Türkiye Selçukluları
                                      TÜRKİYE SELÇUKLULARI TARİHİ    1
 
Giriş
         Bu derste aşağıdaki hükümdarlar ve dönemleri ele alınacaktır. Bunlar;
1-) Kutalmış oğlu Süleyman Şah (1078-1086)
               -Süleyman Şah’dan sonra 1086 yılından 1092 yılına kadar geçen dönem hükümdarsız geçmiş, devletin başına hükümdar yerine vekil tayin edilmiştir.
         2-) Süleyman Şah oğlu I. Kılıç Arslan (1092-1107)
               -I. Kılıç Arslan’dan sonra 1107 yılından 1110 yılına kadar olan zaman diliminde devlette iktidar boşluğu yaşanmıştır.
         3-) Şahin Şah (Melikşah) (1110-1116)
         4-) Sultan I. Mesud (1116-1155)
         5-) II. Kılıç Arslan (1155-1192)
         Bu hükümdarlardan ilk üçüne kesin bir ün verilememektedir. Eğer tabi ise “Emir” veya “Melik” denilmektedir. “Sultan” unvanını ise ilk kullanan hükümdar I. Mesud’dur.                                 Dolayısıyla I. Mesud’dan önceki hükümdarların unvanları şüphelidir.
         Türkiye Selçuklu Devleti’nin Süleyman Şah dönemi, kuruluş; I. Kılıç Arslan dönemi özellikle Haçlılar’a karşı, vatan savunmasının yapıldığı dönemdir. Yine Sultan I. Mesud döneminde de vatan savunması, Bizans ve Haçlılar’a karşı devam ettirilmiştir. Bu dönemin asıl özelliği ise devletin her bakımdan gelişmesi için temellerinin atılmasıdır. Bu durumun etkisi II. Kılıç Arslan zamanını olumlu yönde etkilemiş ve yine bu dönemde de başarılı olunmasını sağlamıştır.                                        Miryakefalon zaferi ile Anadolu’da Selçuklular’ın varlığı kabul edilmiştir. Çünkü Bizans İmp. luğu Malazgirt mağlubiyetini; Anadolu’nun geçici bir işgal ve istilası olarak değerlendiriyordu.                        Yani Bizans’a göre Anadolu işgal ve istila edilmişti. Dolayısıyla Bizans, Anadolu’yu geri alma ümidini taşıyordu. Avrupalılar, II. Haçlı Seferi’nde Anadolu’nun Türkler’le dolu olduğunu görünce daha o zamandan itibaren Anadolu’ya “Türkiye” demişler, Bizans ise bu durumu ancak                      Miryakefalon Savaşı’ndan sonra kabul etmiş ve Anadolu’yu geri almak için ümidini yitirmiştir. Böylelikle Bizans, Batılılar gibi Anadolu’nun Türkiye olduğunu kabul etmiştir.
Kutalmışoğulları’nın
Anadolu’ya Gelmeleri ve Devleti Kurmaları
         Kutalmışoğulları, Anadolu’ya nasıl gelmişler ve devleti nasıl kurmuşlardır?
         Kutalmış, Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’nun oğludur. Babası Sultan Mahmud tarafından tutuklatılmış ve Hindistan’da bulunan Kalencer kalesine hapsedilmiştir. Arslan Yabgu hapsedildiği kalede yedi yıl kadar yaşamış ve daha sonra vefat etmiştir. Bu zaman dilimi esnasında Kutalmış babasını kurtarmak için teşebbüslerde bulunmuş; fakat başarılı olamamıştır.                                   Kutalmış, Selçuklu hakimiyetinin genişletilmesinde ve yayılmasında etkili olmuş; fakat idaresine bir bölge verilmeyince Tuğrul Bey’e karşı isyan etmiştir. Tuğrul Bey, Kutalmış isyanını bastıramamış, Kutalmış ise buna karşılık iktidarı ele geçirmek için Tuğrul Bey’e karşı harekete geçmiştir.              Kutalmış’ı, Horasan Meliki Alp Arslan 1063 yılında mağlup etmiş ve onun dört oğlunu                          (Mansur-Süleyman Şah-Alp İlek-Devlet) tutuklatmıştır.
Alp İlek”: “Alp”; “kahraman” demektir. “İlek” ise “devlet sahibi” anlamına gelmekte olup yanlış okunmuş ve yerleşmiştir. İlek, İslam dünyasında “Sahibü’l Devlet”in karşılığıdır.
         Kutalmış’ın dört oğlu 1063 yılından 1072 yılına kadar hapiste kalmışlardır. İşte bu zaman zarfında 1072 yılında adları ilk defa zikredilmiştir. Alp Arslan, Malazgirt Savaşı’ndan sonra             VII. Mikhael’in antlaşmaya sadık kalmamasından dolayı Selçuklu ve Türkmen Beyleri’ne Anadolu’nun fethini emretmiştir. İşte Kutalmışoğulları da bu dönemde Anadolu’da faaliyette bulunmaya başlamışlardır.
         Peki Kutalmışoğulları, Anadolu’ya nasıl gelmişlerdir? Çünkü onlar tutuklu idiler. İşte bu konuda kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler değerlendirilmek suretiyle Kutalmışoğulları’nın Anadolu’ya nasıl geldikleri hakkında üç önemli görüş ileri sürülmüştür. Bunlar:
         1-) Kutalmışoğulları, Anadolu’ya kaçarak gelmişlerdir: Kutalmışoğulları Anadolu’ya kaçarak gelmiş olabilirler mi? Bu olasılık yüksektir. Çünkü Alp Arslan’ın ölümünden sonra oğlu Melikşah ile Kara Arslan Kavurd arasında iktidar mücadelesi başlamıştır. İşte Kutalmışoğulları bu karışıklık ortamından yararlanarak Anadolu’ya kaçmış olabilirler. Fakat bu kaçma/gelme olayı                      Selçuklu hükümdarının arzusu dışında bir fiil olur. Melikşah’ın ise iktidarını kurduktan sonra bu fiili gerçekleştirenleri cezalandırması gerekiyordu; ama Melikşah, Kutalmışoğulları’nın bu fiilini cezalandırmamıştır.
         Esasen bu Kutalmışoğulları’nın Anadolu’ya gelmeleri hakkındaki üç şıktan kaçarak gelmeleri akla daha yatkın gibi gelmektedir. Fakat bu durum gerçekleşseydi, Melikşah tarafından mutlaka cezalandırılırlardı.
         2-) Kutalmışoğulları, Anadolu’ya gönderilerek gelmiştir:Türk devletlerinde her hanedanın üyesine bir yer verilirdi. Melikşah’ın da bu geleneğe uymuş olması mümkündür.                                    Yani Melikşah, Kutalmışoğulları’nın idaresine Anadolu’yu vermiş olabilir. Bu hususta kaynaklarda oldukça farklı bilgiler bulunmaktadır. İşte bu bilgiler değerlendirilmek suretiyle ortaya şu sonuç çıkmaktadır: “Kutalmışoğulları; Vezir Nizamülmülk’ün aracılığı, Abbasi Halifesi’nin isteği ve ısrarı üzerine Anadolu’ya gönderildi veya Anadolu, Kutalmışoğulları’na verildi.”                                          Peki Halife, bu konuda neden istek ve ısrarda bulunuyor? Bu davranışın dayandığı bir mantık yoktur. Hatta, Halifeler’in 1058 yılından itibaren saltanat üzerinde herhangi bir etki ve yetkileri yoktu. Saltanat ve idare bütün etki ve yetkileriyle Tuğrul Bey’e devredilmişti. Ayrıca Halifeler, ıktalarını da Selçuklu hükümdarlarından alıyorlardı. Üstelik Halife’nin, Anadolu’yu Kutalmışoğulları’na istemesi gibi başka bir örnek de bulunmuyordu. Yani Halife’nin isteği ve ısrarı etkili olmamıştır.                     Melikşah’ın durumuna gelince; Zaten o, Kara Arslan Kavurd ile otorite mücadelesine girmiş idi. Bunun için Melikşah, Kutalmışoğulları’na yeni yerler vererek sıkıntı yaratmak istemezdi.                 Dolayısıyla Melikşah’ın içinde bulunduğu şartlar müsait değildi. Öyleyse bu da doğru değildir.          
         3-) Kutalmışoğulları, Alp Arslan tarafından Anadolu’nun fetih emrinin verilmesi ile görevlendirilerek gelmişlerdir: Alp Arslan, Bizans imp.u ile yaptığı antlaşmayı yeni Bizans imp.u kabul etmediği ve antlaşmaya uymadığı için Selçuklu ve Türkmen Beyleri’ne Anadolu’nun fethi emrini vermiştir. Bu emre Kutalmışoğulları da dahil edilmiştir. Dolayısıyla, Kutalmışoğulları’nın iyi halleri görülmüş, tehlike olmaktan çıkmış ve böylelikle onlar Anadolu’nun fethine dahil edilmişlerdir.
Öte yandan Kutalmışoğulları bu emre neden dahil edildi sorusu sorulacak olursa:
         a-) Kutalmışoğulları, iktidar mücadelesine katılmamışlardır.
         b-) Kutalmışoğulları’nın tutukluluk süreleri boyunca olumsuz halleri yoktur.
         c-) Uzun süre tutuklu kalmaları Türk insanının anlayışına ters bir durumdur.
         d-) Kutalmışoğulları’nın tutukluluk süresi devam ettiği taktirde başka kitlelerin tepkisini çekebilir ki, bu durum devlet için tehlikeli olabilirdi. Öte yandan görevlendirme Türk fetih felsefesine uygundur. Eğer önemli bir yer fethedilecekse ya hükümdar kendi fethederdi ya da fetih emrini beylere ve komutanlara verirdi. Alp Arslan’ın Anadolu’nun fethine dahil ettiği hanedan üyelerinin yanı sıra Anadolu’nun fethi ile görevlendirilen beyler ve komutanlar şunlardır: Artuk Bey, Tutak Bey,                    Emir Bulacı, Karacı Bey, Mengücek Gazi, Ahmed Gazi ve daha birçok Selçuklu ve Türkmen Beyi..      
       Dolayısıyla Kutalmışoğulları’nın, Alp Arslan’ın fetih emri ile Anadolu’ya gelmiş olduklarının doğru olduğu kanaatindeyiz.
Kutalmışoğulları’nın
Kuzey Suriye’deki Faaliyetleri
        Kutalmışoğulları, 1072 yılında Anadolu’ya geldiler. Onların arkalarında Yabgulu Türkmenler bulunuyordu.
“Yabgulu Türkmenleri”: Arslan Yabgu’ya bağlı olan Türkmenler’dir. Arslan Yabgu’nun adına atfen, Kutalmışoğulları’nın arkasındaki Türkmenler, bu isimle anılmışlardır. 
         Kutalmışoğulları, Anadolu’ya gelerek Urfa ve Diyarbakır arasındaki bölgeye yerleşmişlerdir. Bu bölgede bulunan Birecik’i kendilerine üs edinmişlerdir.
“Birecik”: Eski adı Bire’dir. Yabancı bir kelimeye Türkçe bir ek getirilerek o kelime Türkçe olur.
         Bu sırada Kutalmışoğulları arasında uyum ve dayanışma çok iyiydi. Çünkü hiçbiri lider konumunda değildir. Bu sebeple devlet kuruluncaya kadarki olan döneme “ortak liderlik dönemi” denir.
         1071 yılında Kuzey Suriye’ye başka bir Türkmen kütlesi gelmiştir. Bu kitlenin başında “Atsız” adında bir Türkmen Beyi bulunmaktaydı. Onun gayesi Filistin ve Mısır’ı almak idi.                                  Bu sebeple onun Şökli ile arası bozuldu. Şökli de Kutalmışoğulları’nı yardıma çağırdı. Kutalmışoğulları’ndan Devlet ile Alp-İlek yardıma gitti. Yapılan mücadeleyi Şökli kaybetti ve ayrıca Devlet ve Alp-İlek esir düştüler.
         Kutalmışoğulları’ndan geride Mansur ve Süleyman-şah kaldı. Bu iki kardeş, esir düşen kardeşlerini kurtarmak için harekete geçtiler. Halep’i kuşattılar. Halep, Mirdasoğulları’nın elinde idi. Mirdasoğulları, bu kuşatmayı para vererek kaldırmak istediler. Mansur ve Süleyman-şah da kardeşlerinin serbest bırakılmasını istediler. Atsız ise, Melikşah’dan haber beklediğini söyledi. Melikşah ise bu hususta hiçbir zaman bir şey söylemedi. Mansur ve Süleyman-şah ise ısrar etmediler.                Anlaşılıyor ki Kutalmışoğulları bu ilk teşebbüsleri ile Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de tutunamayacaklarını ve devletlerini burada kuramayacaklarını anladılar. Çünkü bu ilk teşebbüslerinde ısrar ederlerse vasallar veya Büyük Selçuklu Devleti ile çatışıp mağlup olabilirlerdi.
