Savaşın başında bir fırtına çıkmıştır. Bu bütün savaşlarda olan bir olaydır ve kısa sürmüştür. Bu fırtına Alp Arslan’ı endişelendirmiştir. Alp Arslan’ın merkez kuvvetleri gruplar halinde savaşıyordu ve oklarını kullanıyorlardı. Bu birlikler yüzyüze gelince geri çekiliyor, yeni grup-lar geliyordu. Bizans ordusu yıpranmış, yıpratma safhası bitince ordu kademeli olarak geri çekilmiştir. Bizans ordusu bunu bir kaçış sandı. Saflar bozuldu, ordu zafer kazanmış gibi iler-ledi. Pusuların kurulduğu yere geldiklerinde akşam üzeri Alp Arslan’ın emri ile pusudaki birlikler Bizans ordusunu kuşatmaya başladılar. Bizans ordusu imha ediliyordu. Savaşın başından itibaren Bizans ordusunda bulunan Uz ve Peçenek grupları kıyafetlerinden ve nara-larından tanıdıkları Türklerin tarafına geçmişlerdi. Ordu imha edilmiş ve birçok tutsak ele geçirilmişti. Alp Arslan otağına çekilmiş, bu sırada imparatorun esir alındığı haberi gelmiştir.
Savaşın Kazanılmasında Rol Oynayan Unsurlar: Tarafların taşıdıkları fikirlerin niteliği önemli bir unsurdu. Alp Arslan din ve devleti korumak gibi yüce bir gaye ile savaşırken imparator Selçukluları bu topraklardan atma gayesi taşıyordu. Önemli bir unsur da taktiktir. Savaş Alp Arslan’ın taktiği ile sürmüştür. İmparator Alp Arslan’ın taktiğine uymak zorunda kalmıştır. İmparator savunma taktiği uygulamıştır. Savaşan kuvvetlerin savaşma esnasında madden ve manen uğadıkları kayıp bir diğer unsurdur. Savaş başlayınca Oğuz ve Peçenek Türklerinin Selçukluların tarafına geçmesi savaşın dengesini bozmuş, Bizans’ı zor durumda bırakmıştır. Savaşın galibi Alp Arslan mağlup tarafı küçümsememiş, aksine insani erdemlerin hepsini ona göstermiştir. Karşısına getirilince hemen zincirlerinin çözülmesini emretti ve tahtını getirtti, kendi tahtının yanına kurdurttu ve onunla sohbet etti. Cesaretini övdü, yaptığı hataları söyledi. Onuruna ve hayatına dokunulmayacağını, bir misafir gibi ağırlanacağını söyledi. Affederek ona hürriyetini geri verdi. İmparator affedilmeyi aklından bile geçirmemişti. Bundan sonra galip ve mağlup arasında bir anlaşma yapıldı.Bu anlaşmanın hükümlerini Alp Arslan belirledi. Bu anlaşma maddeleri şöyleydi: İmparator kurtuluşunun karşılığında kurtuluş akçesi verecek-ti. (Bir buçuk milon altın) İmparator Alp Arslan’ı tanıyacak ve her yıl 360 bin dinar vergi verecekti. İmparaator gerektiği zaman yardımcı kuvveet gönderecekti. İmparator almış olduğu esirleri geri verecek, Urfa Antakya’yı Alp Arslan’a bırakacaktı. İmparatorun kızı ile Alp Arslan’ın oğullarından biri evlenecekti. Alp Arslan’ın amacı Anadolu’yu kendisine açacak kilit noktaları ele geçirmekti. Alp Arslan savaştan sonra birkaç tane askeri gelenek uygulamış-tır. Bunlardan biri uğurlamadır. Alp Arslan imparatoru bir törenle uğurlamıştır. Atlarının üze-rinde kucaklaşarak birbirlerine veda etmişlerdir. Alp Arslan uğurlarken imparatora bir bayrak hediye etmiştir. Karşılama da bir diğer gelenektir. Savaştan sonra fetihname ve zafername göndermek te bir gelenektir. Kutlama da bir gelenektir.
Malazgirt Zaferinin Sonuçları: Bu savaş sonucunda daha önce abartılı bir zindelik altında görülen Bizans’ın kofluğu bütünüyle ortaya çıkmıştır. Bizans bir daha altından kalkamayacağı bir darbe yemiştir. Ordu ve teşkilatı dağılmış ve çökmüştür. Doğudaki güvenlik sistemi çök-müştür. Anadolu açık ve savunmasız bir hale gelmiştir. Bizans’ın fetihlerle Selçuklulara karşı yaptığı anlaşma hükümsüz kalmıştır.