İç Anadolu ve Marmara Bölgesinin Fethi (1074-1075)
         Durumu kavrayan Kutalmışoğulları Anadolu’ya giderek Antalya’yı kuşattılar.                         Torosları aşan Kutalmışoğulları Konya’ya gelmiş ve İç Anadolu’da hakim olarak (1074)                     Marmara Bölgesi’ne ulaşmışlardır. Kutalmışoğulları böylece Melikşah’tan ve vasallarından oldukça uzaklaşmışlardır. Kutalmışoğulları, Bizans sınırlarına geldiklerinde, Bizans’ın ordusu ve teşkilatı çöküp dağılmış olduğundan imparatorluğun direnişi oldukça zayıftı. Marmara Bölgesi’ne kadar ulaşan Kutalmışoğulları 1075 yılında müstahkem bir kale olan İznik’i ele geçirdiler.                              Artık İznik Kutalmışoğulları için bir üs oldu ve burada devletin temelleri atıldı. Böylelikle Anadolu’da ilk yerleşme başlamış oldu. Kutalmışoğulları’nın arkasından birbirini takip eden Türkmen dalgaları akın akın Anadolu’ya geldiler. Demek ki 1075 yılı ile Anadolu’nun etnik yapısı değişmeye başlamıştır.
Süleyman-şah ve Mansur Kardeşlerin
Bizans Siyasetine Yön Vermeleri
         Artık Kutalmışoğulları sadece Anadolu’da değil Bizans’daki gelişmelere de yön vermeye başladılar. Çünkü Malazgirt Savaşı’ndan sonra Bizans İmp. luğunda istikrar iyice bozuldu;                 isyanlar ve darbeler birbirini takip etti. İşte Bizans İmp. luğundaki bu iktidar mücadelelerinde,              tahtı ele geçirmek isteyen Bizans İmp. luğu Rumeli orduları komutanı N. Bryennios ve                   Anadolu orduları komutanı N. Botaniates harekete geçtiler. Botaniates’in gücü Bryennios’a yetmedi. Üstünlük sağlayamayan Botaniates, Kutalmışoğulları’na başvurdu.                                            Botaniates’e, Kutalmışoğulları’ndan yardım sağlayacak kişi ise “Erbasgan” idi.                             Erbasgan, tarafları anlaştırdı. Bunun üzerine Mansur ve Süleyman Şah Botaniates’e destek verdiler. İttifak kuvvetleri Üsküdar’a kadar gelip karargah kurdu. Boğazlar kontrol altına alınarak İstanbul yakasına geçildi ve Botaniates, Kutalmışoğulları’nın yardımı ile rakibini etkisiz hale getirmek suretiyle tahtı ele geçirdi. Neticede Botaniates ile Selçuklu beyleri (Kutalmışoğulları) arasında bir ittifak antlaşması yapılmış ve taraflar birbirlerinin siyasi varlıklarını kabul etmişlerdir.                   Botaniates, Kutalmışoğulları’nın bu yardımlarına karşılık Boğazlar’dan itibaren Anadolu’yu onlara terk etmiş ve onlardan adeta himaye görmüştür. Botaniates, Kutalmışoğulları’nın Anadolu’daki faaliyetlerine karışmamıştır.
Süleyman-şah (1078-1086)
         1078 yılında Mansur, Bizans İmp. luğuna yardım etmek için İstanbul’a gitmişti.                       Bu zamana kadar Süleyman-şah ve Mansur arasındaki uyum ve dayanışma yerini başkanlık mücadelesine bıraktı. Diğer taraftan Mansur, Melikşah’a da tavır alıyordu. Bunun üzerine Melikşah, Mansur’un üzerine Selçuklu ve Türkmen beylerinden Porsuk’u gönderdi. Neticede Mansur ile Porsuk’un orduları karşı karşıya geldi; fakat savaş ordu liderlerinin teke tek (mübareze) savaşmaları ile başladı. Mansur bu mücadeleyi kaybetti. İşte böylece yeni kurulan idare Süleyman Şah’a kaldı.    
         Süleyman-şah, İznik’te, İstanbul’daki Bizans idaresine benzer bir teşkilat oluşturdu.                 Böylece yeni bir devlet ortaya çıkmıştı. Bu devletin merkezi, başkanı ve Türkmen atlılarından oluşan ordusu vardı. Üstelik Süleyman-şah, Boğazlar’dan Toroslar’a kadar olan topraklara hükmediyordu. 
         Peki bu durumda yerli halkın tavrı ne idi? Bu durumda yerli halkın tavrı olumlu idi.                   Sebebi ise; halk, Bizans’ın ağır vergileri altında uzun yıllar ezilmiş ve Bizans’ın Ortodokslaştırma baskısına maruz kalmıştı. Halk yeni gelen idare sayesinde hürriyete, toprağa ve himayeye kavuşuyordu.
 
 
 
Türkiye Selçuklu Devleti’nin
Hukuken Tanınması
         Bizans İmp. luğunda Botaniates’in idaresi uzun sürmedi. 1080 yılında Ayosos, Botaniates’i devirerek iktidara geldi.
         Kommenos ailesi, Selçuklu Devleti’nin kuruluş döneminde ortaya çıkan güçlü bir hanedandır. Bu hanedan büyük imp. lar çıkarmıştır. Böylece Aleksios (Ayosos) ile Bizans İmp. luğunda istikrar başladı; fakat Selçuklu idaresinin onlara karşı tutumu değişmedi. Selçuklu beyleri yine Üsküdar’a kadar gittiler. Halkta; İstanbul’un Türkler tarafından işgal edileceği endişesi ve korkusu vardı.              Buna karşılık Aleksios, yeni bir ordu oluşturarak Türkler’i sahillerden atmayı başardı; fakat bu sırada İtalya’dan başlayan ve Bizans’ı hedef alan Norman istilası sebebiyle Süleyman-şah’a yüklü miktarda haraç ödemek suretiyle kuşatmayı barış yolu ile son verme yoluna gitti (Bizans uzun tarihi boyunca boyun eğdiği devletlere ödediği haraca; hediye demiştir).
         1081 yılında iki idare arasında antlaşma yapılarak Dragos Çağı (bugünkü adıyla:                         Kırk Geçit Çayı) sınır kabul edildi. Bu antlaşma Türkiye Selçuklu Devleti’nin uluslar arası alanda yapmış olduğu ilk antlaşmadır (İki kuvvetin birbirini tanıması için ya aralarında elçi gidip gelecek           ya da aralarında antlaşma olması gerekmektedir. Bu antlaşmalar ise; ittifak, barış ve ateşkes antlaşmalarıdır. Demek ki burada barış antlaşması yapılmıştır. Nitekim ittifak antlaşması ise daha önce yapılmış idi). İşte böylelikle Bizans İmp. luğu Türkiye Selçuklu Devleti’nin varlığını kabul etmiştir.
         Türkiye Selçuklu Devleti nasıl kuruldu?
         - Kutalmışoğulları’nın Anadolu’ya gelmeleri ve ilk faaliyetlerine başlamaları,
         - Kutalmışoğulları’nın ilk faaliyetlerinde Güney Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgelerinde kendi hakimiyetlerini tesis edemeyeceklerini anlamaları, İznik’i ele geçirmeleri ve devletin temelini atmaları.
        -Böylelikle Kutalmışoğulları’nın ilk faaliyetleri ile birlikte Türkler’in de Anadolu’ya ilk yerleşmeleri başlamıştır. Anadolu’ya gelen Türkler’le birlikte Anadolu’nun etnik yapısı değişmeye başlamıştır.
         - Bu zamana kadar olan dönem ortak liderlik dönemidir; yani hükümdar belli değildi. Mansur’un Porsuk tarafından ortadan kaldırılması ile birlikte bu siyasi teşekkülün başkanı belli olmuştur. Bu başkan İznik’te teşkilatını oluşturmuştur.
         - Yeni idareye karşı halkın tutumu,
         - Dragos antlaşması ile Türkiye Selçukluları Devleti tanınmıştır. Esasen siyasi varlıkları daha önce kabul edilmişti. Bu antlaşma ile devletin siyasi varlığı hukuken tanınmıştır.
Süleyman-şah’ın Faaliyetleri
         Dragos Çayı antlaşmasından sonra arkasını güven altına alan Süleyman-şah, yönünü ve yüzünü doğuya çevirmiştir. Bunun sebebi ise; Malazgirt Savaşı’ndan sonra Bizans ordu komutanlarından olan Florates, bu savaştan kaçmayı başarmış, daha sonra Harput’tan Çukurova’ya kadar olan önemli şehirleri ele geçirerek yeni bir idare kurmuştur. Bu yeni idare ise Türkiye Selçukluları ile                        Büyük Selçuklu Devleti’nin arasını kapatmıştır.
         Süleyman-şah, 1082 yılında Torosları aşıp Tarsus’u ele geçirmiş ve buradan Fatımiler’in Trablus-Şam hakimine haber göndererek Anadolu’da dini ve hukuki faaliyetleri yürütecek eleman olmadığından dolayı; imam ve fakihler istemiştir.
         Süleyman-şah, 1083’te Adana, Misis ve Anazarva’nın içinde bulunduğu Çukurova’yı ele geçirerek devletin sınırlarını Kuzey Suriye’ye ulaştırmıştır. Florates ise hiçbir şey yapmadığı gibi bu duruma tepki de vermemiştir.
         1085 yılında Süleyman-şah önemli bir fırsatı da değerlendirmiştir.                                              Florates bazen Bizans İmp.luğuna bazen de Büyük Selçuklu Devleti’ni metbu tanıyor;                           fakat her ikisine de ihanet ediyordu. Sünnet olup Müslüman olan Florates, Ortodoks olup Bizans’tan da yardım almaktan çekinmiyordu. Onun idaresi son derece sert olup oğluna bile fırsat vermemiş ve oğlunu Antakya’da hapse koydurmuştur. Oğul Barsam, şehrin hakimi ile iş birliği yaparak                Süleyman-şah’dan yardım istemiştir. Süleyman-şah ise bu tarihi fırsatı kaçırmak istememiş ve yerine vekil olarak hanedandan Ebu’l-Kasım’ı bırakarak 1085 yılında sefere çıkmıştır.                                     Ebu’l-Kasım’ın asıl adı bilinmemekle beraber, Süleyman-şah ile akrabalığı olsa da bunun da derecesi bilinmemektedir.
         Süleyman-şah, 3000 kişilik süvarisi ile birlikte harekete geçmiş ve 12 gün içinde Antakya önlerine gelebilmiştir. O, Antakya’nın güç ile değil baskın ile alınacağı kanaatindeydi.                          Bunun için hareketini çok gizleyen Süleyman Şah ordusunu gece yürütmüş, yerleşim yerlerinden geçilmemesine dikkat etmiş ve atları ters nallattırmıştır. Böylece yapacağı baskının rakip tarafından öğrenilmemesine dikkat edilmiş ve başarılı da olunmuştur.
         Neticede içeriden alınan yardım ile surlara çıkılmış ve şehre girilmiştir. Şehir halkı sokaklara dökülmüştür. Böyle bir durumda Süleyman-şah, “halkın canına ve malına dokunulmayacak” şeklinde emir vermiş ve bu emrini uygulatmıştır. Bu etkili emir, şehir halkını sakinleştirmiş ve halk evlerine çekilmiştir. Halkın desteğinden mahrum kalan muhafızlar ise kısa sürede etkisiz hale getirilmiştir. Daha sonra iç kale de ele geçirilmiştir. Bu fetih sonucunda “doğunun kültür merkezi” ilk defa Selçuklular’ın eline geçmiştir. Süleyman-şah, burada derhal imar faaliyetlerine başlamıştır.                     Büyük bir kilise camiye çevrilmiş, 110 müezzinin okuduğu ezan ile ilk Cuma namazı kılınmıştır. Şehrin sahibi Florates ise, fetih esnasında Urfa’da idi ve haberi olmadığından herhangi bir tepki gösteremedi.
         Florates’ten gelmeyen tepki, Halep-Musul emiri Müslim’den geldi. Çünkü o, daha önce Florates’ten vergi alıyordu. Müslim, Süleyman-şah’a mektup yazarak haber göndermiş;                  “onu Melikşah’a itaatsizlikle suçlamış ve şehirden topladığı vergiyi kendisine göndermesini” istemişti. Süleyman-şah da ona mektup yazarak haber göndermiş ve bu isteği reddederek;                         “Antakya’yı Melikşah adına ve onun için fethettiğini, onun adına hutbe okutup para bastıracağını” ifade etmiştir. Böylece şiddetlenen tartışma neticesinde tarafların birbirlerinin bölgelerine tecavüzi hareketleri başlamış ve sonunda Afrin Çayı denilen yerde Suriyeli Çubuk Bey, komuta ettiği Türkmen kuvvetleri ile birlikte Süleyman-şah’ın tarafına geçmiştir. Süleyman-şah ise bu önemli katılım ile oldukça güçlenmiş ve Müslim’in ordusunu kısa sürede dağıtmış; Halep’i ele geçirmek için harekete geçmiştir.
         Kutalmışoğulları’nın Anadolu’daki politikası, Süleyman Şah’ın Antakya’yı fethetmesinden sonra değişmiştir. Daha önce Selçuklu Devleti’nin vasalları ile karşı karşıya gelmekten çekinen Kutalmışoğulları, Süleyman-şah döneminde Antakya’nın fethedilmesinden itibaren                            Büyük Selçuklu Devleti’nin vasalları ile çarpışmaktan çekinmemişlerdir.
         Süleyman-şah’ın Halep kuşatmasında Şam meliki Tutuş, Eksükoğlu Atsız’ı yanına alarak savunma yapmaya başlamıştır. Neticede Ayn-ı Saylam’da hanedanın iki kolu 1 Ağustos’ta                  karşı karşıya gelmiştir. Daha önce Müslim ile yapılan savaşta Süleyman-şah’ın safına geçmiş olan Çubuk Bey ve komutasındaki Türkmenler yine saf değiştirmişlerdir. Bu sebeple Süleyman-şah durumu lehine çevirememiştir. Kendisi savaş meydanının dışına çıkarak kalkanının üzerine çöküp kalmıştır. Neticede Süleyman-şah’ın bir seçim ve tercih yapması gerekmiştir. O, ya tutsak olacak ve tutsaklık şartlarına boyun eğerek özgürlüğünü kaybedecek ya da sonuna kadar savaşıp mücadelesini sürdürecektir. Süleyman-şah etrafı rakip askerlerle çevrilmiş olduğu halde iken bıçağını çekip kendini öldürmüştür.Tutuş; onun oğullarını, eşini ve vezirini tutsak etmiştir.
         Öyleyse; Süleyman-şah’ın 1085 yılına kadarki faaliyetleri doğru, daha sonraki faaliyetleri yanlıştır. Onun bu hatasını oğlu Kılıç Arslan da tekrarlayacak ve aynı akıbet onun başına da gelecektir.
Sultan Melikşah’ın Anadolu’yu
Merkezi İdareye Bağlama Teşebbüsü (1086-1092)
         Bundan sonra Sultan Melikşah olaya müdahale etmiş; ordusu ile Musul’a gelmiştir.                Melikşah burada idareyi Sökülmüş’e verdi; daha sonra Güneydoğu Anadolu üzerinden Halep’e indi. Urfa’nın fethi için komutanlarından Bozan’a emir verdi. Melikşah, Halep’i teslim alınca Tutuş Şam’a çekildi. Antakya’nın ise idaresi Ak-sungur’a, mali idaresi ise Hasan b. Tahir’e verildi.
         Melikşah bu faaliyetlerinin ardından Samandıra’ya yani Akdeniz’e ulaştı. Atını denize sürüp kılıcını çekerek üç defa denize çaldı. Aynısını Fatih Sultan Mehmed de yapmıştır. Melikşah denizden kum alarak babasının mezarına götürmüş ve burada iki rekat namaz kılmıştır.
         İşte Melikşah hanedan üyelerinin Kuzey Suriye’de çarpışmalarından dolayı bölgeye gelmiş ve buraları merkeze bağlamıştır. Tutsak alınan Kılıç Arslan ve Kulan Arslan ise devletin merkezi İsfahan’a gönderilmiştir. Melikşah, komutanlarından Porsuk ve Bozan’ı Anadolu’ya göndermiş, Bizans ile antlaşma yapmaya çalışarak, Anadolu’yu merkeze bağlamak için gayret etmiştir. Melikşah’ın Anadolu için politikası; esasen Anadolu’yu Kutalmışoğulları’na vermesi gerekiyordu; fakat Süleyman-şah itaatsizlik ettiği için oğullarını tutuklatmıştır. Bir de Melikşah Kuzey Suriye’de genişleme ve yayılma politikası güttüğünden, Anadolu’yu Kutalmışoğulları’na vermemiştir. Böylece matbu-tabi statüsü de bozulmuştur.
         Melikşah, Anadolu’yu uzaktan kontrol etmek istemiştir. Bunu;
         - Anadolu’yu Kutalmışoğulları’na vermemesi,
         - Bizans imparatoruna elçi göndermiş ve teklifte bulunmuştur. Buna göre; Süleyman-şah’ın İznik’te vali olarak bıraktığı Ebul Kasım, Anadolu’dan atılacak, sahiller Melikşah’a bırakılacak ve akrabalık kurularak ittifaklık oluşturmak istemiştir. Fakat Bizans imparatoru bu durumu istismar etmiş ve elçiyi kendi tarafına çekmiştir. Bunun üzerine Melikşah, Anadolu’ya arka arkaya komutanlar göndermiştir. Demek ki Melikşah Anadolu’yu güç kullanmak suretiyle kontrol etmek istemiştir. Porsuk ilk önce İç Anadolu’yu kontrol etmiş daha sonra İznik’e yöneldiyse de Ebul Kasım direnmiştir. Arkasında komutanlardan Bozan, İznik üzerine gelmiş; fakat o da başarılı olamamıştır. Buna göre Melikşah İç Anadolu’yu merkeze bağladıysa da İznik’i alamamıştır.
         Ebu’l-Kasım’dan sonra idareyi ele alan Ebu’l-Gazi de İznik’i hem Melikşah’a hem de Bizans’a karşı başarıyla savunmuştur.  
         Bu esnada Ebu’l-Gazi ve Ebu’l-Kasım ise, Süleyman-şah’ın ardından onun mirasını başarı ile korumuşlardır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin
Vasallığı Meselesi
         Esasen bir devlet tabi olarak da kurulabilmektedir. Peki Türkiye Selçuklu Devleti’nde tabiliği gösteren davranışlar var mıydı? Mesela; para kesin bir statüyü belirler. Çünkü para üzerinde sadece parayı bastıran hükümdarın ismi/unvanı ve “Sultan” unvanı varsa devlet tam bağımsızdır.                     Eğer para üzerinde metbu hükümdarın adı da zikredilmişse kurulmuş olan devlet vasal devlettir. Fakat Süleyman-şah dönemindeki paralar günümüze gelmediği için bu konuda kesin bir yargıya varılamamaktadır. Bunun politik bir manası olabilir. Esasen bu sözler bağımsız bir hükümdarın davranışı değildir ama fiili bir hareket de yoktur. Bu durumda karşımıza üç seçenek çıkmaktadır:
         I-) Süleyman-şah açısından; yani, Süleyman-şah kendisini bağımsız biri mi yoksa tabi biri gibi mi hissedip davranmıştır?
         Süleyman-şah 1072’den itibaren 1085 yılında Antakya’nın fethine kadar Melikşah’a bağlılık göstermiştir. Bunun delili olarak bağlılık; vasallık şartlarından biridir. Vasallığı gösteren şartlar ise;
         - Süleyman-şah ve kardeşi Halep’i kuşattıklarında Halep emiri ona “Ben, Sultan Melikşah’ın naibiyim. Sen de ona itaat ediyorsun.” demiştir. Dolayısıyla Süleyman-şah ve kardeşinin Halep’e yapacakları müdahale doğrudan Melikşah’a olurdu. Süleyman-şah da bunu iyi bildiğinden kuşatmayı kaldırmıştır.
         -Şökli-Atsız mücadelesinde; Şökli’ye yardıma giden Alp-İlek ve Devlet tutsak düşmüştür. Süleyman-şah ve kardeşi, Atsız’ın üzerine giderek kardeşlerini serbest bırakmasını istemişler;               buna karşılık Atsız da “bu durumu Melikşah’a haber verdiğini ve ondan haber beklediğini” söylemiştir. Neticede kardeşler, bu isteklerinde ısrar etmeyerek Melikşah’ın kararını beklemeye başlamışlardır. Melikşah ise bu konuda hiçbir zaman bir şey söylememiştir.
         - Süleyman-şah, Anadolu’ya gelince de Melikşah’a bağlılığını devam ettirmiştir.                       Onun, kardeşi ile arasında başkanlık mücadelesi söz konusu olunca metbu hükümdarı Melikşah’tan yardım istemiştir.
         -1085 yılında Antakya’nın fethinden sonra Süleyman-şah ile Müslim arasında bir tartışma olmuştur. Süleyman-şah ise “Antakya’yı Melikşah için fethettim” diyerek ona olan bağlılığını ve itaatini ifade etmiştir. Fakat Süleyman-şah kendisini nasıl hissetmiştir? O, hukuken bağlılığını reddetmemiş; fakat fiilen de bir bağlılık göstermemiştir. “Melikşah adına hutbe okutup, para bastıracağım” demişse de, bunu fiilen gerçekleştirmemiştir. Öyleyse bu siyasi bir manevradır. Süleyman-şah esasında kendisini bağımsız hissetmiş; fakat bunu göstermemiştir. Aynı şekilde onun arkasındaki kütle de kendisini bağımsız olarak görmüştür.
         II-) Duruma Melikşah açısından bakılacak olursa yani, o; Süleyman-şah’ı bağımsız mı yoksa tabi mi olarak görmüştür?
         Melikşah metbu, Süleyman-şah ise tabidir:
         -Melikşah; Süleyman-şah ile Mansur arasındaki mücadelede Süleyman-şah’ın kendisinden yardım istemesiyle Porsuk’u yardıma göndermiş ve Mansur’u bertaraf etmiştir.
         -Süleyman-şah, Tutuş ile çatışıp mücadeleyi kaybedince Melikşah bölgeye gelmiş ve bölgeyi komutanları arasında dağıtmıştır. Dolayısıyla bu bölgeleri Kutalmışoğulları’na vermeyerek, Anadolu’yu doğrudan merkeze bağlamıştır. Bu da metbu bir hükümdarın davranışıdır.
         Melikşah’ın Kutalmışoğulları’na özel bir düşmanlığı yoktu; fakat Antakya’nın fethinden sonra vasallarıyla çatışmıştır. Bağlılıkları devam ettiği sürece onlara dokunmamış ama itaatsizlik ettikleri zaman müdahale etmiştir. 
         III-) Bir de devrin kaynakları bu durumda nasıl bilgiler vermiştir?   
         -Devrin kaynaklarından bazıları durumu yanlış değerlendirmiştir. Bunlar ise Bizans ve Süryani kaynaklarıdır. Bu kaynaklar Süleyman-şah’ı tam bağımsız bir hükümdar olarak kabul etmişlerdir. Süryani kaynaklarda “Halife, Süleyman-şah’a, bazı hakimiyet sembolleri ile Sultan unvanını verdi” şeklinde ifadeler geçmektedir. Esasen hakimiyet sembolü verilebilir; fakat Halife “Sultan” unvanını veremez. Halife bu unvanı vermiş olsa bile bunun siyasi otorite, yani Melikşah tarafından onaylanması gerekmektedir. Melikşah ise vasal unvanlar olduğu için ancak “emir” veya “melik” unvanlarını onaylar. Öyleyse bu kaynaklar yanılmıştır. 
         -Bizans kaynakları da Süleyman-şah’ı “Sultan” olarak zikreder. Fakat Bizans İmparatorluğu ve kaynakları başlangıçta Türkiye Selçuklu Devleti ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki statüyü bilmiyorlardı. Arap kaynakları ise durumu iyi bilmekteydi. Bu kaynaklar Süleyman-şah’ı, “Melik” olarak zikretmişlerdir.
         Buna göre Bizans ve Süryani kaynakları yanılmışlar, Arap kaynakları ise yanılmamışlardır.
         Bütün bu seçenekler değerlendirildiğinde; Süleyman-şah’ın vasal bir hükümdar olduğu ortaya çıkmaktadır. Vasallık şartı da asgaridir, yani itaattir. O, vasallık şartlarının en azını yerine getirmiş ama yine de itaat etmiştir. Dolayısıyla Süleyman-şah, asgari vasallık statüsüne sahiptir. Süleyman-şah her ne kadar kendisini bağımsız hissetse de bunu uygulayamamıştır.
Peki Süleyman-şah’tan sonra ne oldu?
         Melikşah’tan sonra da Büyük Selçuklu Sultanları, Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarlarını vasal olarak görmeye devam etmişlerdir. Bu durum 1157 yılına kadar fiilen değilse de hukuken devam etmiştir.
         Türkiye Selçuk Devleti’nde ilk parayı bastıran I. Mesud’dur. Onun döneminden günümüze kadar para gelebilmiştir. Para üzerinde ise tarih yoktur; fakat sadece Sultan Mesud’un adı olmakla beraber Mesud adının önünde Sultanu’l-Muazzam unvanı bulunmaktadır. Yani I. Mesud da tam bağımsız değildir. Bu paranın madeni, bakır olmak üzere en düşük değerdedir. Yine bu paranın Mesud’un son dönemlerinde basıldığı tahmin edilmektedir. Demek ki Türkiye Selçuklu Devleti’nin ilk parası en düşük değere sahip, bakır madeninden bastırılmıştır. Bu paranın Sultan Sancar zamanında basıldığı tahmin edilmektedir. Bu dönemde Sultan Sancar ise; devletin merkezini Merv’den Horasan’a taşıyarak Irak’ta vasal bir devlet oluşturmuştur. Kendisi “Sultan” unvanını da derecelendirmiştir. (Sultanu’l-Azam: En büyük sultan) Yeğenine “Sultanu’l-Muazzam” unvanını vermiştir. Demek ki Sultan Mesud’un unvanı onun bağımsız olduğunu göstermemektedir.                       Öte yandan Sultan Sancar bir vasal devlet haline getirdiği Irak’taki yönetimin idaresine Selçuklu memleketlerini vermiştir. Yani Türkiye Selçuklu Devleti, vasalında vasalı bir statüde olarak fiilen olmasa da Sultan Sancar’ın ölümüne kadar bu durum devam etmiştir.
         Eğer Süleyman-şah’tan sonra günümüze bir para ulaşmış olsaydı; bu konular gündeme gelmezdi. Altın para bastırmak ve “Sultan” unvanını almak II. Kılıç Arslan ile başlamıştır. Öte yandan daha önceleri bu altın para da bulunamamıştı ki; ilk altın parayı sadece Alaaddin Keykubat’ın bastırdığı bilinmekteydi.