İslam Tarihi Açısından Sonuçları: Malazgirt zaferi islam dininde ve dünyasında tarihin akışını aleyhten lehe çeviren önemli bir süreci başlatmıştır. İslam dini Türklerle yeniden bir güç ve enerji kazanmıştır. Türkler zaferden sonra islam dinine yeni ülkeler kazandırmaya başlamış-tır. 9.yy. islam dünyasını korumuşlar, savunmuşlardır. İslam dininin her bölgede kökleşmesi-ne vesile olmuşlardır. Malazgirt zaferi batı dünyasını islam dünyasına karşı harekete geçiren Haçlı seferlerinin gerekçesini ve sebebini oluşturmuştur. Böylece Türklerin Anadolu fetihleri-ne karşı Haçlı seferleri başlamıştır. Haçlılar Orta Doğu’ya yerleşerek iki asır süreyle islam dünyasıyla bir mücadeleye girişmişlerdir.
Türk Tarihi Açısından Sonuçları: Malazgirt zaferi Türk dünyasına yeni bir vatan açmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesini sağlamıştır.Türkler burayı fethetmiş, fetihle birlikte devlet kurma safhası da gerçekleşmiştir. Nüfus hakimiyeti ve kültür hakimiyeti sağlanmıştır. Fetih Alp Arslan’ın emri ile başlamıştır. Bu fetih emrine dahil olanlar Kutalmış oğlu Mansur, Süleyman Şah kardeşler, Artuk Bey, Tutak Bey, Gümüş Tekin, Mengücük Gazi gibi beylerdir.
Selçuklu beyleri süratle Anadolu içerisine ilerlemişler ve kendilerine hakim olacak yerleri ele geçirmişlerdir. Anadolu sürekli el değiştirmiştir. Selçuklu ve Türkmen beyleriyle birlikte Türkmen kitleleri de Anadolu’ya akmaya başlamışlardır. Türkler dinlerinde ve siyasetlerinde hoşgörü ile hareket etmişler, yerli halkın inancına ve kültürüne karışmamışlardır. Bu yüzden de tepkiyle karşılaşmamışlardır.Selçuklu ve Türkmen beyleri 15-20 yıl içerisinde Anadolunun büyük bir kısmını ele geçirmişlerdir ve burada devlet kurmaya başlamışlardır. (Türkiye Selçuklu Devleti, Danişmentliler, Mengücükler, Saltuklular, Artuklular, Yınallılar, Tozan Arslanoğolları ve Çaka Beyliği) Türklerin Anadolu’yu fetihleri geçici bir fetih hareketi değil-dir. Türkler fetihle birlikte göç hareketini yapmışlardır ve arkasından Anadolu merkezli devletler kurmuşlardır. Kısa sürede burayı vatan olarak belirlemişlerdir. Türkler Anadolu’ya gelirken Orta Asya’daki türk kültür ögelerini Anadolu’ya taşımışlardır. Kaşgarlı Mahmud’un divanındaki kültür unsurları Anadolu’ya getirilmiştir. Anadolu’da başlayan islami hayat yeni bir dönem açmıştır. Türkler yerleştikleri şehirlerde dini, ilmi, sağlık ve sosyal hizmet veren eserlerini inşa etmeye başlamışlardır. Yerli halka dokunmamışlardır. Onlarla etnik ve dini sebeplerden kaynaklanan hiçbir problemleri olmamıştır. Sonuçta kültür hakimiyeti sağlanmış-tır. Anadolu’ya gelmeye başlayan türk göçlerinin ardı arkası kesilmemiştir. Çok büyük Türk-men kitleleri gelmiştir. Bunlar uç bölgelere yerleşmişlerdir. En çok gelen Türk topluluğu Oğuzlardır. Yani Anadolu’ nun etnik temeli Oğuzlara dayanır. Yerleştikleri yerlere boy adlarını vermişlerdir.
SONUÇ:Anadolu’da Türk kültürü ve nüfusu tamamen birleşmiş ve Anadolu sonunda bir Türk yurdu haline gelmiştir. Ne Bizans ne Avrupa bu birleşmeyi bozamamıştır.
Melikşah Dönemi:Melikşah veliaht tayin edilerek tahta çıkmıştır. Rakiplerini kuvvet ve müca-dele yoluyla bertaraf etmiştir. Melikşah dönemi 1072’de başlamış 1092’de bitmiştir. Ölümü suikast sonucunda olmuştur. Tahta çıktığında 18 yaşındaydı. Melikşah Alp Arslan’ ın on oğlundan biriydi.