Ebu’l-Kasım (1086-1092)
         Süleyman-şah 1086’da öldükten sonra taht 1092 yılına kadar boş kaldı. Bu boşluğu sırayla   Ebu’l-Kasım ve daha sonra Ebu’l-Gazi doldurmuştur. Bu iki kimse hanedandan olup, bunların Süleyman-şah ile akrabalık dereceleri bilinmemektedir. Yine Ebu’l-Kasım ve Ebu’l-Gazi devleti,   hem Melikşah’a hem de Bizans İmparatorluğuna karşı korumuşlardır. 1092 yılında ise Kılıç Arslan ve Kulan Arslan kaçıp gelerek babalarının tahtını ele geçirdiler.
         Ebu’l-Kasım, 1086 yılında tam bir dirayetle idareye sahip çıktı ve hükümdar gibi hareket etti. Bizans İmparatorluğu da bu durumu kabul etti.
         Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti’nde iki lider deniz kuvvetlerinin temelini atmışlardır. Bunlar; Ebu’l-Kasım ve Çağa Bey’dir. Bu iki kimsenin özellikleri birbirine benzemektedir.             Özellikle Çağa Bey, Bizans’ın korkulu rakibi haline gelmiştir. Nitekim iki liderin de gayesi İstanbul’u ele geçirmektir Bu iki liderden itibaren Osmanlı Devleti’ne kadar İstanbul’u ele geçirmek isteyen Türk hükümdar yoktur. İstanbul’u ele geçirmek için kara ve deniz kuvveti gerekmektedir.               İşte bu iki Türk liderin her biri kendi donanmasını meydana getirmişlerdir.
         Bizans’ın ise eski ve daimi bir politikası bulunmaktaydı. Bu dönemde bu politika Aleksios tarafından canlandırılmış ve uygulanmaya başlamıştır. Bu politika şöylecedir:
         I-) Bizans, rakibinin karşısına bir rakip çıkartarak bunları birbirine kırdırarak güçlerinin azalmasını sağlıyordu.
         II-) Bizans, rakiplerinden zayıf olanın tarafını tutarak güçlüyü zayıflatıyor; böylece kuvvetler dengesini kendi açısından lehine kontrol edebiliyordu.
         İşte Bizans bu dönemde bu politikasını ustalıkla uygulayacaktı. Bu politikasını Ebu’l-Kasım’a, Çağa Bey’e ve Kılıç Arslan’a uygulayarak sonuç almıştır.
         Ebu’l-Kasım idareyi ele aldıktan sonra bir hükümdar gibi harekete geçerek İstanbul’u ele geçirmek maksadıyla Kios limanında Rum ustalara donanma inşa ettirmeye başlamıştır.                      Ebu’l-Kasım’ın bu faaliyetleri, Aleksios’u son derece telaşlandırdı. Bu sebeple Aleksios, bir Bizans donanması göndererek inşa halinde olan Selçuklu donanmasını yaktırmıştır. Denizde başarılı olan Bizans, karada aynı başarıyı gösterememiştir. Fakat Bizans ordusu, Anadolu’ya gönderilen Porsuk ile karşılaşmamak için kuşatmayı kaldırdı. Porsuk ise 50.000 kişilik ordusuyla 3 ay süren bir kuşatmadan sonra başarısız olarak geri döndü. Bu esnada ise Kılıç Arslan ve Kulan Arslan kaçarak, arkalarında önemli bir kütle ile İznik’e geldiler. 
         Öte yandan Bizans imparatoru Ebu’l-Kasım’a karşı tavrını birden değiştirdi.                                  Daha doğrusu Aleksios, Bizans’ın eski politikasını yeniden canlandırarak, uygulamaya koyuldu. İmparator; Ebu’l-Kasım’a barış teklif edip, zayıf durumda olan kendisini Porsuk’a karşı desteklemeye başladı. Bu sebeple Ebu’l-Kasım’ı İstanbul’a davet etti. Ebu’l-Kasım da anlaşma yapmak üzere İstanbul’a gitti.
         Esasen İmparatorun bu politikası oyun içinde oyundu. Ebu’l-Gazi İstanbul’a geldiği zaman onu bir süre oyalayarak İzmit sahillerinde bir kale yapmak ve İzmit’i ele geçirmek için faaliyetlerde bulunuyordu. İşte Ebu’l-Kasım bu şekilde İstanbul’da oyalanırken İzmit sahillerinde kale inşa edildi ve İzmit ele geçirildi. Bunu öğrenen Ebu’l-Kasım ise durumu sineye çekmek zorunda kaldı.
         1087 yılında Porsuk kuşatmayı kaldırdıktan sonra Melikşah, İznik üzerine Bozan’ı gönderdi. Ebu’l-Kasım, İznik’i başarıyla savundu. Bozan da başarılı olamadı. Ebu’l-Kasım ise meselenin çözümü için Sultan Melikşah’a gitmeye karar verdi. O, 15 katır yükü alarak yerine vekil olarak              Ebu’l Gazi’ye bırakarak İsfahan’ın yolunu tuttu. Ebu’l-Kasım,İsfahan’a geldiği zaman Sultan Melikşah onunla görüşmek istemedi ve ona “gitsin Bozan ile anlaşsın” dedi.                                Bozan ise Ebu’l-Kasım’ı geri dönüş yolunda pusuya düşürerek yay kirişi ile boğdurdu.
         Artık Kılıç Arslan ve Kulan Arslan babalarının mirasını almışlardı.                                            Türkiye Selçuklu Devleti’nin iktidarı başarı ile korunmuştu. Eğer Melikşah, Anadolu’yu                       Ebu’l-Kasım’a bıraksaydı; Ebu’l-Kasım yine bir donanma meydana getirebilir ve İstanbul’u ele geçirebilirdi. Aynı durum Çağa Bey içinde geçerlidir. Çağa Bey de Bizans politikasını bertaraf edebilseydi İstanbul’u alabilirdi. (Çağa Bey, çocuk yaştan itibaren Bizans’ta yetişen ve Botaniates’in önemli komutanlarından olan biriydi. Aleksios, Botaniates’i devirince Çağa Bey de kaçmak zorunda kaldı. Çağa Bey ise neredeyse “Basilios” unvanı alarak İstanbul’u ele geçirmek istemiştir.                      O ki, İstanbul’un nasıl alınacağını iyi biliyordu. Çağa Bey kara ordusu konusunda ise Peçenekler ile ittifak kurmuştur. Bizans ise Kuman Türkleri ile anlaşmış ve onları Peçenekler üzerine saldırtmıştır. Peçenekler çok ağır bir darbe alıp mahvolunca bunu duyan Kumanlar oldukça üzülmüş ve ganimetten hiçbir pay almamışlardır. Çağa Bey ise daha sonra Bizans tarafından Kılıç Arslan’a bertaraf ettirilecektir.)  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Süleyman-şah’ın Şahsiyeti ve Tarihi Rolü
         Süleyman-şah, Anadolu’nun önde gelen fatihlerinden olup, buradaki Selçuklu Devleti’ni kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Onun babası İslam dünyasında Selçuklu hakimiyetinin yayılmasında ve kurulmasında başlıca rol oynamış olan hanedan üyelerinden Kutalmış idi. Süleyman-şah, Kutalmış’ın dört oğlundan ikincisiydi. Süleyman-şah’ın künyesi; Nasıru’d-Devle idi.
         (Nasr: yardımcı demektir. Nasıru’d-Devle ise devletin yardımcısı anlamına gelmektedir. Nasreddin: Dinin yardımcısı anlamına gelmektedir. Din ile biten kelimeler dini anlam taşımaktadırlar.
Ebu’l-Fevaris: Fevaris-feres; Arapça “at” demektir. Ebu’l-Fevaris ise atlı demektir. Bu ifade batı dillerinde ise şövalye anlamına gelmektedir. Demek ki Türkmen kuvvetleri başlarda atlılardan oluşuyordu. )
         Süleyman-şah’ın bir de Türkçe adı bulunmaktadır; fakat bu isim günümüze kadar gelmemiştir. İslam medeniyetine geçilmiş olduğu için Türkler iki isim alırlardı.        
         Kutalmış’ın oğulları arasında en keskin politik zekaya sahip olan Süleyman-şah idi. Süleyman-şah, gerek Kuzey Suriye’deki gerekse Anadolu’daki ilk faaliyetleri sırasında çok akıllıca hareket etmiştir. Kardeşleri birer birer bertaraf olurken, o kendisini korumasını bilmiştir. Samimi olmasa da, Melikşah’a gösterdiği bağlılıkla onun desteğini ve himayesini çok iyi şekilde kullanmış ve bu sayede kuruluş halinde olan devletinin tek başına hükümdarı olmuştur.
         Süleyman-şah, tarihin önüne çıkardığı fırsatları kendi lehine iyi bir şekilde değerlendirmesini bilen son derece zeki ve yetenekli bir komutan idi. O, Bizans’ın içinde bulunduğu siyasi istikrarsızlıktan yararlanarak, bazen meşru iktidarı, bazen de meşru iktidara karşı harekete geçen komutanları tutmak suretiyle topraklarını ve sınırlarını daima genişleterek, Marmara, Ege ve Karadeniz bölgelerinin önemli bir kısmını hakimiyeti altına almıştır. Yine Bizans’ın doğu ile bağının kesilmesinden yararlanarak, bütün Çukurova’yı ele geçirmiştir. Daha önemlisi, Anadolu’nun en önemli bilim ve kültür merkezlerinden olan Antakya’yı fethetmiştir.
         Süleyman-şah, her büyük devlet kurucusu gibi hem fatih hem de teşkilatçı bir hükümdar idi. Devlet teşkilatı ise zamanla tamamlanacaktır. Teşkilatı kurmasının sebebi ise hakimiyetin kalıcı ve sağlam olması içindir. Süleyman-şah, teşkilatı kurarken gerekli olan elemanları ise ya İslam ülkesinden getirtecekti ya da bu elemanlar zaman içinde yetişeceklerdi. Süleyman-şah, ilk başta İslam ülkesinden gelen elemanları görevlendirmiştir. Daha sonra ise devletin kendi elemanlarının yetişmesi medreseler kurulmuştur. Bunlardan; hükümet teşkilatının başında vezir (Hasan b. Tahir) bulunuyordu; fakat bakanlıkları oluşturamamıştı. Sarayda ise Süleyman-şah’ın kendisi bulunmaktaydı. Yeni teşekkül eden devletin adliye teşkilatı da kuruluş aşamasındaydı. Süleyman-şah ordu teşkilatında ise zorlanmamış ve orduyu Türkmen atlılarından sağlamıştır.
         Süleyman-şah gerektiği zaman hızlı ve doğru hareketler yapan yetenekli bir komutan ve tedbirli bir strateji ustasıydı. Türkler, savaş ve seferlerinde, genellikle, kendilerini kısa sürede kesin zafere götüren sürpriz baskınları tercih etmekteydi. Düşmanı gaflet halinde basabilmek için, ona hiçbir şey hissettirmeden, dikkatle ve ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. İşte Süleyman-şah, önemli bir fırsatı değerlendirerek, casusları yanıltmak suretiyle 12 gibi kısa bir sürede 300 atlı ile Antakya önlerine gelip, şehri ve kaleyi sürpriz bir baskın ile düşürmüştür.
         Süleyman-şah, sahip olduklarına hükmetmesini iyi bilen disiplinli bir komutan idi. Süleyman-şah, Antakya seferine çıkarken, Anadolu’yu sağlamca elinde tutabilmek için başta İznik olmak üzere sahip olduğu her bölgeye güvenilir valiler tayin etmiştir. Bu valiler kendilerine verilen görevi sonuna kadar, başarıyla yerine getirmişlerdir. Öte yandan, Süleyman-şah, Antakya’yı düşürme harekatını da tam bir disiplin ve kontrol altında gerçekleştirmiştir. O, askerlerine, halka ve mallarına dokunmamalarını emretmiş ve askerleri de onun bu emrini tam bir itaatle yerine getirmişlerdir.
         Süleyman-şah’ın en büyük siyasi hatası, Anadolu’da sağlamca yerleşmeden Anadolu dışında genişleme politikası gütmesi ve Selçuklu Devleti’nin vasallarıyla çatışmaya girmesidir. Bu büyük siyasi hata, hem hayatına mal olmuş hem de Türkiye Selçuklu tahtının bir süre boş kalmasına sebep olmuştur. Daha da kötüsü onun bu siyasi hatası, kuruluş halinde olan Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuvvetlenmesini ve gelişmesini kesintiye uğratmıştır. Onun bu hatasını oğlu Kılıç Arslan da tekrarlamıştır. İleriki dönemlerde ise Selçuklu hükümdarları buna dikkat edeceklerdir. Eğer Süleyman-şah, Antakya’nın fethinden sonra Anadolu’ya dönseydi, devletin geleceği daha parlak olurdu. Ama Anadolu’da fetih yapan sadece Kutalmışoğulları değildi ki; bu esnada Ahmed Gazi, Mengücük Gazi, Emir Bulacı vs. beyler vardı. Fakat Selçuklu hanedanına mensup oldukları için Kutalmışoğulları’nın prestiji daha çoktur.
         Kutalmışoğulları’nın arkasındaki kitle olan Yabgulu Türkmenler, Selçuklu Devleti tarafından merkezden uzaklaştırılmışlardır. Bu aslında şer gibi görünen olay onlar için zamanla hayra dönmüştür.
Süleyman-şah’tan Sonra (1092)
         Süleyman-şah’ın oğulları İsfahan’da tutuklu idi. Onlar bu tarihlerde hapisten kaçarak kurtulmuşlardır. Çünkü; bu tarihlerde Melikşah bir suikast sonucu öldürülmüş ve bu sebeple oğulları arasında iktidar mücadelesi başlamış; bu durumdan yararlanan Kılıç Arslan ve Kulan Arslan kaçarak İznik’e gelmişlerdir.
         Ebu’l-Gazi ise gücünü kaybetmiş ve Bizans tarafından sıkıştırılıyordu. Onu ancak bir dış yardım kurtarabilecekti. Bu sebeple Kılıç Arslan ve Kulan Arslan tam zamanında gelmişlerdir.                      Böylelikle Ebu’l-Kasım üzerindeki Bizans baskısı bertaraf edilmiştir. Daha sonra I. Kılıç Arslan tahta oturmuştur. Kulan Arslan’ın diğer adı da “Davud”dur.
         I. Kılıç Arslan tahta geçtikten sonra ilk düzenlemeyi ve tayinleri yapmıştır.                                Ebu’l-Gazi’yi Kapadokya’ya, beylerbeyi tayin etmiştir. Beylerbeyi (emirü’l-ümera=meliki’l-ümera) tabiri ilk defa burada karşımıza çıkmaktadır. Bu tabirin bugünkü karşılığı ise genelkurmay başkanı yani ordu komutanıdır.
         Ebu’l-Gazi’nin adının ise Arapça “Hasan” olduğu görülmektedir. “Hasan” ve “Hüseyin” Arapça aynı kökten gelmektedir. Bu isimler güzel anlamına gelmektedir.
         “Mehmed”: Muhammed adının Türkçeleştirilmişidir. Hasan Bey daha sonra Haçlı Seferleri sırasında Kılıç Arslan’a yardım etmiştir.
         I. Kılıç Arslan, Türkmen askerlerin Anadolu’da dağılmış askerlerini merkeze getirtmiş,                   Çağa Bey’in kızını alarak onunla ittifak kurmuştur. I. Kılıç Arslan, babasının batıdaki politikasını devam ettirdi. Muhammed İlhan denizlerde başarılı olmuş, karada ise aynı başarıyı gösterememiştir. Dolayısıyla o ve onun birliği Bizans’a ilk esir düşen kimseler olmuştur. Bizans bu kimselere hediyeler vermiş ve onları Hristiyanlığa kazandırmıştır. Nitekim Muhammed İlhan ve birliği ilk defa Bizans ordusuna giren ve Hristiyan olan Selçuklu Beyi ve Türkmen askerleridir.
I. Kılıç Arslan Dönemi (1092-1107)
         Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Melikşah tarafından tutsak alınarak İsfahan’a gönderilerek hapsedilmişlerdi. Altı sene hapiste kalan kardeşler, Melikşah’ın 1092 yılında ölmesi ile birlikte başlayan iktidar mücadelesinden yararlanarak arkalarında önemli bir kitleyle Anadolu’ya yönelerek İznik’e geldiler. Bu sırada Ebu’l-Gazi ise, Bizans kuşatmasıyla meşgul olup gücünün son sınırına gelmişti ki; onu ancak dışarıdan gelebilecek bir yardım kurtarabilirdi (Ebu’l-Gazi’nin asıl adı               “Hasan Bey”dir. Hasan Bey, I. Haçlı Seferi sırasında Anadolu savunması ile ünlüdür. Onun adı ve Kayseri-Aksaray arasındaki dağa verilmek suretiyle günümüze kadar yaşatılmıştır).
         İşte Kılıç Arslan ve Kulan Arslan arkalarında önemli bir kitleyle; Hasan Bey’e yardıma gelerek onu sıkıntıdan kurtarmışlardır. Böylece Bizans kuşatması başarısız olmuştur.
         I. Kılıç Arslan döneminde; I. Haçlı Seferi gerçekleşmiştir. Bu sefer ise yeni kurulan devleti sarsmış olmakla birlikte Türkler için bir vatan savunması sınavına sebebiyet vermiştir. Bu dönemde iki büyük tehdit ve tehlike ile mücadele olmuştur:
         - Bizans imp. luğunun amacı; Türklerin devletlerini yıkmak, onları Anadolu’dan atmak veya imha etmek idi.
         - Haçlıların amacı ise; Anadolu’yu ele geçirmek ve Türkleri Anadolu’dan atmak olmuştur. Hedeflerinde önce Anadolu yoktu; fakat bu bölgeye gelince bunu düşündüler. Öyle ki, ilk kuşattıkları yer İznik’tir. Bu sefer esnasında Türk tarihinde ilk defa başarılı bir vatan savunması yapılmış ve kendisinden sonrakilere örnek olmuştur. 
         İşte bu iki büyük tehdit ve tehlike, Türkiye Selçuklu Devleti’ni bir asır boyuca meşgul etmiştir. Bu mücadelenin sonucunda Türkiye Selçuklu Devleti; hem Haçlılara hem de Bizans’a karşı Anadolu’yu başarılı bir şekilde savunmuştur. Yirmi sene içinde Türkler, Anadolu’yu vatan olarak benimsemişlerdir. Bunu vatan savunması yapmalarından anlıyoruz.
         I.Kılıç Arslan babasının mirasını devraldıktan sonra; Çağa Bey ile temas kurmaya başlamış, Muhammed İlhan Bey’i “beylerbeyi” tayin etmiş, ve Hasan Beyi de eski görev yeri olan                  Kapadokya Bölgesi’ne göndermiştir. I. Kılıç Arslan daha sonra Muhammed İlhan Bey komutasında büyük bir orduyu Bizans üzerine göndermiş, bu ordu, Bizans İmp. unun karadan göndermiş olduğu orduya mağlup olarak komutan ve askerleri esir düşmüştür. Bizans, bu esirleri derhal kendi ordusunda istihdam etmiştir. Onlara hediyeler vermiş ve vaftiz olmalarını sağlamıştır. Bu sebeple Muhammed İlhan Bey ve bir kısım askerleri, Bizans ordusunda ilk istihdam edilen kimselerdir.
         Bu dönemde Bizans politikasının iki başarısına şahit olunmuştur:
         a-) Bizans imp. luğu; Ebu’l-Kasım’ı, Melikşah’ın göndermiş olduğu komutanlara karşı desteklemiştir. Komutanlar da Ebu’l-Kasım’ın direnişini kıramamış ve Melikşah’ın politikası olan Anadolu’yu kuvvet yoluyla kontrol altına alma amacını gerçekleştirememişlerdir. Bu mücadelede Bizans, aslında kısmen amacına ulaşmıştır.
         b-) Çağa Bey, İstanbul’un deniz ve karadan kuşatılarak düşürüleceğini iyi bildiğinden karadan yardım için Peçenekler’e başvurmuştur. Peçenekler ise 1054 yılında Karadeniz’in kuzeyinden gelip Tuna boylarına yerleşmiş bir Türk boyudur. Bizans 1086 yılında Peçenekler ile savaşmış ve onları geri püskürtmüştür. Fakat 1087’de yapılan savaşı Peçenekler kazanmışlardır. Peçenekler aslında bu savaş için Kumanlar’dan yardım istemişlerdi. Fakat savaş daha doğrusu zafer kazanıldıktan sonra ganimet paylaşıldığı bir esnada Kumanlar gelince, Peçenekler onlara ganimetten pay vermediler. Kumanlar bunu hiç unutmadığı gibi Bizans da bu olaydan iyi faydalandı.
         İşte Bizans; Çağa Bey ve Peçenekler arasındaki ittifaka karşı Papa’dan yardım istemiş; yardım gelmeyince Peçenekler’in üzerine Kumanlar’ı saldırtmak için onları tahrik etmiştir.                       Peçenekler, Meriç nehri kenarında beyleri Umur Bey idaresinde Çağa Bey’den haber beklerken ansızın Kuman baskınına maruz kalmışlardır. Bu baskın neredeyse katliam gibi olmuştur. Kaçabilenlerin feryatları çok acı olmuştur. İşte bu sebeple soydaşlarını böyle bir soykırıma uğratan Kumanlar, ganimetten pay almadan gitmişlerdir. Çağa Bey ise müttefikini kaybetmiştir. Fakat o hemen yılacak birisi değildir. Oğuzların Çavuldur boyundan olan Çağa Bey, derhal hazırlıklara başlamıştır.
         “Çağa”, ismi eski Türkçe’de gençlik çağına ulaşmış kişilere verilen ad/hitaptır.                     Çağa Bey, Anadolu’ya ilk akınlar sırasında gelmiş, genç ve tecrübesiz olduğu için Bizans’a esir düşmüş, yetenekleri ve zekasıyla ön plana çıkarak Bizans saray terbiyesi ile büyümüş birisidir.                 Bu bilgileri kendisi ve Bizans kaynakları vermiştir. O, Botaniates zamanında onun en yakın adamlarından biri idi. Botaniates, 1087 yılında Aleksios tarafından tahttan edilince kendisi makamını kaybetmiş ve İzmir’e gelerek burada soydaşları ile bir beylik kurmuştur.                                        Anadolu’da II. denizcilik faaliyetini başlatan o’dur. Amacı İstanbul’u almak olan Çağa Bey,                     Rum ustalara bir donanma inşa ettirmiş, Ege denizinin önemli adalarını ele geçirmiş ve kısa sürede Bizans’ın korkulu rüyası haline gelmiştir. Çağa Bey, Peçenekler ile olan ittifakı son bulunca Çanakkale’ye gelmiş; fakat o Bizans İmp. unun gönderdiği kara ve deniz orduları karşısında tutunamayarak damadı I. Kılıç Arslan’ın yanına gitmiştir.
         İşte bu zamanlarda yine Bizans politikalarından birinin başarısı görülmektedir.                               İmp., I. Kılıç Arslan’ı Çağa Bey’e karşı tahrik ve teşvik etmiş; I. Kılıç Arslan da Bizans politikasının oyununa gelerek Çağa Bey’i bertaraf etmiştir. Böylece Bizans II. rakibi olan Çağa Bey’i,                             I. Kılıç Arslan’a bertaraf ettirmiştir. Eğer I. Kılıç Arslan Çağa Bey ile aynı düşünce ve idealde olsa idi, böyle bir hareket yapmazdı. Fakat I. Kılıç Arslan’ın böyle bir gayesi bulunmuyordu.                     Halbuki Çağa Bey, I. Kılıç Arslan’ın Anadolu politikasında Bizans’a karşı en önemli yardımcılarından biri ve sağ koluydu. Bir de I. Kılıç Arslan hapisten yeni çıktığı için Bizans oyununu anlayamamıştır. O, tehdidi batıdan değil doğudan beklemekteydi. O, bu hareketi ile Bizans’ı adeta rahatlattı.
         Bu hadiselerden sonra I. Kılıç Arslan Bizans İmp.luğu ile anlaşarak yönünü doğuya çevirdi.                 İç Anadolu’da Sivas merkez olmak üzere Danişmendliler bulunmaktaydı. Bu beylik, gaza teşkilatı olarak kurulmuş ve bu özelliğini sonuna kadar devam ettirmiştir. I. Kılıç Arslan, Danişmendliler’in Malatya’yı almasını istemiyordu. Malatya, Bizans’ın elindeydi ama Bizans bu bölge ile ilgilenmiyordu. Burada idarede Ermeni Gabriel bulunmaktaydı. Gabriel , Florates gibi Ortodoks idi. Malatya’da ise kuvvetli surlar bulunuyordu. Aslında halk teslim olmak istediyse de Gabriel, savunma yapmayı sürdürmüştür. I. Kılıç Arslan’ın bu kuşatması uzun sürdü ki; tam bu esnada Haçlı seferleri başladı. Dolayısıyla I. Kılıç Arslan hazırlıksız yakalanmıştı.
            
Sultan I. Mesut (1116-1155)
Anadolu’nun Siyasi Durumu
         I.Mesut, Anadolu’nun en güçlü hükümdarı haline gelmiştir. O, Danişmendliler’in; Sivas, Kayseri ve Malatya şubelerini kendisine bağlamıştır. Ermeniler, II. Haçlı Seferi sırasında Kilikya’da bir Ermeni Baronluğu kurmuşlardı. Bu dönemde Bizans da güçlü bir durumdaydı. Güneydoğu Anadolu’da; Artuklular üç kol halinde varlıklarını sürdürüyorlardı. Halep ve Musul’da, Musul Atabeyliği vardı. Bunlara Zengiler de denilmiştir.
         I. Mesut, Haçlılar’a ve Bizans’a karşı Anadolu’yu başarı ile savunmuştur.                     O, II. Haçlı Seferi sırasında Alman ordusunu tamamen imha etmiş ve Fransız ordusunu büyük ölçüde etkisiz hale getirmiştir.
 
SULTAN II. KILIÇ ARSLAN
VE
MALAZGİRT ZAFERİNİN TESCİLİ
 
a-) II. Kılıç Arslan’ın Selçuklu Tahtına Çıkışı
ve
Karşılaştığı İlk Güçlükler
 
1-) Kılıç Arslan’ın İktidarını
Kurması ve Yerleştirmesi
         Kılıç Arslan, Mesut’un üç oğlundan en büyüğüdür (Eski Türk devletlerinde özellikle Karahanlılar’da devlet büyüğüne verilen sıfattır. Bunlar, Türkler’de isim yerine kullanılmıştır). Mesut’un diğer oğulları ise Devlet ve Şahinşah’tır.