*Melik: Allah’ın en büyük sıfatlarından birisidir. Melik ve Şah adlı iki unvan kullanılıp isim verilmiştir. Alp Arslan Melik Şah’ı seferlere getirmiş, ona yetki ve sorumluluklar vermiştir. 1064’te Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yaptığı sefer ilk seferidir. Alp Arslan devlet adamla-rını toplamış ve oğlu Melikşah’ı veliaht ilan etmiştir ve törenler yapmıştır.Bu törenlerin başın-da sembolik tahta çıkmıştır.Alp Arslan tahttan inmiş tacını oğluna devretmiş ona biat etmiştir.
Alp Arslan’ın ikinci töreni şuydu: Oğlu Melikşah’ı bir ata bindirdi. Atın gaşiyesini omuzuna aldı. Atı bir süre takip etti.Gaşiyeyi omuza almak vassallık sembolüdür.Daha sonra bir ferman yayınlayarak hakim olduğu ülkelerin hutbelerinde oğlu Melikşah’ın da adının zikredilmesini istemiştir. Daha sonra halifeye mektup yazmış ve oğlu Melikşah’ın veliahtlığını onaylamasını istemiştir.Melikşah bu suretle veliaht tayin edilmiş oldu. Alp Arslan Malazgirt savaşına gider-ken oğlu Melikşah’ın veliahtlığını bir kere daha teyid etmiştir. Eşine ve Nizamülmülk’e ayrı ayrı mektuplar yazarak siyasi vasiyetnamesinde de bunu tasdik etmiştir.
TAHTA ÇIKMASI: Alp Arslan Türkistan seferine çıkmıştı. İsyan eden bir komutan huzuruna geldiğinde Sultan Alp Arslan’ı yaraladı. Alp Arslan 3 günün ardından öldü. Yaşadığı üç gün içerisinde oğlunun veliahtlığını daha da kesin hale getirdi. İkinci kez bir vasiyetname bıraktı. Bu vasiyetinde oğlu Ayaz’a Belh bölgesini vermiştir. Melikşah’ın veliahtlığını tasdik etmiştir. Alp Arslan’ın ölümü bir süre gizli tutuldu. Devlet adamları ve komutanlar orada hemen tahta çıkış törenini yapmışlar ve Melikşah tahta çıkmıştır.
Melikşah Abbasi halifesine bir mektup yazıp Alp Arslan’ın öldüğünü ve kendisinin tahtta olduğunu bildirmiştir. Yeni hükümdarın tahta çıkışı yeğen ve amca arasında bir mücadeleye neden olmuştur. Bu mücadele devlet adamları arasında da tartışmalara yol açmış ve en son bu mücadele fiili bir hal almıştır. Yapılan görüşmeler Kaurt’u ikna etmeye yetmemiştir. Türkmenler ve Selçuklu ordusunun büyük bir kısmı Kaurt’u desteklemiştir. Kaurt bu durumda avantajlı idi. Melikşah ise avantajsız ama şanslı idi. Mücadeleyi kim kazansa tahtın sahibi olacaktı. Bu mücadelede Kaurt desteğini yitirince Melikşah bu mücadeleyi kazandı. Hızlı davrandığı için şansı kendisine çevirdi. Melikşah’ın ve Kaurt’un ordusu Rey şehrinde çarpıştı. Melikşah’ın yanında Artuk Bey vardı. Melikşah’ın ordusunda ayrıca pek çok vassal hüküm-darlık askerleri vardı. 1073 yılının ilk baharında karşılaştılar ve kısa sürede savaş sonuçlandı. Melikşah galip geldi. Kaurt kaçtı, Melikşah mücadeleyi kazanmasına rağmen endişeliydi. Çünkü Kaurt kaçmıştı. Kaurt’u gören bir köylü sayesinde yakalandı ve Melikşah amcasını affetmek niyetindeydi fakat Nizamülmülk’ ün tepkisiyle ve iknasıyla hapsedildi. Fakat Melikşah-n Selçuklu ordusu maaşlarına ve iktalarının artırılması isteğiyle harekete geçtiler. Melikşah’ı tehdit etmeye başladılar.Melikşah bu meselenin çözümünü Nizamülmülk’e bıraktı. Nizamülmülk ordudan bir gün istedi.Bu sürede Kaurt’un idam emrini verdi.Ordunun karşısına çıkarak Kaurt’un öldüğünü söyledi ve onların bütün ümidini kırdı. Fakat ordunun isyanını bastıramadı. Melikşah bu olayda da Nizamülmülk’e görev verdi.