         Sultan Mesut, son Ermeni seferine çıkmıştı. Bu seferden sonra öleceğini anlamış olmalı ki, oğulları arasında iktidar mücadelesi olmaması için veliahdı belirlemiştir.                                Mesut tedbirini 1144 yılında almaya başlamış idi. O, Ermeniler’den aldığı Elbistan’a oğlu Kılıç Arslan’ı “Melik” tayin etmiş yönetimi ona vermiştir. 1149 yılında Sultan Mesud,               Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki bütün şehirleri ele geçirmiş ve bu şehirleri de                           oğlu Kılıç Arslan’a vermişti. 1154 yılında o, Ermeni seferinden döndükten sonra oğlu                Kılıç Arslan’ı veliaht tayin etti. Devlet adamlarını toplamış, sembolik olarak bir tören yaptırmıştır. İlk biatı kendisi yapmıştır. Diğer iki oğlunun idaresine de bazı yerler vermiş, daha sonra ölmüştür.   
         Kılıç Arslan, babasının sayesinde sorunsuz bir şekilde 1155 yılında tahta çıkmıştır. Tahta çıktığında 40 yaşlarında olan II. Kılıç Arslan, kardeşlerine karşı babasının planını uygulamadı ve onları bertaraf etmek istedi. İlk olarak Devlet’i bertaraf eden Kılıç Arslan, Şahinşah’ın meliklik bölgesine kaçması ile onu bertaraf edemedi. II. Kılıç Arslan kardeşlerini bertaraf etmekle kalmamış, babasının kadrosunu ortadan kaldırıp kendi kadrosunu oluşturmuştur. Bu değişiklik hem iç politikayı hem de dış politikayı olumsuz yönde etkilemiştir.
Danişmendli Meliki Yağıbasan İle Mücadele
         II. Kılıç Arslan’ın bu davranışına karşı ilk tepki Danişmendliler’in Sivas şubesinin Meliki Yağıbasan’dan gelmiştir. Yağıbasan, Kayseri ve çevresi ile Elbistan’a saldırılar düzenlemiştir. Ermeni Baron’u Thoros’un kardeşi Stephan, Maraş yöresini;                        Nureddin Mahmud da Merzuban ve Ayıntab’ı işgal etmiştir. Kılıç Arslan saltanatının başlangıcında bu saldırılarla uğraşmıştır. Ancak o, büyük bir azim ve kararlılıkla mücadele etmiştir. II. Kılıç Arslan, Yağıbasan’ın önünü kesmek istediyse de o memleketine gitmiş ve daha sonra Selçuklu hükümdarının karşısına çıkmıştır. Din ve devlet adamları şiddetli çarpışmaları önlemek amacıyla tarafları uzlaştırmışlardır. Buna göre; II. Kılıç Arslan biraz taviz vermek zorunda kalmış, daha sonra Maraş üzerine yürümüş ve burayı geri almıştır.             
         Kılıç Arslan Nurettin Mahmut ile çarpışmak için Konya’ya gitmiştir. Bu meseleyi çözmek için devlet büyüklerine danışmıştır. Çünkü bu kimse oldukça güçlüydü.                         Kılıç Arslan’ın güç kazanmak için Haçlılar’la ittifak kurmuş; Nurettin Mahmut da onu, Hristiyanlarla ittifak yaptığı için suçlamıştır.Yapılan mücadele sonunda ise iki taraf anlaşmıştır. Buna göre; her iki taraf da eski sınırlarına dönecek ve aldıkları yerleri geri vereceklerdir.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın
Komşu Devletlerin İttifak Sarmalı İçine Düşmesi
         Kılıç Arslan, 1159 yılında hakimiyetini iyice pekiştirmiş ve kanıtlamıştır.                         Kılıç Arslan bu yılda, Bizans’ın oluşturduğu bir ittifakın içine düşmüştür.                                    Bu yılda Bizans imp. u, Akdeniz’e sefere çıkmış idi. Amacı ise Çukurova’yı işgal etmiş olan Ermeni Baronu Throso’u cezalandırmak ve Haçlılar’a destek vermekti. Halep önlerine kadar gelen imp. İstanbul’da bir darbe olduğunu duyunca derhal geri döndü. Dönüş yolunda ordusu Selçuklu topraklarından geçerken Türkmenler, bu orduyu imha ettiler. Bu, imp. u son derece kızdırmış ve onun Türkmenler’in üzerine cezalandırma seferine çıkmasına sebep olmuştur. Bunu gören Türkmenler kaçmış, imp. da onları Anadolu’dan sürmüştür. Fakat Türkmenler meydanı daha fazla boş bırakmadılar; Bizans topraklarına ani baskınlar yaparak yağma ve talan etmeye başladılar.
         Bu durumdan Kılıç Arslan’ı sorumlu tutan imp., onun gönderdiği elçiyi kabul etmemiştir. İmp., Kılıç Arslan’ı bir ittifak sarmalı içine almak için, Bizans’ın eski politikasını gündeme getirmiştir. İttifaka Bizans, Danişmendli Melikler, Nureddin Mahmut ve Şahinşah katılmıştır. Artık Kılıç Arslan bir ittifak sarmalı içine düşürülmüştür.                                  Durumun oldukça tehlikeli olduğunu kavrayan Kılıç Arslan yapacak bir şey olmadığını anlamıştır. Bu ittifak derhal harekete geçerek Selçuklulara ait birçok şehri ele geçirmiştir. Kılıç Arslan bu çok cepheli düşmana karşı, ordusunu böldü; fakat başarısızlığa uğramıştır.                O, hemen Bizans imp.una başvurmuştur. Ondan; yardım isteyerek, Türkmen akınlarını durduracağını ve ittifaktan ayrılmasını istemiştir. İmp. bu teklifi kabul etmiş ; çünkü o sadece Kılıç Arslan’ın sadece boyun eğmesini istemiştir. Kılıç Arslan ise bu gayeyi iyi kavramış ve imp. un yanına giderek anlaşmayı yapmıştır. Bu anlaşma bir vasallık anlaşması idi. Bu anlaşmaya göre;
         - II. Kılıç Arslan, Bizans imp. unun dostunu dost düşmanını düşman bilecek,
         - II. Kılıç Arslan, aldığı yerleri geri verecek,
         - II. Kılıç Arslan, Türkmen akınlarını durduracak,
         - II. Kılıç Arslan, İmp. a istediği zaman yardımcı kuvvet gönderecek.
         Bu anlaşmayla Kılıç Arslan ve Türkiye Selçuklu Devleti, Bizans imp. luğuna bağlanmıştır. Böylelikle Bizans imp. u, siyasi bir başarı elde etmiştir. Bu anlaşma görünürde imp. un lehinedir; anlaşmada uygulanması imkansız hükümler vardır.                                    Böylelikle  Kılıç Arslan, imp. u bir süre oyalayabilmiş, hiçbir şartı yerine getirmemiştir.                  O, bu anlaşma ile arkasını güven altına almıştır.
         Kılıç Arslan Yağıbasan ile hesaplaşmak ve onu cezalandırmak istemiştir.                                O, asıl gayesi olan Anadolu’da siyasi birliği kurmak için harekete geçmiştir.                           Yağıbasan, Kılıç Arslan’dan kaçarak, bir yıl sonra ölmüştür. Kılıç Arslan böylelikle rakibinden kurtulmuş oldu; fakat Sivas’ı ilhak edememiştir. Selçuklu hükümdarının daha sonraki hedefi Şahinşah oldu. Şahinşah da kaçmış ve Kılıç Arslan Ankara ve Çankırı yörelerini ilhak etmiştir.
         Kılıç Arslan, artık Anadolu’da siyasi birliği kurmaya başlamıştı.                                           Daha sonra Danişmendliler’in Kayseri şubesine saldırdı. Onun akıbetinden kaçan herkes Nureddin Mahmut’a sığınıyordu. Böylelikle Nurettin Mahmut liderliğinde bir ittifak cephesi oluşuyordu. Kılıç Arslan, Danişmendliler’in Kayseri şubesini de ilhak etmiştir.                                  Bu beyliğin geriye Sivas ve Malatya şubesi kalmıştır. Selçuklu hükümdarı Malatya’ya saldırmış ve burayı kuşatmışsa da; bu defa işe Nurettin Mahmut karışmıştı.                                Kılıç Arslan onunla olacak mücadeleyi sonraya bıraktı; çünkü Nurettin Mahmut gerçekten güçlüydü. Bu yüzden Malatya kuşatmasını kaldıran Kılıç Arslan, Sivas’a yöneldi.                         Bu esnada Nurettin Mahmut’tan gelen elçi tehdit dolu haberler getirdi. Kılıç Arslan elçiyi oyalamak istedi O; kardeşine para yardımı yapacağını ve Zunnun’a Sivas’ı vereceğini söyledi; fakat anlaşma yapılamadı. İki tarafın karşı karşıya gelmesi ile devlet ve din adamları araya girerek engellediler ve tarafları anlaşmaya ikna ettiler. Buna göre; Zunnun Sivas şubesine yerleşti, Nurettin Mahmut da işgal ettiği yerleri geri verdi.
         Kılıç Arslan, hedefini bir süre ertelemek zorunda kaldı. Bu durum ise uzun sürmedi.                O, Nurettin Mahmut’un ölmesi ile hemen Sivas üzerine yürüdü, Zunnun ve kardeşi Şahinşah yine kaçtılar. Böylece Selçuklu hükümdarı, 1175 yılında Danişmendliler’in Sivas şubesine son verdi. Danişmendliler’in Malatya şubesi ise Miryokefalon savaşında ilhak edilecektir.
         Bizans imp. u yaptığı anlaşmanın aleyhine olduğunu sonradan anlamıştır.                         Çünkü hiçbir şart yerine getirilmemiş, Türkmen akınları durdurulmamış aksine bu akınlar artmıştır. Kılıç Arslan da bu akınları teşvik etmiştir. Böylelikle imp. politikasının işe yaramadığını ve sona erdiğini görmüş; bunun sonucunda artık harekete geçmek vakti geldiğini anlamıştır. İmp. özellikle batı uçlardaki Türkmen akınlarını durdurmak için mücadele etmiş; fakat başarılı olamamıştır. Bundan sonra Selçuklu hükümdarına karşı, kendisine sığınan kişilerle ittifaklar oluşturmuştur. İmp,. Zunnun ve Şahinşah’ın yerlerini geri vermesini istediyse de; Kılıç Arslan’ı ağır bir dille suçladı. Kılıç Arslan da onun meydan okumasına aynen karşılık verdi. her şeye rağmen Kılıç Arslan eski anlaşmanın yenilenmesini istemişse de imp. bunu kabul etmedi. Bu durum imp. un, Kılıç Arslan üzerine yürümesini zorunlu kılmıştır. İmp. ise Anadolu’yu geri almak ve Türkler’i buradan atmak amacıyla tekrar harekete geçmiş ve hazırlıklarına başlamıştır.    
Devlet Koruyan Zafer:
Miryokefalon Zaferi (17 Eylül 1176)
         Neticede Bizans’ın politikası tamamen iflas etmişti. Anlaşma imp. luğun tamamen aleyhine dönmüştü. Artık imp., Kılıç Arslan’ın karşısına çıkaracak rakip de bulamamıştı. İmp., Malazgirt savaşından itibaren taşıdıkları eski gayelerini yani Türk devletini yıkmak ve Türkleri Anadolu’dan atmak gayesini uygulamaya koyuldu. Büyük hazırlıklar başladı. Çok miktarda çeşitli milletlerden (Macarlar, Sırplar, Kumanlar, Peçenekler) ücretli asker toplattı ve vasallarını yardıma çağırdı. O, harekete geçerek Bursa-Balıkesir arasında karargah kurdu ve eksiklerini tamamladı. Burada iki taraf da askeri geleneklerden birini icra etmişlerdir.
         Bu savaş öncesinde bazı askeri gelenekler icra edilmiştir. Bu geleneklerde askeri kültürün önemli etkileri vardır.
         Savaştan önce zaferi için dua etmek; Bu ritüel bir davranıştır. İmp. ve komutanlar Ayasofya kilisesinde dua etmiştir. Kılıç Arslan da dua etmiştir; fakat bu konuda bilgi bulunmamaktadır.
         İmp.un başından o günlerde ilginç bir olay geçmiştir. O, bir rüya görür ve bundan çok etkilenir; ama rüyadaki olayı hiç kimse değiştiremez. Çünkü imp. rüyasında, akıbetini görmüştür. O rüyasında; kendisi ve askerleri bir gemide, Marmara denizinin ortasındadır.                 Bu esnada birde fırtına çıkar. Rumeli ve Anadolu taraflarından olmak üzere iki yandan dağlar üzerine doğru yıkılmaya başlar. Bu akıbetten sadece kendisi kurtulmuştur.                                 Gerçekten de imp. savaşta ordusunun büyük bir kısmını kaybedecek, sadece ufak bir birlikle kendisi kurtulacaktır.
         İmp. hazırlığını yaptıktan sonra ordusu ile Eskişehir’e gelmiştir. Ordu yüz bin civarında savaşçı birlik ve üç bin araba ile katır taşıyan bir konvoydan oluşmaktaydı. İmp. un amacı, Konya üzerine yürüyerek Selçuklu devleti’ni yıkmak, Türkler’i imha etmek veya Anadolu’dan atmak idi.