Ayaz’ın ölümüyle de Melikşah’a itiraz edecek kimse kalmadı. Kaurt’un mücadelesinde başa-rısız olmasının sebepleri şunlardır: Melikşah’ın veliaht ilan edilmesi. Kaurt avantajları çok olmasına rağmen başarılı olamamıştı. İyi bir lider değildi. Zayıf ve yetersizdi. Buna karşı Melikşah zamanı çok iyi kullanmış ve dezavantajları avantaja çevirmiştir.
*Tarihi Olay: Etkisini geniş bir mekanda ve uzun zaman içerisinde hissettiren olaylardır. Örneğin Malazgirt Savaşı.
*Tarihi Olgu: Tarihi olayların arka arkaya gelerek devam etmesi sonucunda meydana gelen duruma denir. Örneğin Malazgirt Savaşı sonucunda Anadolu’nun Türkleşmesi.
*Artuk Bey: Artuk; fazla anlamındadır.Türklerde geç doğan çocuklara Artuk ismi verilirdi.
*Artova: Aslı artık ovadır. Artuk Bey’in isminden gelmektedir.
*Diyar-ı Bekr: Güneydoğu Anadolu bölgesinin adıdır. Bölge adı olarak kullanılmıştır. 1085 yılında buranın fethi sağlanmış ve burada Türk beylikleri kurulmuştur.
*Diyar-ı Rum: Türklerin Anadolu için kullandıkları kelimedir. “Roma ülkesi” anlamındadır. II.Haçlı seferiyle birlikte Turkhia adıyla anılmıştır. Turkomania “Türkmen ülkesi” anlamında-dır. Kuzeydoğu Anadolu bölgesine bu isim verilmiştir.
*Karahisar: Türkler aldıkları kentlerin birçoğuna bu ismi vermişlerdir. Burada askeri birlikler, garnizonlar vardır. Burayı Türkleştirmişlerdir. Kara kelimesi onlarda güç, kuvvet anlamınday-dı. Yani isim verdikleri yerlere kara kelimesini eklerlerdi. Yerleştikleri yerlere kendi kültürle-rinin adlarını vermişlerdir. Karahisar da bu adlardan birisidir.
*Toponomi: Yer ismi anlamına gelir. Anadolu’da yapılan yerlerde %67 Türkçe, %3 Arapça ve Farsça, %30 ise önceki isimlerin Türkçeleştirilmiş halleri olarak kullanılmıştır. Türkler Anadolu’da Türkçeyi hakim kılmışlardır. Bunu Anadolu beylikleri yapmıştır.
*Şahin Şah: II.Kılıçarslan dönemlerinde ve Moğol istilası sırasında Anadolu’ya büyük göçler olmuştur. Kalabalık Türk nüfusları Anadolu’ya fetihle birlikte hareketlerde bulunmuşlar ve Anadolu’da nüfus hakimiyeti kurmuşlardır.
*Mervezi: Merv şehrinde doğanlara denir. Mervli olduğu için bu isim kullanılırdı.
*Atabek: Sultanların şehzadelerin yetişmesini sağlayan görevlidir. Vezir Nizamülmülk bu unvanı almıştı.
*Çetr: Seyran, serer ve savaş esnasında hükümdarın başı üzerinde ilgili görevli tarafından tutulan saltanat şemsiyesidir. Bu şemsiyeyi tutan görevliye de Çetrdar denir.
*Nevbet: Devlet orkestrasının saltanat sarayının kapısında ve saltanat çadırının önünde belirli zamanlarda konser vermesidir.
*Tuğ:Türk devletlerinde kullanılan hükümdarlık sembollerindendir. Tuğ: seferlerde, akınlarda ve savaşlarda bayrak ve sancakla birlikte taşınırdı.
*Silahdar: Hükümdarın silahhanesini idare eden, buradaki silahların bakım ve onarımını yapan, bu silahları seferlerde ve törenlerde taşıyan görevlilere verilen isimdir.
*Alemdar: Savaşlarda ve seferlerde hükümdarın bayrak ve sancağını taşıyan ve koruyan görevlilere verilen isimdir.
*Tutgak: Düşmanın durumunu önceden öğrenebilmek için tutgak adı verilen keşif kolları çıkarılıyordu.Sefere çıkmadan önce yezek adında öncü birlikler oluşturuluyordu. Ordugahlara da Han Toyu deniliyordu. Ordugah sakçı adı verilen nöbetçiler tarafından sıkı bir şekilde korunuyordu. Gece düşman orduganını basanlara da akıncı adı veriliyordu.
|