         Aslında imp. un kestirme yoldan gitmesi gerekiyordu. Fakat o, Eskişehir’den Denizli’ye inerek II. Kılıç Arslan’ı yanıltmak istiyordu. Öte yandan II. Kılıç Arslan da imp. un hareketini sürekli takip ediyordu. Onun ordusu Selçuklu ve Türkmen kuvvetlerine dayanıyordu. Öyle ki, bu kuvvetlerin tamamı savaşa katılmışlardır. Neticede Türkmenler, Eskişehir’den itibaren 5-10 bin kişilik kuvvetler halinde Bizans ordusuna vur-kaç taktiği uyguluyor ve ordunun takip ettiği güzergah üzerindeki sularlı kullanılmaz hale getiriyor ve otlakları tahrip ediyorlardı. Dolayısıyla imp. un ordusu yıpranarak ilerliyordu. Ordu, Denizli civarına gelince imp. batıya yöneldi. Amacı Göller bölgesi üzerinden Konya’ya varmak üzere Çivril’e geldi.
         Kufi Çayı vadisi; dar bir vadi olup, dik uçurumların ve yamaçların olduğu uzun bir vadi idi. Burada Kufi çayı akmaktadır. İmp. ordusu ile buraya gelerek Kufi Çayı vadisinden Akşehir’e gitmeyi düşünüyordu. Böylece ordusunu dolaştırmasının amacı; II. Kılıç Arslan’ı yanıltmaktı. Selçuklu hükümdarı da aksine imp. u Bizans topraklarında karşılamak için bütün tedbirlerini alarak; ordusunu imp. dan önce bölgeye getirmiş, askerlerini Kufi Çayı vadisinin yamaçlarında mevzilendirmiş ve 10 km. uzunluğundaki vadinin çıkış noktasını da kapatmıştır.        
 Bu vadinin orta yerlerinde yıkılmış, harap bir vaziyette Miryokefalon (Bin kale) kalesi bulunmaktaydı; fakat bu savaşın geçtiği yer uzun süre tespit edilememiştir (Bu kale savaşa adını vermiştir). Tarihçiler ise bu savaşın geçmiş olabileceği yerler açısından çeşitli yerler göstermişlerdir. Sonuçta son yapılan araştırmalar bu savaşın, Kufi Çayı vadisinde yapıldığını göstermektedir.
         İmp. önce ordusunun öncü kuvvetlerini daha sonra sağ ve sol kollarını vadiye sokmuştur. Daha sonra vadiye yük konvoyu girmiş, asıl kuvvetler ise bu konvoyun arkasından vadiyi takip etmiştir. Bu ise askeri stratejide büyük bir hatadır. Öte yandan imp., bu vadide saldırıya uğrayacağını mümkün görmemiş, buradan kolaylıkla Akşehir’e gideceğini düşünmüştür.
         İşte bu sıralarda II. bir askeri gelenek daha icra edilmiştir: Barış önerisinde bulunmak; İki tarafta barış önerisinde bulunabilir. Türk-İslam geleneğine göre bu prosedür mutlaka icra edilmektedir. Kılıç Arslan, daha imp. Kufi Çayı vadisine girmeden evvel elçi ile barış teklifinde bulunmuş; fakat imp. bu teklifi kabul etmemiştir (Asıl savaş meclisleri, savaştan az önce toplanarak strateji ve taktik belirlenirdi). Bundan önce ise imp., bu teklifin gelmesinden sonra savaş meclisini toplamış ve teklif burada değerlendirilmiştir.                        Burada imp. un meclisi iki gruba ayrılmıştır: I. tecrübeli ve yaşlı grup teklifin kabul edilmesini, II. genç ve tecrübesiz grup ise teklifin reddedilmesini istemiştir. Yani mecliste gerçekçi fikirler ile hamasi fikirler çarpışmıştır. Genç ve tecrübesiz komutanlar, yaşlı ve tecrübeli komutanların düşüncelerini ihanet olarak değerlendirmişlerdir. İmp. da onlara katılmış ve barış reddedilmiştir.
         Kılıç Arslan, barış teklifini bir kez daha tekrarlamıştır; fakat imp. anlaşmanın Konya’da yapılacağını söyleyerek teklifi yine reddetmiştir. Öte yandan elçi göndermekten maksat; karşı tarafın savaş gücünü ölçmek ve değerlendirmektir. Bu sebeple elçi, iyi bir gözlemci olmalıdır.
Bizans’ın En Uzun Günü: 17 Eylül 1176
         Savaşın 17 Eylül’de olduğu tahmin edilmektedir. Bu savaş her ne kadar bir vadide yapıldıysa da bir meydan savaşıdır. Meydan savaşları kısa sürede sonuçlanan kesin sonuçlu savaşlardır; fakat diğer savaşlarda kesin sonuç alınamayabilir. Bu savaş bir gün sürmüş olmasına rağmen Bizans için çok uzun bir savaş ve gün olmuştur. Öte yandan zamanın uzaması ve kısalması harekete bağlıdır. Bu kısa süre içerisinde çok şey olmuştur.                         Bu savaş ve neticeleri sadece Bizans cephesi tarafından yazılmıştır. Bizans tarihçileri savaşa katılan komutanları konuşturarak olayı aydınlatmaya çalışmışlardır.
         İmp. un ordusunu vadiye girince üzerlerine Selçuklu okları yağmaya başlamıştır.                        Bu sebeple Bizans’ın ne öncü kuvvetleri ne de sağ ve sol kuvvetleri savaş düzeni alacak vakit bulamamışlardır. Vadi kısa sürede cesetlerle dolup taşmaya başlamış, sağ kolun başındaki komutan olan imp. un yeğeni öldürülmüş ve başı kesilerek mızrağa takılarak savaş meydanında dolaştırılmıştır. Bu askeri gelenekle; karşı tarafın moralini bozmak, teslim olmalarını sağlamak ve kısa sürede sonuç almak amacı güdülmüştür. 
         Bizans kaynakları; ordunun Türk ordusu karşısındaki durumunu “sürüye kurt girmiş birer koyun” şeklinde tasvir etmiştir. Oklardan sonra Selçuklu ve Türkmen askerleri vadi tabanına inmişlerdir. İmp. yardım için çabalasa da; konvoy büyük engel teşkil etmiştir.                   İmp. sağ ve sol kuvvetlerin yardımına geldiğinde inanılmaz bir manzara ile karşılaşmış, bu kuvvetlerin tamamen imha edildiğini görmüştür. Öğleden sonra ise kum fırtınası çıkmış (bu olay neredeyse her savaşta olmuştur), gündüz adeta geceye dönmüştür.                                        Fırtına durduktan sonraki manzara ise korkunçtur. İmp. daha sonra bir tepeye karargah kuran birliğinin yanına gitmek üzere büyük engeller aşmış ve karargaha ulaşmıştır.                                  O, toplantıda “orduyu bırakıp kaçma” teklifini öne sürmüş, diğer komutanlar bu teklifi kabul etmemişlerdir. Karargah yavaş yavaş Selçuklu askerleri tarafından kuşatılmıştır.                         Onlar, Bizans ordusundaki Peçenek, Kuman ve Oğuz Türkleri’ne seslenmiş ve çok geç olmadan tarafınızı seçin demişlerdir. Fakat bu soydaşların taraf değiştirip değiştirmedikleri bilinmemektedir.
         Daha sonra imp. un aklına yepyeni bir fikir gelmiş, barış teklifinde bulunarak hayatını ve ordusunu kurtarmak için Kılıç Arslan’a haber göndermiştir. Kılıç Arslan ise savaş meclisini toplayarak bu teklifi değerlendirmiş ve kabul etmiştir. Sebebi ise; büyük bir zafer kazanmış olduğunun farkında olmaması idi. Ama onun ihtiyatı ve merhamet duygusu barışın kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır. Çünkü Türk hükümdarları yenilenleri daha fazla ezmezdi. Barış teklifinin kabul edilmesinden sonra imp. ve kalan askerleri rahat bir gece geçirmişler; fakat sabah aynı mücadele tekrar başlamıştır. Bunun sebebi ise; barış kararının orduya ulaşmamış olmasıdır.
         Kılıç Arslan, Trabzon Dukası’nın oğlu Gabras’ı imp. a elçi olarak göndermiştir.             Gabras, Müslümanlığı benimsemiş ve ilerde Kılıç Arslan’ın veziri olacak kimsedir.                        O, oldukça iyi bir elçidir.
         Barış şartları Kılıç Arslan’ın ileri sürdüğü şartlar idi. İmp. kurtuluş belgesi olan bu anlaşma şartlarını tartışmadan kabul etti. Savaş fiilen sona erdi. İmp. aleyhine olan maddelerin duyulmaması için sadece uygulanabilir olan maddeleri kaynaklara yansıtmıştır. Buna göre; imp. derhal Eskişehir ve Sublaion kalelerini yıktıracak, Selçuklu Devletine büyük miktarda savaş tazminatı ödeyecekti. Bunun dışında sınırlarda değişiklik olmamıştır.
Orduların Dönüşü
         Savaş bitince, imp. da geri dönüş endişesi baş gösterdi. Bunun için Kılıç Arslan’dan yardım istedi. O da, imp. un sağ salim İstanbul’a ulaşması için komutanlara emir verdi.                Ordu ve imp. vadiden geldikleri yoldan çıkartılarak akıbetlerini görmeleri sağlandı. Manzarayı sözlerle ifade etmek mümkün değildi. Bizans kaynakları “Türkler kendi kayıplarının az görülmesi için yüzdü” demiştir. Halbuki bunu bir gecede yapmak mümkün değildir.
         Fakat son darbeyi Türkmenler vurdular. Kılıç Arslan ihanete uğramıştı.                          Demek ki Türkmenler imp. ile yapılan ant. yı zayıf ve yetersiz bulmuşlardır. İmp. Denizli civarına gelince ordusunun kalan kısmı ile dinlendi ve Sublaion kalesine giderek bu kaleyi yıktırdıysa da Eskişehir kalesini yıktırmadı. O, Alaşehir’e geldiğinde durumunu İstanbul’a bildirdi.                           İmp. bu durumunu, “kendi lehine büyük bir siyasi ant. yaptım” şeklinde bildirmiştir ki; Bizans tarihçileri bu durumu tenkit etmişlerdir.
         Savaş zaferle kazanıldıktan sonra Kılıç Arslan, vasal ve komşu hükümdarlara zafername veya fetihname göndermek suretiyle III. askeri geleneği icra etmiştir.                                           Bundan amaç ise, dostları sevindirmek, düşmanları ise kokutmaktır.                                          Kılıç Arslan, Abbasi halifesi başta olmak üzere Alman imp. una da zafername göndermiş ayrıca ona ittifaklık teklif etmiş, ve kızını oğluna istemiştir. Alman İmp. u da, Bizans imp. una “bana vasal ol diye” haber göndermiştir.
         Sonuç olarak büyük zaferler tarihin akışını değiştirirler. İşte bu zafer de tarihin akışını değiştirmiştir. Tarihin akışı Bizans’ın aleyhine, Türklüğün ise lehine değişmiştir.                         Bu zafer Malazgirt ile açılan Anadolu’yu ve yeni kurulan Türk devletini korumuş ve kollamıştır.
         Zafer haberi Bağdat’ta sevinç ile karşılanmış ve şiirler yazılmıştır.    
Miryokefalon Savaşı’nın Sonuçları
         Miryokefalon savaşının sonuçlarını birkaç açıdan değerlendirmek gerekir:
         1-) Türkiye Selçuklu Devleti açısından: Malazgirt zaferi ile açılan yurt ve kurulan vatan olan Anadolu ile yeni kurulan devlet bu zafer ile korunmuş, savunulmuş ve güvenlik altına alınmıştır. Çünkü; Bizans Anadolu’yu geri almak, Türkiye Selçuklu Devleti’ni yıkmak, Türkler’i Anadolu’dan atmak ve imha etmek gayesiyle hareket etmiştir. Eğer savaşı Bizans kazanmış olsaydı; Türkler’in Anadolu’da devletlerini kurmaları ve korumaları mümkün olmayabilirdi. Bu sebeple Anadolu’yu ve devletlerini tamamen kaybedebilirler, geri kazanmak için ise yeni bir Malazgirt savaşı gerekebilirdi. Bu sırada ise İslam dünyasında bu savaşı kazanabilecek Kılıç Arslan’dan başka hükümdar bulunmamaktaydı. Bu zafer; devlet ve vatan koruyan zafer olarak tarihteki gerçek yerini almıştır.
         2-) Yapılan ant. açısından: Yapılan ant. Kılıç Arslan ve Türkiye Selçuklu Devleti açısından aleyhte bir ant. dır. Yani yapılan savaş ile kazanılan zafer arasında bir denge yoktur. Kılıç Arslan, devletin çıkarlarını yeteri kadar savunamamıştır.                                  Dolayısıyla Malazgirt’ten ve Miryokefalon’dan sona yapılan ant. lar birbirine paralel ve benzer olarak, bu ant. larla elde edilenler çok az ve yetersizdir. Sebebi ise; Türk komutanların siyasette zayıf ve yetersiz olarak görünse de, asıl sebep Türk komutanların merhamet ve ihtiyat sahibi olmalarıdır. İşte bu durum ant. nın aleyhlerine olmasına sebep olmuştur.
         3-) Bizans’ın emelleri açısından: Savaş, zamanından önce bitirilmesine rağmen önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. her şeyden önce bu zafer, Bizans’ın planını çökertmiş ve emeline son vermiştir. Bizans’ın emeli ise; Anadolu, Malazgirt savaşından sonra işgal ve istila edilmiş olarak görülmesi, buna karşılık Anadolu’yu geri almak idi. II. Haçlı Seferi sırasında Batı, Anadolu’yu Türkiye olarak kabul etmiş, Bizans ise bu durumu bu yenilgiden sonra kabul etmiştir. Öyleyse bu zafer, Malazgirt Zaferi’nin bir tescili olmuştur.                                          Çünkü Malazgirt savaşından sonra yapılan ant. hükümsüz kalmıştı.
         4-) Tarihin akışı açısından: Bu savaştan sonra tarihin akışı Bizans’ın aleyhine,                Selçuklu Devleti’nin lehine değişmiştir. Bizans, I. Haçlı Seferi’nden beri saldırı ve ilerleme, Selçuklu Devleti ise savunma vaziyetinde idi. Bu savaştan sonra ise bu durum tam tersi yönde gelişmeye başlamıştır.
         5-) Savaştan sonraki siyasi ve askeri güçteki yükselme ve düşme açısından: Anadolu’da, I. Haçlı seferinden beri Bizans siyasi ve askeri üstünlüğe sahipti.                                   Bu zaferden sonra bu üstünlük Orta Doğu’nun en güçlü devleti olan Selçuklu Devleti’ne geçmiştir.
         6-) Türkmenler açısından: Siyasi ve askeri üstünlük Bizans’ta olduğu zamanlarda, Bizans, Türkmenler’in üzerine sefer yaparak onları zarar ve sıkıntıya sokmuştur.                            Bu zaferden sonra Bizans’ın siyasi ve askeri teşkilatı çökmüş, böylece Türkmenler’in önündeki engel ve tehlike kalkmıştır. Türkmenler, Batı Anadolu’da yayılmaya başlamış, daha sonra sahilleri ele geçirecek ve Türkleştirecek olan Türkmen beyliklerinin temelini atmışlardır. Bu zaferden sonra sağlanan istikrar ile Anadolu’nun Türkleşmesi faaliyeti hızlanmıştır.
         7-) Ermeniler açısından: Bizans uzun tartışmalardan sonra kendine inanç olarak Ortodoksluğu (doğru inanç) benimsemiş ve bu mezhebin dışındaki mezhepleri heterodoks (sapık inanç) saymıştır. Dolayısıyla Bizans, mezhep ideolojisine dayanan bir imp. luktur. Bundan dolayı kendi sınırları dışındaki inançların varlığına ve yaşamasına müsaade etmemiştir. Ermeniler ise bu sınırlar içinde bulunmaktaydı. Türkler Anadolu’ya gelmeden evvel Ani Ermeni Krallığı ve Kars Ermeni Krallığı bulunuyordu. Bizans bu krallıkları ortadan kaldırmış ve halkını da Orta Anadolu’ya Sivas yöresine sürmüş idi. Burada da huzursuzluk olunca Ermeniler, Toroslar’a kaçarak varlıklarını burada sürdürmeye başladılar. Onlar, I. Haçlı Seferi sırasında ise Haçlı liderlerinden baronluk unvanını alarak Kilikya Ermeni Krallığı’nı kurdular; fakat Bizans bu krallığın da yaşamasına müsaade etmediyse de bu konuda başarılı da olamadı. Bizans, Miryokefalon Savaşı’ndan sonra ağır bir mağlubiyet aldığı için Toroslar’ın güneyine geçerek Ermeniler’i tehdit edemedi. Bundan sonra ise Ermeniler, Selçuklu hakimiyetinde güven içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bugün dünyada Ermeni varsa bu Türkler’in sayesindedir. Eğer savaşı Bizans kazansaydı; Ermeniler ya Ortodokslaştırılacak ve Rumlaştırılacak ya da imha edilecekti.
         8-) Bizans imp.luğu ve imp. unun itibarı açısından: Miryokefalon Savaşı’ndan önce Bizans imp. unun ve devletin itibarı yüksekti. Hatta imp.; Macaristan’da , İtalya’da ve                Haçlı Devletleri üzerinde bir takım başarılar elde etmişti. Ama bu savaştan sonra itibar ve hakimiyet sahalarını kaybetmiştir. Bu durumu gören Alman imp. u “imp. un gücünü yitirdiğini ve artık kendisine tabi olması gerektiğini” ifade ederek onu küçümsemiştir. Aynı imp.a Kılıç Arslan da zafername göndermiş ve ittifaklık teklif etmiştir. Böylelikle Kılıç Arslan’ın batı dünyasında itibarı artmıştır.
         9-)Bizans imp.unun ruhi yapısındaki değişiklik açısından: İmp bu yenilgi ile ruhi hayatına ağır bir darbe aldı. O, artık sadece sarayda yaşamaya başlamış ve halkın arasına çıkamaz olmuştu. O, bu sıkıntı, acı ve ızdıraba dayanamamış ve ölmüştür.
         10-) Kommenos hanedanının geleceği açısından: Manuel aşırı güç kullanmış, gücünü büyük ölçüde israf etmiş ve halkı ağır vergiler altında ezmiştir. Bu durum ise yenilgiden sonra kendisini açık bir şekilde göstermiştir. Manuel’in yerini alan oğlu idarede zayıf ve yetersiz kalkınca yerine dayısı bir darbe ila başa geldiyse de o da başarılı olamamıştır.                               Halk bir isyanla patlamış, Kommenos hanedanı devrilerek başa Angelos hanedanı geçmiştir. Bu hanedan da 1204 yılında Haçlılar’a karşı başarılı olamamış ve İstanbul işgal edilerek Bizans’ın siyasi varlığına son verilmiştir.
         Bundan sonra hanedan üyeleri Anadolu’ya kaçarak hanedan üyelerinden bir kısmı Trabzon Rum İmp. luğunu, bir kısmı da İznik Rum İmp. luğu’nu kurmuşlardır.                    Bizans’ın İznik kolu 1261 yılında İstanbul’daki Latin Krallığı’na son vererek iktidara gelmiştir. Buradaki Bizans imp. luğu 1453 yılında, Trabzon’daki Rum im. luğu ise 1461 yılına kadar varlığını sürdürecektir.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın
Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da Genişleme Politikası
         I-) Doğu’da genişleme ve yayılma politikası: Kılıç Arslan doğuda önce Danişmendliler’in Malatya şubesini ortadan kaldırmıştır. Bu onun için zor olmamıştır.                 Bu bölgeyi Melik Muhammed savunmaktaydı. Savunmasını sürdürdüyse de                          Melik Muhammed şehri telsim etmiştir. Böylece Selçuklu Devleti’nin sınırları Fırat havzasına dayanmış, bu durumda Doğu Anadolu beyliklerini olumlu ve olumsuz yönde etkilemiştir. Bunlardan Erzincan Mengücük ve Erzurum Saltuklu hükümdarları kendi istekleri ile                  Kılıç Arslan’a tabi olmuşlardır.
         Güneydeki Artuklular ise Selahaddin Eyyubi’ye tabi idiler. Bunlar da üç şube halinde teşekkül etmişlerdi. Hasankeyf şubesinin başında bulunan                                                      Artuklu hükümdarı                       Nureddin Muhammed kendi eşini ihmal ederek bir şarkıcı kadınla yaşamaya başlamış, Kılıç Arslan da onu cezalandırmak istemişti. Bu durum ise Selahaddin Eyyubi’ye bir türlü anlatılamadı. Bu sebeple Kılıç Arslan ile Selahaddin Eyyubi arasında siyasi kriz yaşandı. İhtiyareddin Hasan , bu meseleyi Selahaddin Eyyubi’ye anlatınca kriz çözülmüştür. Ayrıca ittifak yapılmış, Kilikya Ermeni Krallığı’na ortak bir sefer düzenlenerek ağır bir vergi alınmıştır. (İhtiyareddin Hasan: Rum kökenli, Gabras’ın oğludur. Miryokefalon Ant. sını yapan kişi olup, Türkler’e sığınmış bir kimsedir). Kılıç Arslan, Nureddin Mahmut’tan durumunu düzeltmesini istemiştir.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın
Batı Anadolu’da Genişleme Politikası
         Kılıç Arslan’ı batıda harekete geçmesine sebep olan olay, Manuel’in Miryokefalon’dan sonra yapılan ant. hükümlerine olmasıdır. O, sadece Eskişehir kalesini yıktırmamakla kalmamış, ant. nın baskı altında yapıldığını ileri sürerek yükümlülüklerini yerine getirmemiştir.
         Kılıç Arslan’ın politikası; Anadolu’yu Selçuklu hakimiyeti altında birleştirmek ve Türk siyasi birliğini kurmak idi. Bu konudaki ilk teşebbüsler başarı ile gerçekleştirildi. Kılıç Arslan’ın ikinci politikası ise Türkiye Selçuklu Devleti’ni sarılmış olmaktan kurtarıp devletin sınırlarını, doğal sınırlar olan denizlere ulaştırmak olmuştur. Bu konuda Kılıç Arslan batıda önemli fetihler yapmıştır. Önce “Atabey” unvanını taşıyan komutanını Batı Anadolu’ya göndermiş; o da adalar denizine kadar ulaşmış, bu başarısının sembolü olarak yanına deniz suyu, kum ve sandal küreği almıştır. Fakat Atabey, dönüş yolunda Bizans ordusu ile karşılaşmış ve mağlup ve başarısız olmuştur.
         1182 yılında Kılıç Arslan, Batı Anadolu’da geniş bir fetih harekatına girmiş, Antalya üzerine yürüdüyse de başarılı olamamıştır. Bundan sonra batıya ayrı ayrı iki ordu göndermiş; 40 bin kişilik I. ordu Adalar Denizi’ne kadar ilerlemiş ve II. ordu komutanı Sami de, Batı Anadolu’da denizlere kadar ulaşarak Bizans’ı vergiye bağlamıştır.
         Genel olarak bakıldığında Selçuklu komutanları bu politikanın icrasında ele geçirdikleri yerleri ellerinde tutamamışlar ve başarısız olmuşlardır.
         Kılıç Arslan’ın II. politikası ise; Selçuklu ekonomisini dış dünyaya açmak ve onunla bütünleştirmektir. Bunun için denizlere ulaşılarak , ticaret yollarını açmak gerekiyordu. Çünkü Anadolu doğu-batı, kuzey-güney transit ticaret yollarına sahipti. Bu yolları bütünleştirebilmek için ticari ant. lar yapmak gerekiyordu. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında; Kıbrıs ve Venedikliler ile ant. lar yapılacaktır. Bu ant. larda ana konu ticaretin karşılıklı güven altına alınması olacaktır.
Horasan ve Azerbaycan’dan
Anadolu’ya Büyük Türkmen Göçü (1185)
         1185 yılında İslam ülkeleri üzerinden Anadolu’ya büyük bir Türkmen göçü oldu. Bu göç hakkında kaynaklar sayı vermemişlerdir. Fakat kaynaklar bu göçle gelen Türkmenler’in sayısının deniz kumları kadar çok olduğu şeklinde bilgiler vermişlerdir. Bu kitle Doğu Anadolu’yu yaylak, Musul ve Halep’i kışlak olarak seçmişlerdir. İşte yaylak-kışlak arasında gidip-gelme sırasında bölgedeki ,ilkel kürtler, Türkmenler’in sürülerine saldırmışlar ve onları zor durumda bırakmışlardır. Türkmen beyleri de derhal toplanıp bu ilkel kürtlere ağır bir mağlubiyet vermişlerdir. İlkel kürtlerden kaçanlar Ermeniler’e sığınmışlarsa da Türkmen beyleri onların peşlerini bırakmamıştır. Sonunda “Kaymaz” adında bir Selçuklu beyi bir yemek sırasında onları barıştırmıştır.
Sultan II. Kılıç Arslan’ın
Selçuklu Ülkesini
Oğulları Arasında Paylaştırması
         Bu tarihte Türkiye Selçuklu Devleti’nin geleceğini tayin eden önemli bir olay yaşanmıştır. Kılıç Arslan 30 yıllık saltanatında yoğun askeri ve siyasi faaliyetlerde bulunmuş; artık yaşlandığı için de bu son günlerini rahat geçirmek için ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırmış; onların idaresine birer şehir veya bölge vermiştir. Böylelikle onlar vasal kendi ise metbu olmuştur; fakat oğullar kendilerine verilen bölgelerde bağımsız bir hükümdar gibi davranmış ve para bastırmışlardır. Onlar yılda bir defa vasallık gereği babalarını ziyaret etmişlerdir Bu durum 4-5 yıl devam etmiş, oğullardan Melikşah tahtı ele geçirmek için harekete geçmiştir. Bu esnada II. Haçlı Seferi başlamış, Kılıç Arslan ise tahtı küçük oğluna devredebildiyse de devlet parçalanmış ve Haçlı seferine de hazırlıksız yakalanmıştı.
 
 
 
 
Bölümler
 


Bu sayfayı nasıl buldunuz?
kötü
orta
iyi

(Sonucu göster)


 
Bugün 10 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol